New York Times, seçim kampanyası boyunca Donald Trump’ı çok ağır eleştirdi.
Trump’ın barış ve demokrasiye büyük bir tehdit olduğunu sürekli vurguladı.
Ayrıca, gazete olarak Hillary Clinton’ı desteklediklerini bir başyazıyla açıkladılar.
Trump da, kampanya boyunca New York Times’a verdi veriştirdi, ağzına geleni söyledi.
Kampanya bitti, sandıktan Trump çıktı.
Donald Trump dün yine New York Times’ın manşetindeydi.
Ama bu kez farklıydı.
NY Times’a gelmiş, gazetenin yayıncısı, yöneticileri ve muhabirleriyle bir masanın etrafına oturmuş, kendisine yöneltilen tüm soruları yanıtlamış, gazete de görüşmeyi manşetten noktasına virgülüne kadar yayımlamıştı.
Soruydu, yanıttı geçiyorum.
Trump, kendisinden hazzetmeyen gazeteci milletinin karşısına geçip sorularını yanıtlayabiliyor
Üstünde durmak istediğim konu başka.
Yeni Amerikan Başkanı, ayağının tozuyla, kendisini yerden yere vurmuş bir gazeteyi seçim sonrası ziyaret edebilmiş, yazı işlerinin karşısına oturabilmiş ve kendisinden zerre kadar hoşlanmayan gazeteci milletinin sorularına muhatap olabilmişti.
Hoşuma giden buydu.
Beni bir gazeteci olarak imrendiren manzara buydu.
Çünkü, bu memlekette gazeteci milleti yıllardır böyle bir manzaraya hasret durumda.
Çünkü, bu ülkenin Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır gerçek bir basın toplantısı yapmadı.
Hoşlanmadığı gazetecilerin karşısına oturmadı.
Kendisine ters sorular soracak, kendisine sorularıyla eleştirel tavırlar alacak gazetecilerden sürekli kaçtı.
Türkiye’ye ve dünyaya, hayata kendisinden farklı bakan gazetecileri ‘huzur’a kabul etmedi.
Ancak kendisine biat etmiş olanları, kendisini rahatsız etmeyenleri çevresine topladı.
Yalnız bu durum bile, Türkiye’nin demokrasiden ne kadar uzaklaştığını göstermeye yetiyor.
Özgür ve bağımsız medyanın bu memlekette nasıl yerle bir edildiğini göstermeye yetiyor.
Evet, çok hazin ama gerçek.
Demokrasi ve ifade özgürlüğünün bu ülkedeki seviyesiyle ilgili olarak yabancı meslektaşlarımdan gelen sorulara yanıtım yıllardır şöyle başlardı:
“Bunca yıldır gerçek bir basın toplantısı yapmamış bir cumhurbaşkanı var bu ülkenin...”
Sadece bu cümle bile demokrasi çıtasının nasıl yerlerde süründüğünü anlatmaya yeter de artardı.
Bugün artık böyle bir cümleye de ihtiyaç yok, çünkü “Erdoğan’ın Türkiyesi”ni bilmeyen kalmadı gibi...
Soruyorum:
Erdoğan’ın karşısına geçip de şu konularda takır takır ya da dobra dobra soru sorulabilir mi:
İfade özgürlüğü...
Hapisteki gazeteci ve yazarlar...
İdam cezası...
Yargı bağımsızlığı...
Güçler ayrılığı...
Türk lirasının dolar karşısında tepetaklak gidişi...
Tek adamlık...
17-25 Aralık’ın yolsuzluk ve rüşvet boyutu...
15 Temmuz sonrası hızla el değiştirmekte olan devlet...
15 Temmuz sonrasının adaletsizlik, hukuksuzluk örnekleri...
Kürt meselesinde 180 derecelik rota değişikliği...
Batı değil Doğu...
Ekonomik krizin ayak sesleri...
Kadın-erkek eşitliğini, laikliği delik deşik eden uygulamalar...
Suriye politikasındaki vahim hatalar...
Lozan eleştirileri...
Havuz medyasının oluşumu...
Üniversiteyi Saray’a tam biat ettirici adımlar...
Soruyorum:
Bugün Tayyip Erdoğan’ın karşısına geçip bu sorular sorulabilir mi?
Bu konular bir basın toplantısında kendisiyle tartışılabilir mi?
Ya da Tayyip Erdoğan bu soruları sorabilecek gazetecileri huzura kabul eder mi?
Böyle bir gerçek basın toplantısı düzenleyebilir mi?
Hiç sanmıyorum.
Ama bakın Trump bile bunu yapabiliyor.
Seçim kampanyası boyunca kendisini demokrasi ve barış düşmanı ilan etmiş bir gazeteyi, başkanlık seçiminin hemen ertesinde ziyaret edebiliyor.
Kendisine hayatı zindan etmiş gazetecilerin karşısına oturup zehir zemberek sorularını yanıtlayabiliyor.
Trump’tan hiç hoşlanmıyorum.
Erdoğan’dan da öyle.
Ama hiç olmazsa Trump, kendisinden hazzetmeyen gazeteci milletinin karşısına geçip sorularını yanıtlayabiliyor.
Böyle bir cesareti var.
Ya da Amerika’da işleyen ‘demokrasi mekanizması’ndan, ‘demokrasi kültürü’nden bu kadarcık da olsa nasiplenebilmiş...
Ya Tayyip Erdoğan?..