19 Ocak 2024

Erivan'da, Hrant'la Baş Başa...

Hrant Dink, "Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim," demişti

Anımsıyorum, Hrant Dink bir keresinde,
"Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim,"
demişti. Belki de sevgili Hrant'ın bu sözüydü,
yaşadığı acılardı, bunca yıl sonra
hayatımda ilk kez beni Ermenistan'a getiren
ve Erivan'da bir sabah vakti gün doğarken
Soykırım Anıtı'nın önünde bana duygu fırtınası yaşatan...

Ağrı Dağı, sislerin içinden kendini bir gösteriyor,
bir kayboluyor. Hüzünlü bir görüntüsü var.
Karlı zirvesiyle ne kadar soylu, ne kadar zarif.
Elini uzatsan sanki yakalayabileceksin, ne kadar yakın...

Ben Hrant'la baş başa, acıları düşünüyorum
anıtın önünde. Acılara saygı göstermeyi...
Başkalarının acılarını anlamayı...
Ve acıları paylaşmayı düşünüyorum.

Sabahın tuhaf sessizliğinde
Hrant'la baş başayım.
Bir de Rakel'in çığlığı kulağımda...
Ermeni ulusunun ve kendisinin
yaşadığı trajik acılar Hrant'ı fena halde
olgunlaştırmıştı. O, vicdanının diliyle
konuşmasını, yazmasını belki de
bu sayede öğrendi. Herkes herkesten
bir şeyler öğrenir. Ben de öğrendim
Hrant'tan, hem yaşamında hem ölümünde...
Tarihten kaçılamayacağını öğrendim.
Sabahın tertemiz sessizliğinde,
bir kez daha tarihi inkâr etmenin anlamsızlığını,
ama aynı zamanda tarihin, acıların
tutsağı haline gelmenin taşıdığı riskleri düşündüm,
Hrant'la birlikte... Ve çok uzaklardan dayımın sesi:
"Kökler kaybolmaz oğlum!"
Dayım Çerkes, Gabardey'di.
Ama Çerkesliğinden söz etmez,
'kökler'in konuşulmasından hoşlanmadığını
belli ederdi. Bizim 'devlet korkusu'ydu bu.
Ben bazen üstüne gidince, "Karıştırma bunları!" derdi.
Ölümüne yakın, "Hasan oğlum, kökler kaybolmaz ama,"
demişti kulağıma...

İnsanların kökleri, kök saldıkları toprakları
çok önemli. İnsanları dilinden, kimliğinden
koparmak nasıl insanlığa karşı büyük bir
suçsa köklerinden, topraklarından koparmak da
o kadar büyük bir suçtur. Hele bunlara kulp takmak
suçun ayrılmaz bir parçasıdır.

Ermeniler yaşadı büyük acıyı.
Anadolu'dan koparıldıklarında yaşadılar.
1915'te, 1916'da yaşadılar. Ve Anadolu hasreti
hiç dinmedi içlerinde... Türkler de yaşadı acıyı.
Balkanlardan, Kafkaslardan koparıldıklarında
yaşadılar acıyı, Anadolu'da savaş zamanı yaşadılar acıyı...

Kürtler de yaşadı acıyı. Dilleri, kimlikleri inkâr edildiğinde,
kendi topraklarında sürgün edildiklerinde
yaşadılar acıyı. Acıları mukayese etmiyorum.
Yanlış olur. Acılar karşılaştırılmaz. Hrant'ın sesi kulağımda:
"Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim."
Hrant sessizce anlatıyor acısını:
"Atalarımın başına gelenleri biliyorum.
Buna kiminiz 'katliam', kiminiz 'soykırım',
kiminiz 'tehcir', kiminiz 'trajedi' diyorsunuz.
Atalarım da Anadolu deyimiyle 'kıyım' derdi.
Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını,
çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden,
kök saldığı ortamlardan söküp bilinmez bitmez
yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk
büyük bir bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin
bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme kıvranışımız,
insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir?

"Buna soykırım mı desek, göç mü desek?"
diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı
ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine
tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle,
insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasını kurtarmış olacağız?"
Acıları ille de bazı parantezlere almak,
ille de kategorize etmek şart mı?
Elbette önemsiz değil bu. Ama ille de gerektiğini sanmıyorum.

Özellikle Türkler ve Ermeniler,
Türkiye ve Ermenistan ve de Ermeni Diasporası
denklemin içinde olunca, soykırım mı, değil mi
tartışmaları çok şeyi birden kilitliyor. Tarihi kilitliyor.
Aklı, sağduyu kilitliyor. Diyalogu kilitliyor.
Ve bu kilitlenme hâli, 'fanatikler'in işine yarıyor.
Tarihin sayfalarından nefret ve düşmanlık
çıkarmak kolaylaşıyor. Oysa onların işini zorlaştırmak
lazım. Tarihin tutsağı olmadan, geçmişin
acıları tarafından rehin alınmadan sevgi
ve barış ipine sarılabilmenin yollarında
yürüyebilmeliyiz. "Geçmişte yaşanan büyük
felaketin sorumluları gibi mi davranacağız,
yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları
bu kez uygar insana yakışır şekilde mi yazacağız?"
diye soran Hrant Dink'in sesine kulak veriyorum
sisli bir sabah vakti, Soykırım Anıtı'nın önünde...
Gelin önce birbirimizin acılarını anlayalım,
paylaşalım ve saygı gösterelim. Sonrası gelir.
Öyle değil mi sevgili Hrant?
"İkrar değil, inkâr değil, önce idrak," derdin.
'İdrak'ın yollarının demokrasiden,
özgürlükler düzeninden geçtiğini adın gibi bilirdin.

Sevgili kardeşim; Erivan'da gün doğuyor,
güneş sislerin içinde kırmızı bir portakal gibi.
Sabahın bu güzel sessizliğinde,
beyaz karanfilleri senin için koyuyorum anıtın dibine.
Beni buralara sen, senin acıların getirdi çünkü...
Evet, gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim! (*) 


(*) Milliyet, 6 Eylül 2008.

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara'da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986'da Sedat Simavi Ödülü'nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013'ten beri T24'te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi'nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal'in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2003)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!