21 Kasım 2022

Bugünler geçer, yarınlara savaş naraları değil, barış türküleri kalır

Bizler, yaşasın ölüm diye bağırmayı reddettiğimiz için tarih önünde suçlu olmayacağız!

"Barış"tan korkuyor! Barış olursa,
iktidarını kaybedeceğini adı gibi biliyor.
Barış olursa,
yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının açılacağını
adı gibi biliyor.
Barış olursa,
Saray'da tek başına kalacağını,
insan içine çıkamayacağını adı gibi biliyor.
Barış olursa,
demokrasi ve hukukun üstünlüğüne
bugüne kadar indirmiş olduğu darbelerin
hesabının kendisinden sorulacağını
adı gibi biliyor.
Barış olursa,
bu memlekette insanları birbirine düşman etmenin,
birbirine düşürmenin,
keskin cephelere bölmenin,
kutuplaştırmanın tüm hesaplarının
şöyle ya da böyle kendisinden
sorulacağını adı gibi biliyor.
(Hasan Cemal, 9 Ağustos 2015, T24)

* * *

Unutmayın: Barış hiçbir zaman namlunun
ucunda olmadı. Barış oturup konuşarak,
diyalog kurup müzakere ederek gelir.
Bunun için de önce parmakların tetikten
çekilmesi, dağda silahların susması
şarttır, ön koşuldur.
Ve bunun adı,
'barış süreci'dir.
'Savaş süreci'nin yaşanmaya
başladığı bir dönemde ben 'barış süreci'nden
söz etmek istiyorum. Çünkü eninde sonunda
yine bu noktaya geleceğiz, barışın
konuşulacağı yere…
Önemli olan bu yolu kısaltmaktır.
Acıları azaltmaktır. Ve barış bir an değildir.
Bir 'süreç'tir. Hayal kırıklıkları ve çelişkilerle dolu,
umutla umutsuzluğun
iç içe geçtiği hiç de kolay olmayan
sancılı bir süreçtir barış…
Savaş zamanı barıştan söz ediyorum.
Çünkü eninde sonunda bu noktaya gelinecek yine,
bir 'barış süreci'nin başlayacağı yere…
Bunu acılar daha fazla derinleşmeden
yapalım,
barışa açılan yolu kısaltalım.
(Hasan Cemal, T24, 30/08/2011)

* * *

Bizim de barış hayallerimiz var!

Savaş ve barış… İnsanların kendi elleriyle hayatı
nasıl cehenneme çevirdiklerine
nedense hep şaşarım. Ama her şeye rağmen
yine de iyimserim. İnsanoğlu eninde sonunda 
en büyük benim demeden… Biz ve onlar ayrımı
yapmadan… Yan yana, bir arada… Ve farklılıkları
tanıyarak… Öteki, yabancı ve düşman 
kavramlarını da reddederek… Barış içinde yaşamayı
öğrenecek. Mostar'ın yıkıntıları arasında dolaşırken,
Bihaç'ta havan topuyla bir bacağını kaybeden
gençle sohbet ederken (o havan mermisini
bana hediye etmişti, çalışma odamda hâlâ durur)
Saraybosna'nın uğradığı kültürel temizliğe
adım başı tanık olurken duygu fırtınalarına
tutulmuştum.
Milliyetçiliğe, şovenliğe,
fanatizme lanet okumuştum. Mostar Köprüsü'ne
giden yolda, b
ir tahta parçasının üstüne yazmışlardı:

"Unutma!"

Unutma ve ders çıkar savaşlardan…
Eski şehirdeki savaş müzesinden
çıkarken kulağıma gitar sesleri geldi.
Büyük taş meydanın köşesinde
iki genç neşeyle çalıp söylüyordu.
Onlar artık kurtuldu yaşamak için acı
çekmekten… Peki ama biz ne zaman
kurtulacağız?.. Barış, bizim yaşadığımız
toprakların
kapısını ne zaman çalacak?..
Suriye'ye, Irak'a, Kobanê'ye, Suruç'a, Cizre'ye,
Silvan'a ne zaman gelecek barış ve huzur?..
Hayır, savaş değil bizim topraklarımızın
alın yazısı da! Ayrıca, Pablo Neruda'nın dediği gibi: 

Hayatın gerçekleri varsa,
bizim de hayallerimiz var.
Barış hayalleri…
(Hasan Cemal, 26 Eylül 2015, T24)

* * *

 

Savaş değil barış,
ölüm değil hayat,
silah değil diplomasi...

Savaşa karşıyım. Karşı olduğum için de
Suriye'de,
Fırat'ın Doğusu'yla Batısı'nda
yapılan askeri harekâtların hepsine
hayır dedim. 2016 sonrasındaki Fırat Kalkanı'na da, 
Zeytin Dalı'na da (Afrin), 
Barış Pınarı'na da karşı çıktım. Bugün de
Bahar Kalkanı'na hayır diyorum.
Çünkü savaş değil barış istiyorum.
Çünkü silah değil diplomasi istiyorum.
Çünkü ölüm değil hayat istiyorum.
Çünkü savaş değil barış alanları genişlesin
istiyorum. Ve bütün ölenlere içim yanıyor.
Şehitler yüreğimi dağlıyor. Şehit analarının
çığlıkları yüreğimi kanatıyor. Yaşamak
için çoluk çocuk yollara düşen mültecilerin
hallerini televizyonlarda gördükçe
gözyaşlarımı tutamıyorum. Her yandan
yükselen savaş çığlıkları ya da ölüme çağrılar,
ölüme güzellemeler 
karşısında hissettiğim
çaresizlik iç dünyamı allak bullak ediyor.
Kaç yıldır hep aynı şeyleri söyledik. Girme,
orası tuzak dedik. Macera dedik. Bataklık 
dedik. Yapma etme, Türkiye'nin de içi karışır
dedik. Güvenliği de kötüye gider, istikrarı da
bozulur, ekonomisi de kötüler dedik.
Sürekli tekrarladık: Silaha değil diplomasiye
dayanan bir oyun planı lazım Türkiye'ye dedik.
"Barışı öngören kapsamlı bir oyun planı"nın
altını çizdik. Yedi düvelle savaş politikası
-ya da herkesle papaz olmak- Türkiye'yi tüketir,
Türkiye'nin çıkmazlarını büyütür, yapma etme
dedik. Dinlemedin. Savaş değil barış politikaları
Türkiye'yi rahatlatır, ayrıca bölgedeki nüfuz
alanını genişletir 
dedik. Hiç kulak asmadın. Bölge
Kürtleriyle
 de barış yap dedik. Şam'a da el uzat
dedik. Washington'la da, Moskova'yla da,
 Tahran'la da iyi geçin dedik. İsrail'i de, Mısır'ı da,
 Suudi Arabistan'ı da karşına alma dedik. Dinlemedin.
Dün Rusya'dan S-400'ler satın alındı, şimdi Amerika'dan 
Patriot füzelerinin peşindeyiz. Yazık, gülünç
oluyoruz. Evet, taşlar baştan beri yanlış oynanıyor.
Türkiye öylesine bir bataklığa sürükleniyor ki,
öylesine büyük provokasyonlara açık hale
geliyor ki, Allah korusun demekten başka bir söz
bulamıyorum. Şu soruyu sormak zorundayız:
Hepimizin yüreğini dağlayan ölümlerin
sorumlusu kim? Şehitlerin sorumlusu kim?
Savaşa karşı çıkanlar mı?
Girme Suriye'ye diyenler mi?
Savaş değil barış isteyenler mi?
Son söz: Allah Türkiye'ye kolaylık versin.
(Hasan Cemal, 2 Mart 2020, T24) 

* * *

Bizler,
yaşasın ölüm diye
bağırmayı reddettiğimiz için...

İki yıl önce, 2018 yılı başında basılmayan
kitabımın sayfaları arasında dolaşıyorum.
İstanbul, 9 Şubat 2018.

Galiba yaşamak
için ille de acı çekmek gerekiyor her devirde...
Nasıl bir memlekette yaşıyoruz.
Milliyetçilikle İslamcılığın iç içe geçtiği bir
despotluk özgürlüklerin üstünden silindir
gibi geçiyor. Elimizden bir şey gelmiyor.
Afrin harekâtına karşı çıktığın için, barış
dediğin için vatan hainliğiyle, milleti arkadan
bıçaklamakla suçlanabiliyor, hatta kendini
demir parmaklık arkasında bulabiliyorsun.
Oya Baydar geçen gün T24'te güzel yazdı,
"Yaşasın ölüm diye bağırmadığımız için suçluyuz"
başlığıyla... Bugünler geçer, yarınlara savaş
naraları değil barış türküleri kalır.
Bizler, yaşasın ölüm diye bağırmayı reddettiğimiz
için tarih önünde suçlu olmayacağız!
(Hasan Cemal, 29 Eylül 2020, T24)

* * *

Yıllardır, hep aynı yazılar.
Çünkü bu memlekette değişen bir şey yok.
Ne kadar hazin.
Bu yüzden canım artık yazı yazmak istemiyor.
Yoksa hayata boşuna mı geldik,
demişti Nadir Bey... 

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten beri T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde "Medya ve Politika" dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2004)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var.

Yazarın Diğer Yazıları

CUMHURİYET’in 100. kuruluş yıldönümünü kutluyorum

Cumhuriyet’te geçen 18 yılımı “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” isimli kitabımda yazdım

Zülfü'nün hüzünlü sesi...

Yaşlı hatıralar beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor