Yıl 1997, Ekim ayı.
Frankfurt'a gidiyorum.
Yazımın başlığı hazır:
“Yaşar Abi, Türkiye seninle gurur duyuyor.”
Belki de sırf bu başlık için gidiyorum Frankfurt’a…
Türkiye’de Kürt sorunu ile ilgili bir yazısından dolayı hapse mahkûm edilen Yaşar Kemal, Avrupa’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden birini, Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği'nin Barış Ödülü’nü alacak.
Havalimanında bindiğim taksinin şoförü bir Türk, “Hasan Abi, Yaşar Kemal'in törenine geldin değil mi” diye başlıyor sohbete.
Devam ediyor:
“Ne çarpık, ne tuhaf bir yer bu bizim memleket?.. Türkiye Yaşar Kemal’e ceza veriyor, hapisliğe mahkûm ediyor, Almanya ise ödül veriyor.”
Tören, tarihi St. Pauls kilisesinde.
Koca Yaşar Kemal, Almanya'nın eski Cumhurbaşkanı Weizsaecker’in kolunda giriyor kiliseye.
Kürsüde Günter Grass.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi ve dünya edebiyatının en büyük romancılarından biri.
Aynı zamanda belki de en aykırı Alman yazarlarının başında geliyor.
Günter Grass, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra iki Almanya'nın tek devlet çatısı altında birleşmesine karşı çıkacak kadar aykırı…
Kürsüde Yaşar Kemal’i tanıtıyor.
Konuşmasında, Almanya’nın dününe ve bugüne de çok sert eleştiriler yöneltiyor.
Ön sırada, Yaşar Kemal’in iki yanında, Alman parlamentosu Bundestag’ın Başkanı Süssmuth ve bazı Hıristiyan Demokrat bakanlar oturuyor.
Dikkatim onların üzerinde.
Alkışlayacaklar mı?..
Ve hepsi birden Günter Grass’ı alkışlıyorlar.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra iki Almanya’nın birleşmesine karşı çıkacak kadar aykırı bir romancıya, kendi önlerinde Almanya’yı yerden yere vuran bir romancıya alkış tutabiliyorlar.
Çünkü o bir edebiyat devi.
Almanya'nın en büyük romancılarından biri. Siyasal açıdan farklı, aykırı düşünebilirdi. Ama bu onun edebiyat alanındaki yerine gölge düşürmezdi.
'Bölücülük’ten hapse mahkûm edilebildi
Günter Grass kürsüde Yaşar Kemal’i tanıtırken Almanya’ya sert eleştiriler yöneltiyor. Ve bakanların hepsi alkışlıyorlar
Günter Grass alkışlanırken düşünüyorum.
Bizim memlekette de Yaşar Kemal gibi bir edebiyat devi, ama Kürtlerin acılarını dile getirdiği için, bu konuda devleti eleştirdiği için ‘bölücülük’ten hapse mahkûm edilebiliyor.
Evet, ne yazık ki öyle.
Düşünceyle demir parmaklık arasındaki utanç verici bağ bir türlü kopmuyor bizim memlekette...
Yaşar Abi kürsüde.
Gümbür gümbür konuşuyor.
Onu dinlerken düşünüyorum.
Koca Yaşar Kemal…
36 kitabı var.
Kitapları bütün dünyada 30'un üzerinde dile çevrilmiş.
En çok satanlar listesinde yer almış.
Biz de onu Türkiye’de 1 yıl 8 ay hapse, 5 yıl da aynı konuda yazı yazmama cezasına çarptırıyoruz.
Yani sansürlüyoruz.
Sanki o, yazdıklarıyla, edebiyatıyla, tüm yaşamıyla barışa hizmet etmedi.
Sanki o, haksızlığa, şiddete, savaşa karşı durmadı.
Sanki o, yüreklerimizin içinde saklı olanı, iç dünyamızın duygusal derinliklerinde hissedip de ifade edemediklerimizi, hepimizin anlayacağı yalınlıkta, o kocaman sesi ve heybetli gövdesiyle hep haykırmadı.
Sanki o, bizim atamadığımız, atmaktan korktuğumuz, çekindiğimiz çığlıkları bizim için hayatı boyunca atmadı?
Bu hoyratlık niye?
Kültüre karşı bu şiddet niye?
Bu hoşgörüsüzlük niye?
Hep ışığın türkücüsü
Grass alkışlanırken düşünüyorum. Bizim memlekette Yaşar Kemal devleti eleştirdiği için ‘bölücülük’ten hapse mahkûm edilebiliyor
Yaşar Abi o kadar güzel konuşuyor ki:
“Dünya bin kültürlü bir çiçek bahçesidir. Bu çiçeklerin hiçbirini koparmayalım.”
Devam ediyor:
“Bir karanlıktan öbür karanlığa giderken ölümün bilincine vardım. O yüzden içim yaşama sevinciyle doludur.”
Ekliyor:
“İçim yaşama sevinciyle dolu olduğu için de, hep ışığın türkücüsü olmaya çalıştım.”
Alkış kopuyor, herkes ayakta.
Kalabalık arasından elimi uzatıp kutluyorum.
O her zamanki içtenlikli hâliyle, “Haso, çok heyecanlıyım” diyor.
“Yaşar Abi, Türkiye seninle gurur duyuyor!” başlıklı yazımı bir tıkla gazeteye gönderiyorum.
İyi ki Yaşar Kemal var diyorum.
Toplumun vicdanı
On sekiz yıl geçmiş aradan.
“Hep ışığın türkücüsü olmaya çalıştım” diyen Yaşar Abi'yi düşünüyorum.
Koca Yaşar Kemal!
Toplumun vicdanı olabilmiş ender yazarlarımızdan biri…
Gümbür gümbür sesi kulağımdan gitmiyor.
Sonra beklenmeyen şeyler oldu:
Kürt halkı içinde direniş gelişiyordu.
Çünkü bu baskı hükümranlığı esnasında en vahşice ezilen, açlık çeken, yoksulluk içinde kıvranırken etnik katliamlara uğrayan Kürt halkı idi.
Bu halkın dili kanunen yasaktı.
Bu halkın kimliği, onlara Dağ Türkleri ismi verilerek inkâr ediliyordu.
Ve bu halk, her 10-15 senede bir Anadolu'nun dört yanına dağıtılıyordu.
Artık yeter!
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda Türk halkına az da olsa verdiği temel hakları Kürtler’e de vermek zorundaydı.
21. yüzyılın eşiğinde, hiçbir halk, hiçbir etnik halk grubu insan haklarından mahrum edilemez.
Sadece Türkiye değil, hiçbir ülke buna muktedir değildir. Amerikalılar’ı Vietnam'dan, Sovyetler’i Afganistan'dan kovan ve Güney Afrika’daki mucizeyi yaratan güç, insanların gücüydü.
Türkiye Cumhuriyeti, bu savaşın sürmesi nedeniyle lanetlenmiş bir ülke olarak 21. yüzyıla girmemelidir.
Türkiye’de de bizler, gerçek bir demokrasiye giden yolun sadece Kürt sorununun barışçı bir çözümünden geçtiğini bilmeliyiz.
Ne yazayım koca Yaşar Abi için?
Ne yazayım ki koca Yaşar Abi için?.. Ne söylesem onu anlatabileceğimi sanmıyorum. Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi…
Yaşar Kemal, 1995 yılında Der Spiegel’de çıkan ve hapse mahkûm edilmesine, sansürlenmesine yol açan yazısında böyle diyordu.
Ne yazayım ki koca Yaşar Abi için?..
En güzelini yazmak isterim.
Ama nasıl?..
Kolay değil ki.
Ne söylesem onu anlatabileceğimi sanmıyorum.
Yaşar Abi’li hatıralar beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekmeye başlıyor.
Bir araya geldiğimiz zaman genellikle onu dinlerdik.
Onu dinlemek bir bakıma mecburiydi.
Araya girmek her zaman kolay olmazdı.
Siyaset konuşurduk.
Kürt meselesini tartışırdık.
Cumhuriyet gazetesi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk hiç eksik olmazdı sohbetlerimizden…
Hayatı, insanları konuşurduk.
Babıali dedikoduları yapardık.
Babıali’de tutunmanın zorluklarını anlatırdı bize…
Sesi kulağımdan hiç gitmeyecek
Hayat böyle.
Bir varsın bir yoksun.
Ama şunu bilin.
“Bir karanlıktan öbür karanlığa giderken ölümün bilincine vardım” diyen Yaşar Kemal hep yaşayacak.
Çünkü o bizim, insanlığın ortak vicdanı.
Yapıtlarıyla, anılarıyla öyle.
Ve öyle kalacak.
Hiç unutulmayacak.
1997’de, Frankfurt’ta, St. Pauls kilisesindeki sesi de benim kulağımdan gitmeyecek:
“İçim yaşama sevinciyle dolu olduğu için de, hep ışığın türkücüsü olmaya çalıştım.”
Sevgili Yaşar Abi,
Seni çok özleyeceğim.