Erdoğan iktidarının kararına göre, gazetecilerin emniyet müdürlüğü binalarına girişi yasaklanmış, emniyetteki basın odaları kapatılmış… Klasik deyiştir: Gazeteci korkusu hayra alamet değildir. ‘Gazeteci milleti’ne karşı düşmanlık, bir ülkede otoriterlik tırmanışıyla ilgili en önemli göstergelerden biridir…
Sessiz sedasız bir adım daha atıldı; yargıda başlatılan soruşturmayla ilgili olarak artık vali ve emniyet müdürü de bilgilendirilecek. Bu,‘yargı bağımsızlığı’nın da, ‘kuvvetler ayrılığı’nın da canına okuyan bir adımdır. Peki, medya ve yargıda böylesine biat arzulayan Erdoğan niçin tek adam olmak istiyor?
Polis muhabirliği...
Bizim mesleğin, gazeteciliğin temel direklerinden biri.
O da yok edilmek mi isteniyor?
Galiba öyle.
Erdoğan iktidarının yeni kararına göre, gazetecilerin artık emniyet müdürlüğü binalarına girişi yasaklanmış, emniyetteki basın odaları da kapatılmış...
Klasik deyiştir ama gerçeği yansıtır:
Gazeteci korkusu hayra alamet değildir.
‘Gazeteci korkusu’yla demokrasi korkusu hep iç içe olmuştur.
Gazeteciyi sevmeyenler, demokrasiyi de sevmez.
Ve ‘gazeteci milleti’ne karşı düşmanlık, bir ülkede otoriterlik tırmanışıyla ilgili en önemli göstergelerden biridir.
Gerçek gazeteciliği sansürlemeye, sindirmeye çalışırsan, gazetecileri hapse tıkarsan, demokrasi ve özgürlükleri budamış olursun çünkü...
Bu yolda çok mesafe aldı Türkiye.
Çünkü Erdoğan, tek adam olmayı kafasına koymuş durumda.
Bu nedenle, sadece kendi sesini dinleyen, sadece kendisine biat eden medya ve gazeteciler olsun istiyor.
Bu nedenle, demokrasileri demokrasi yapan ‘kuvvetler ayrılığı’ndan hiç hoşlanmıyor.
Medya gibi yargıyı da tümüyle kendisine tabi kılmak istiyor.
Bu açıdan bir adım daha attı.
Sessiz sedasız bir adım...
Yargının canına okuyan adım
Adalet Bakanlığı, bir yönetmelik değişikliğiyle, vali ve emniyet müdürlerine yeni yetkiler verdi.
Buna göre, yargıda savcının düğmeye basmasıyla polis tarafından başlatılan bir soruşturmayla ilgili olarak vali ve emniyet müdürü de bilgilendirilecek, önceden haber verilecek onlara da...
Bu ne mi demek?
Basite indirgeyerek şu örnek verilebilir:
Diyelim, İçişleri Bakanı’nın oğlu ile ilgili bir soruşturma başlatılıyor; savcının emrindeki polis harekete geçerken, “Amirim yoldayız, Sayın Bakan’ımızın oğlunun evine baskın yapmaya gidiyoruz!” diyecek...
Son yönetmelik değişikliğinin özü budur.
Ve bu değişiklik, ‘yargı bağımsızlığı’nın da, demokrasileri demokrasi yapan ‘kuvvetler ayrılığı’nın da canına okuyan bir adımdır.
Sözü uzatmak gerekmiyor.
Eski Türkiye-Yeni Türkiye kavgası
Erdoğan niçin tek adam olmak istiyor?
Birçok yanıtı var.
Kaç zamandır ben de yazıp duruyorum.
Şahin Alpay bu konuyu geçen gün çok iyi özetlemişti:
“Bana göre yaşanan şu:
Türkiye’nin 21. yüzyılda tanık olduğu tüm mücadeleler, en temelde Kemalizm’in tanımladığı otoriter modernleşmeden, kabaca AB kriterleri ile tanımlanabilecek liberal modernleşmeye geçiş sürecinin sancıları.
Bir yanda tek–parti yönetimi olarak başlayıp askerî vesayete dönüşen rejimi, otoriter laikliği ve topluma dayatılan tek kimlik politikaları ile Eski Türkiye var.
Öte yanda demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini ve azınlıklara saygıyı yerleştirmeye çalışan Yeni Türkiye.
Yirmi birinci yüzyılın kabaca ilk on yılında Başbakan Erdoğan’ın başında olduğu AKP hükümeti, AB’ye katılımı programının merkezine koyarak Yeni Türkiye’nin öncülüğünü üstlendi, çok da yol almasını sağladı.
Başta Eski Türkiye’nin mağdurları olmak üzere çok farklı (siyasi, iktisadi, kültürel) güçler, her biri kendi özellikleri ve beklentileriyle Erdoğan ve partisinin mücadelesine destek verdiler.
Yeni Türkiye ittifakı, en geniş ifadesini 2010 referandumunda buldu (% 58 evet).
Bu ittifak, AKP’nin dindarlığından değil ama ekonominin liberalleşmesinden hoşnut sermaye gruplarından, siyasi rolünün ne ülkeye, ne de askere yaradığı bilincine varan askerlere kadar uzandı.
Yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılında, bütünüyle AKP’nin değil ama Başbakan Erdoğan’ın gündemi Yeni Türkiye olmaktan çıktı.
Erdoğan, 2011 seçimlerinde % 50’ye yakın oy almasının, darbe girişimlerini savuşturmuş, askerî vesayetin fiilen bitirilmiş olduğu varsayımıyla, kendi gündemini uygulamaya koyuldu:
2023 yılında Türkiye’yi dünyanın en büyük on ekonomisinden biri yapmak için bütün iktidarı kendi elinde toplamalı, Putin kadar güçlü olmalıydı.
Kuvvetler ayrılığının ayağına dolanmayacağı Türk usulü başkanlık sistemi bu arayışın en veciz ifadesiydi.
Artık II. Abdülhamit ve Atatürk geleneğinde otoriter reformcu olabileceğini düşünmeye, demokrasi seçimden ibarettir demeye başladı.
Medyada eleştirel sesleri susturma çabasına girdi.
Eski Türkiye ile bağlarını tamire girişti.
Kürt sorununu çözüyormuş gibi yapmaya başladı.
Bir yüzüyle İslami Kemalist görünümü alırken, öteki yüzüyle Milli Görüşçü Erdoğan imajını diriltti; İslami popülizmin dozunu artırdı.
Erdoğan’ın Başbakanlık’ta üçüncü dönemi, giderek Lord Acton’ın ‘İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır…’ sözünü andırır oldu.
İş sonunda, iktidarlarının sınırsız olduğuna inanan yakınlarının, son skandalla ortaya çıktığı gibi, gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmasına kadar vardı.
Erdoğan’ın performansı, hemen her kesimde bölünme ve toplumda kutuplaşmaya yol açtı.
Kendi partisi dahi birliğini koruyamaz oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile gittikçe açığa çıkan görüş ayrılıkları, partisinden istifalar ve yükselen itirazlar bunun işaretleri.
Yeni Türkiye özleminin Erdoğan’a teslim olmayacağının ilk büyük işareti geçen yazın Gezi Parkı gösterileriydi.
İkinci büyük sinyali ise, görevlerine bağlı savcı ve polislerin başlattıkları şimdiki büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturması.
Bu gelişmeler Eski ve Yeni Türkiye ittifaklarının yeniden mevzilenmelerine ve ikisi arasındaki mücadelenin keskinleşmesine yol açıyor.
Yani olan biten, Eski–Yeni Türkiye kavgası.” (Şahin Alpay, Zaman, 21 Aralık 2013)
Twitter: @HSNCML