1990 yılı eylül ayı.
Ankara'da, Güniz Sokak'taki evinde DYP lideri Demirel’le kahvaltı ediyorum.
1970’li yıllardaki başbakanlık döneminde Genelkurmay Başkanlığı’na bir Kerkük-Musul senaryosu
hazırlattığını çıtlatıyor:
Yılda 20 milyar dolar petrol geliri
demektir Kerkük-Musul.
Genelkurmay başkanı rahmetli
Semih Sancar’a söylemiştim bir
kere, bir planımız olsun burası için
diye...
Dağlık, bir başka arazidir.
Bakarsınız bir gün konjonktür
değişiverir dedim.
Emperyalist düşüncede bir insan
değilim ama yine de her hale göre
hazırlıklı olmak gerekir devlet
olarak...
Kerkük’teki Türklerin hali de Irak’a
gittiğim zaman içimi burkmuştu.
Ana muhalefet lideri Demirel kahvaltıda bir ara sözü
Saddam Hüseyin’e getiriyor:
1975 yılıydı. (Birinci Milliyetçi
Cephe hükûmeti dönemi, Demirel
başbakan, HC.) Saddam Hüseyin
Moskova’dan geliyordu.
106 kişilik bir heyet. Kral
muamelesi yaptık Ankara’da. Çok
hoşlanırlar bundan.
Hani atın daşaklarına su atılır ya,
bir kova su, sinekler kaçışsın diye,
öyle... İlk boru hattına ikna ettim
Saddam’ı.
Ama aynı şeyi İran şahına
yaptıramadım. Rejimleri
bakımından bugün olduğu gibi o
zaman da Türkiye’nin güçlenmesini
istemezlerdi.
Kerkük - Musul senaryosu hâlâ Genelkurmay'da mı?..
Muhalefetteki Demirel belli etmek istemiyordu ama Cumhurbaşkanı Özal prim yapmaya başlamıştı, bundan rahatsızdı.
Güniz Sokak’taki kahvaltı masasının konusu, Güneydoğu’ya, Kürtlere dönüyor. Kapalı kapılar arkasındaki Demirel’in üslubu her zamanki gibi farklı:
Atatürk milliyetçiliğinin şoven bir
yanı yok değildir.
Biraz yer yer ırkçılık kokar.
"Ne mutlu Türk’üm diyene" lafı
biraz da yoruma bağlıdır.
Aslında Türk’ü esas sayar.
Ben bilirim çareyi.
Çare demokrasidir.
Bırak canım konuşsun dilini,
söylesin şarkısını...
Eşit vatandaş ve refahtan
eşit pay...
DYP lideri Demirel, kahvaltı masasında sözü tekrar
Kerkük-Musul senaryolarına getiriyor:
Araplar da, Yunanistan da, İsrail de,
Batı da, hiçbiri Türkiye’nin Kerkük-
Musul’a el koymasını istemez.
Yılda 20 milyar dolarlık petrol geliri
olan bir Türkiye korkulu rüyadır
çünkü...
Türkiye'yi "yedi düvel"le karşı karşıya getirecek, maceraya sürükleyecek hayallerden kesinlikle kaçınmak lazım.
Yukarıdaki satırları, ilk baskısı 2003'te yapılan Kürtler kitabımdan aldım. Görüldüğü gibi, Kerkük-Musul senaryoları yeni değil, epeyce eskilere gidiyor.
Ama aynı zamanda devlet katında, özellikle "asker"de bu senaryolara ilişkin bir gerçekçilik de dikkati çekiyor ve böyle bir planı uygulamaya kalkışmanın Türkiye açısından macera olduğu düşüncesi ağır basıyordu.
Kerkük'e ilk kez 1974'te gitmiştim.
Saddam'lı Baas rejiminin iktidarı ele geçirdiği Bağdat'tan Kerkük'e Rus malı askeri helikopterlerle uçmuştuk.
Yolum 2003'te de Kerkük'e düşmüştü.
Saddam Hüseyin'i deviren Amerikan işgalinin hemen ertesinde şehrin girişindeki anıtın üstünde, "Kerkük Türk'tür, Türk kalacaktır" sloganını okumuştum.
Kürtlerin ağzından ise ilk kez, "Kudüs Yahudiler için ne kadar kutsalsa, Kerkük de Kürtler için öyledir" sözünü duymuştum.
Zamanla Kerkük, Amerikan işgalinin desteği ve planlı Kürt göçüyle birlikte tümüyle Kürtlerin eline geçti.
Dün olduğu gibi bugün de, Türkiye devletiyle siyasetinde Kerkük-Musul hayali kuranlar eksik değil.
Bir kez daha vurgulamakta yarar var:
Tehlikeli bir hayaldir bu.
Türkiye'yi "yedi düvel"le karşı karşıya getirecek, maceraya sürükleyecek, bataklığa sokacak hayallerden kesinlikle kaçınmak lazım.
İyi pazarlar!