Yine bir kez değil.
İki kez değil.
Tam üç kez.
Ne mi?
Ömür boyu hapis cezası.
Eski deyişle:
Ağırlaştırılmış müebbet...
Birkaç gün önce Şahin Alpay'lar için istendi.
Şimdi de Nazlı Ilıcak'lar, Ahmet'ler, Mehmet'ler için talep edildi.
Neden mi?
'Darbecilik'ten...
'Terör örgütü'yle oynaşmaktan...
Darbe çağrışımı yapan subliminal mesajlar vermekten...
Akıl alır gibi değil.
Hâlâ hukuktan mı söz edeceğiz?
Hâlâ özgürlük mü diyeceğiz?
Hâlâ yargı bağımsızlığından mı dem vuracağız?
Gülünç olmayın.
Hukuk da, özgürlük de çoktan miadını doldurdu bu memlekette.
Bağımsız yargı uçtu gitti.
Artık herkesin gözü Saray'da...
Yargının, yasamanın, medyanın, akademiyanın, neredeyse ülkedeki tüm güç odaklarının ipleri Saray'da toplanmış durumda.
Güç odakları önce Erdoğan'ın ağzına bakıyor.
Ayrıca, bu memlekette bir Nazlı Ilıcak, bir Ahmet Altan, bir Şahin Alpay, bir Mehmet Altan ve daha niceleri 'darbecilik'le, 'teröristlik'le suçlanabiliyorsa, artık sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Hâlâ yargı bağımsızlığından mı dem vuracağız? Gülünç olmayın
Ama unutmayın!
Yarın sandıktan bir de evet çıkarsa, bütün bunların üstüne tüy dikilecektir.
Erdoğan darbesi derinleşme yolunda ilerleyecek, Türkiye'nin önünde bilinmezlerle dolu bir kaos dönemi açılacaktır.
Bu arada kayda geçireyim.
Nazlı'yı da, Ahmet'i de, Şahin'i de, Mehmet'i de çok özledim.
Sürgündekileri de...
Yalnız hapistekiler değil, sürgündeki dostlar da her geçen gün çoğalıyor çünkü...
Cengo İsveç'te...
Yavuz Fransa'da...
Cengiz Yunanistan'da...
Can Almanya'da...
Ergun Kanada'da...
Eyüp İngiltere'de...
Celal, Ragıp Belçika'da...
Adı şimdi aklıma gelmeyen daha niceleri...
Sohbetlerimizi arıyorum.
Kavgalarımızı özlüyorum.
Telefonlardaki durum değerlendirmeleri burnumda tütüyor.
O klasik "ne olacak bu memleketin hali"yle ilgili sıcak tartışmalar gözümün önünden gitmiyor.
Ama artık yoksunuz.
Kiminiz hapiste...
Kiminiz sürgünde...
Ayıp Allah için...
Tesbih taneleri gibi dağıldık gittik.
Dostlar, etrafım gitgide tenhalaşıyor.
Ve içim daralıyor.
Elimden ne gelebilir ki, oturup yazmaktan başka?..
Murat Belge'nin dediği gibi:
Yazacağız, nokta.
Yazıyorum da...
Eee?..
Yazıyorum da n'oluyor?..
En sevdiğim insanlar hakkında bir değil, iki değil, tam üç defa ömürboyu hapis isteniyor.
En sevdiğim insanlar, 'darbecilik'le, 'teröristlik'le, 'subliminal mesaj' vermekle suçlanıyor.
Yuh olsun!
Tahammül etmek gittikçe zorlaşıyor.
Tesbih taneleri gibi dağıldık gittik. Dostlar, etrafım gitgide tenhalaşıyor
Ahmet Altan'ın 2009'da Leibzig Özgürlük ve Medya'nın Geleceği Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmadan bazı bölümleri köşeme alıyorum.
Kant, “Ben yıldızlara ve iyiliğe şaşarım” demiştir.
İyilik, gerçekten de şaşırtıcıdır. Doğanın canlılara yüklediği
bencilliğe ve vahşete aykırıdır
çünkü.
Tarih, mantıklı kötülüklerle,
mantıksız iyiliklerin dövüşüne
şahit olmuştur her zaman.
Bu savaş hâlâ sürüyor.
Kötülüklerin ve vahşetin büyük gücüne, iktidarına, parasına,
silahına karşı, vicdanın ve
iyiliğin kararlılığı, cesareti,
inatçılığı baş kaldırırken, bu
vicdan büyük düşmanlar
kazanıyor.
Bu ödül, o düşmanlara karşı
yalnız olmadığımızı,
yeryüzünün her tarafında
vicdan sahiplerinin birbirine
destek olduğunu, sesini
yükselttiğini, kuvvetli bir
dayanışma içine girdiğini
gösteriyor.
Biz burada, bütün
mantıksızlığımız ve bütün
vicdanımızla, dünyadaki
kötülüklere meydan okuyoruz.
Onlara, bu ödülü benden çok
daha fazla hak eden Milyus ve
Saviola gibi, “Biz
gerilemeyeceğiz, biz
dövüşeceğiz, biz insanlara
kötülükler yapılmasına izin
vermeyeceğiz” diyoruz.
Evet öyle sevgili Ahmet;
Demokrasi için dövüşmeye devam, gerilemek yok.
Bunun bir adımı da,pazar günü sandık başı yapıp HAYIR demekten geçiyor.