Sonunda kar bastırdı işte.
Göz gözü görmüyor.
Boğaz yitip gitti.
Karın yağışını seyretmeyi severim.
İçime huzur verir.
Hayallere dalar, kendi içimde kaybolur giderim.
Ama bu sefer öyle değil.
Bütün bir yıl peşimi bırakmayan huzursuzluk halleri karla birlikte devam ediyor.
Vücut kimyam titrek!
Ne yazık ki öyle.
Bilgisayarın başına oturdum.
Yeni yıl yazısı mı?..
İçimden yazmak gelmiyor.
Evet öyle.
Yeni yılı kutlamak...
O klasik temennilerde bulunmak...
İçimden hiç gelmiyor bu yıl.
Mecbur değilsin, yazma o zaman.
Ama hiç olmazsa neden yazmak istemediğimi yazabilirim.
Çok kötü bir yıl geride kalıyor.
Hem Türkiye’de hem dünyada kötülüklerle dolu bir 2015...
2016 için de kötümserim.
İyi şeyler söyleyemiyorum.
Galiba 2016’da da sorunları her bakımdan ağırlaşacak bir Türkiye’de yaşanacak.
Felaket tellallığı değil bu, gerçekçi bir bakış açısı...
Hazırlıklı olun.
Bu memleketi çok daha zor günler bekliyor 2016’da.
Kar iyice bastırdı.
Ortalık beyazlaşmaya başladı.
Arada bir güneş de çıkıyor.
Bembeyaz bir sessizlikle birlikte koca bir yalnızlık beni içine çekmeye başladı.
İnternette dolaşıyorum.
Nurcan Baysal Diyarbakır’dan yazmış.
Ne kadar çok bebek öldü, çocuk öldü 2015’te. İçimi acıtan, beni çaresiz bırakan o fotoğraflar gözümün önünden gitmiyor
Yeni yıl varmış diyorlar.
Bir yerlerde insanlar bugün mutlu diyorlar.
Oysa bizim için eski, yeni, yıllar artık fark etmiyor.
Biz bu yeni yılı da kutlamıyoruz.
Bu yeni yıl gecesi çocuklarımla kilimlerimizi alıp Dağkapı meydanına, kapalıysa, Sur’a en yakın noktaya gideceğiz.
Balonlarımızı şişirip, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, tüm bölgede tankın topun altındaki insanlar için gökyüzüne bırakacağız.
Barış dileyeceğiz!
Adalet, eşitlik, özgürlük dileyeceğiz! Suriçi’ndeki kardeşlerimize, aramıza konulmaya çalışılan barikatlara inat, bizim yüreğimiz sizlerle, sizin için atıyor diyeceğiz!
Acılara dokunmak...
Acıları hissetmek...
Acıları paylaşmak...
Acıları anlamaya çalışmak...
Ve bunları acıları mukayese etmeden, herkesin acılarına saygı duyarak yapmak...
Bütün acılara yeter artık diyebilmek...
Kar şiddetlendi.
Boğaz’ı seçebiliyorum ağaçların arasından, buz rengi...
İnternette orayı burayı tıklarken Ahmet Altan’ın yazısı...
Tankların namlularına mermi yerleştiren topçular, damlardaki keskin nişancılar, makinelileri, tabancaları, palaskalarına doldurdukları şarjörleriyle özel harekatçılar, bebekleri enselerinden vuruyor... Torunlarını hastaneye yetiştirmeye çalışan dedeler ciğerlerine yedikleri kurşunlarla devriliyor, hamile kadınların cesetleri sokaklarda yatıyor, morglarda yer kalmadığı için çocuk ölüleri buzdolaplarında saklanıyor.
Ve Türk medyası Selahattin Demirtaş’a sitem ediyor, “Niye Türkiyelileşmiyorsun?”
Peki siz neden Türkiyelileşmiyorsunuz?
Türkiyelileşmek sadece Kürtlere verilen bir ev ödevi mi?
Türkler Türkiyelileşmeyecek mi?
Oraları Türkiye’nin toprakları değil mi?
Neden oralarda ölen beş aylık bebekler, üç yaşındaki çocuklar, genç delikanlılar, hamile kadınlar, yaşlı dedeler sizin ilginizi çekmiyor?
Neden onları korumak için kılınızı bile kıpırdatmıyorsunuz?
Neden Türklerin Kürtleri öldürmesi bu kadar doğal geliyor size?
Neden Kürt bebekleri ölürken sitem etme hakkını kendinizde görecek kadar vicdansız ve körsünüz?
Neden hem Türkiye’yi sadece ‘batıdan’ ibaret sanıp hem de Kürtlere ‘Türkiyelileşmeleri’ için çağrılarda bulunuyorsunuz?
Önce siz Türkiyelileşin.
Siz bu topraklarda ölen insanlara sahip çıkın.
Siz gözünün altından vurulan bebeklerin acısını hissedin.
Ne kadar çok bebek öldü, çocuk öldü 2015’te.
Ne kadar çok çocuk anasız babasız kaldı geçen yıl.
İçimi acıtan, vicdanımı sızlatan, beni çaresiz bırakan o fotoğraflar gözümün önünden gitmiyor.
O bebeklerin, o çocukların acısını ne kadar yüreğimizde hissedebilirsek, kim bilir belki o zaman kan ve gözyaşlarına yetti artık deyip, iyiliklere, güzelliklere açılan kapıları bulabiliriz.
2016’da olabilir mi bu?
Karamsarım.
Kusura bakmayın, benden bu seferki yeni yıl yazısı bu kadar.
Son olarak, hapishanedeki bütün meslektaşlarıma, Can Dündar’la Erdem Gül’e “Yalnız değilsiniz, sizi unutmadık” diye sesleniyorum.