Cennette cehennem yaratmak konusunda insanoğlunun üstüne yok! Güzel yaşamanın yolu önce barıştan geçiyor! Peki, barış ve özgürlük ille de namlunun ucunda mı görünüyor?..
Kadın gerilla Medya, “Kürdistan dağları güzeldir, ama güzel de yaşamak lazımdır bu coğrafyada” diyor.
'Gerilla noktası'ndaki kadınlar anlatıyor: “PKK’deki biz kadınlar, Kürt kadınının da özgürlüğünü elde etmek için mücadele veriyoruz.”
Irak Kürdistanı, Metina
bölgesinde bir PKK kampı
Güneş açtı. Ceviz ağacının altında, bahar yeşillikleri içinde yazımı yazıyorum. Şarıl şarıl akan suyun sesi gece gündüz, çadırda uyurken de, ceviz ağacının altında yazarken de hep kulağımda. Birazdan jiple dağın tepesinde iPhone’un çekebileceği uygun yeri aramaya gideceğim, yazı ve fotoğrafları bir an önce göndermek için...
Beş gündür dağlardayım.
PKK’nın ‘savaş alanları’nda...
Örgütün askeri kolu HPG’nin silahlı unsurları ya da gerillalarla - veya devletin resmi söylemindeki ‘teröristler’le - sohbet ederek geçen saatler, ‘Kürt sorunu’nu daha derin düşünmenin, daha çok hissetmenin kapısını biraz daha açıyor.
Böylesine zorlu - ya da vahşi - doğa koşullarında, elde silah her an ölümle burun buruna yıllarını geçirenlerin zihniyet dünyasına dokunabilmek, bu gencecik insanların niye dağı seçtiklerini öğrenmek, yani ‘davaları’nı kendi ağızlarından dinlemek gerçekten öğretici oluyor.
Ve bu sorunun bunca yıldır askeri yöntemlerle neden çözülemediğini, niçin çözülemeyeceğini anlamak daha kolaylaşıyor.
Ben Türkiye’nin ‘Kürt realitesi’ni ve bununla içiçe geçen ‘PKK realitesi’ni yıllar boyu Kürdistan coğrafyasında dolaşarak, yaşanan ve yaşanmış acıları dinleyerek öğrenmeye çalıştım. Her gezimde içimi yazıya dökmek için çaba sarf ettim.
Son beş günlük gazetecilik seferi galiba gazeteci milletini biraz kıskandırabilecek kadar heyecanlı, renkli...
Türkiye sınırının dibinde, kayalıklar ve ağaçlar arasına yayılmış, dikkatli gözle bakmayınca kendini hemen belli etmeyen, yani araziye uymuş, bir yanından gürül gürül sular akan beş altı çadırlık - PKK deyişiyle - ‘bir gerilla noktası’nda kalıyorum.
Çok uzun yıllardır ilk kez yaşadığım doğanın kucağındaki bu çadır hayatı, bütün günlük alışkanlıklarımı yok edici yanlarına rağmen heyecan verici...
Not defterlerim dolu.
Hangisini nasıl yazayım?
Yemyeşil ceviz ağacının gölgesinde bu yazımı yazarken, bir yandan da yeni keşfettiğim Kürtlerin Sezen Aksu’su Delila’yı dinliyorum.
Dört beş yıl önce Hakkari civarında sınırı geçerken korucular tarafından vurularak hayata veda eden kadın gerillanın hüzünlü sesi zihniyet dünyamı değiştiriyor, barış ipine sarılmanın ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha düşündürüyor.
'Anneni özlüyor musun?'
Kadın gerilla Savuşka’ya sordum:
“Anneni özlemiyor musun?”
Gözlerinin ifadesi, böyle bir soruyu hiç beklemediğini anlatıyordu. Dağın dik yamaçlarında büyük bir kayaya sırtımızı vermiş dinleniyorduk.
Gün yeni ağırıyordu.
Türkiye’den çekilen ‘ilk gerilla grubu’yla gece vakti şakır şakır yağmur altında yaşadığım epey heyecanlı ve yorucu ‘dağ macerası’nın artık sonuna yaklaşmıştım.
Savuşka 22 yaşındaydı.
18 yaşında lisede okurken Mersin’deki aslen Siirtli olan ailesini bırakıp dağa çıkmıştı. “Anneni özlemedin mi” sorusu galiba onu şaşırtmıştı.
Van taraflarından dokuz gün önce yola çıkıp ‘Güney’e geçen, ‘çekilme süreci’nde ilk adımı atan ve bunun da ‘burukluğunu hissettiği’ni belirten Savuşka, yüzünde en ufak bir çizgi kıpırdamadan şöyle dedi:
“Hayır, annemi özlemedim.”
“Gerçekten mi?”
“Evet öyle. Dört yıldır ailemle haberleşmedim, gerek de duymadım. Ben bu savaşı zaten annem için, kardeşlerim için veriyorum. Yani mesele özlemek meselesi falan değil.”
Bir başka kadın gerilla dinliyor bizi.
Adı, Medya.
Suriyeli bir Kürt, Kobani’den. Ona da aynı soruyu soruyorum:
“Peki ya sen heval (arkadaş) Medya, sen de anneni özlemiyor musun?”
Güler yüzüyle şöyle diyor:
“Annemi elbette özlüyorum, hiç özlemez olur muyum? Ama ben annem için, onlar için dağlardayım. Onlar için de savaşıyorum bunca yıldır.”
'Taş üstünde taş,
omuz üstünde baş kalmayacak!'
Saat altıya geliyor. Hava çok soğuk ve ıslak. Yükselmeye başlayan güneş dağların arasından ortalığı aydınlatıyor.
Çalı çırpıyla yakılan ateşle ısınıyoruz gün aydınlanırken. Medya, “Kürtler için ateş kutsaldır” diyor.
Kuş seslerinin gittikçe çoğaldığı etraf o kadar güzel ki, dağlarla çevrili sis inmiş vadinin sabahın ilk ışıklarıyla o kadar göz alıcı bir manzarası var ki…
Medya’ya "Ne kadar güzel bir coğrafya" diyorum. “Evet öyle, Kürdistan dağları çok güzeldir” dedikten sonra ekliyor:
“Kürdistan dağları güzeldir ama , güzel de yaşamak lazımdır bu güzel coğrafyada...”
Güzel yaşamanın yolu hiç kuşkusuz önce barıştan, silahların susmasından, toprağa gömülmesinden geçiyor. Ama gel gör ki cennette cehennem yaratmak konusunda insanoğlunun üstüne yok.
Birkaç saat önce yağmurlu, soğuk bir gecede dağa tırmanırken terk edilmiş bir köyün kalıntıları arasından geçtik. Irak’ta Saddam Hüseyin diktası döneminde bombalanmış, yerle bir edilmiş, yakılmış yıkılmış Kürt köylerinden biri...
Taş üstünde taş kalmamış hazin manzaralarını seyrederken, bir an, kendisi de Dersimli olan bir HPG (PKK’nın askeri kolu) komutanının sözünü anımsıyorum:
“Slogan ‘Taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak’tı, Dersim 1937, ‘38 katliamının sloganı...”
Erkek gerilla, kadın gerilla...
Ateşin başında kadın gerillalarla sohbet ediyorum. Onlara erkeklerin kendilerinden korktuklarını, az önce birinin, “Aman aman onları kendi hallerine bırakın!” dediğini söylüyorum.
Gülüyorlar.
Ayrı bir ateşin çevresinde toplanmış erkek gerillaları işaret ederek, “Erkekler sizden korkuyor, aman aman diyorlar” deyince, birinden yanıt bir kahkahayla geliyor:
“İyidir iyidir, korksunlar!”
PKK saflarındaki kadın - erkek eşitliği konusunu gündeme getiriyor biri. Şu cümlelerinin altını çiziyorum:
“Kadın özgür olmadığı zaman ülke de özgür olmaz.”
“PKK toplumsal bir harekettir.”
“PKK’deki biz kadınlar, Kürt kadınının da özgürlüğünü elde etmek için mücadele veriyoruz.”
Keşke barış gelse, keşke ailesi
Agit'in sağsalim Paris’e dönebildiğini görebilse...
Ceviz ağacının altında bu satırları yazarken düşünüyorum:
Özgürlük, barış ille de namlunun ucundan mı geçiyor?
PKK 1980’lerde silaha sarılıp dağa çıkmasaydı, Kürtlerin Cumhuriyet tarihindeki 29. isyanını başlatmasaydı, "Kürt realitesi" bu topraklarda resmi kabul görebilecek miydi?
Bundan sonrası nasıl gelecekti?
Öcalan’ın “Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun” çağrısından sonra Ankara da "birinci sınıf" demokrasi ve hukuk devleti konusunda gerekenleri yapacak mıydı?
Ve Agit Paris’e, evine dönebilecek miydi?
Agit’e dağların arasındaki bir vadide, yol üstünde yapayalnız nöbet tutarken rastladım.
22 yaşında.
Ailesi 1994’te, o acılı dönemde Dersim’den (Tunceli) Fransa’ya göç etmiş. İşçiymiş annesiyle babası. Paris’te doğmuş, liseye kadar okumuş. 2010’da dağa çıkmaya karar vermiş, dönüş yapmış Türkiye’ye...
Neden dağ sorusuna yanıtı kısa:
“Bir yandan kimlik, Kürt kimliği arayışım vardı. Diğer yandan Türkiye’de mücadeleyi takip ediyordum. PKK hareketinin çıkışı beni etkilemişti. Ve tabii Türkiye’de Kürt kimliğinin inkarı hep canımı sıktı. Annemle babam olumsuz bir tepki göstermediler PKK’ye katılmama...”
Keşke gerçek barış gelse, keşke annesiyle babası, Agit’in sağsalim Paris’e dönmesini görebilse...
İyi pazarlar!
Çekilme Günlüğü’ne bir gün ara, salı günü 5. yazı yine bu köşede.
Twitter: @HSNCML
_____________________________________________________________________________
Hasan Cemal'in Çekilme Günlüğü:
-
Bu yıl bahar bitmek bilmemiş, yağmur altında dağa tırmanıyoruz!
-
Kadın gerilla Savuşka’nın burukluğu: Yine çekiliyorsun yurdundan, niye peki!
-
İkinci grup da döndü, soru aynı; AKP demokrasi açılımı yapacak mı?