Sevgili Ahmet Altan;
Zor zamanlardan geçiyoruz kardeşim.
Diyeceksin ki, ne zaman kolay oldu ki?..
Haklısın.
Çetin Abi’yi düşünüyorum.
Hukuk ve özgürlük kavgalarıyla dolu bir hayata veda ederken, “Hayal ettiğim ülke bu değildi” diyen oydu.
‘Filmin sonu’nu o da göremedi.
Herhalde bize de nasip olmayacak.
Beklediğimiz yarınlar anlaşılan gelmeyecek.
Evet, bir bakıma hayal kırıklıkları...
Ama şunu sen de biliyorsun.
Hayat boşa geçmedi, geçmiyor.
Çetin Abi’nin, bizden önceki kuşağın demokrasi, hukuk ve özgürlük mücadelesi bizim de önümüzü aydınlattı.
Onlardan çok şey öğrendik.
Öncelikle dik durmayı...
Elimizde kalem, devlete ya da her türlü iktidar odağına karşı dik durmayı öğrendik.
İtiraz etmeyi öğrendik.
Bize dayatılmak istenen resmi klişeleri sorgulamayı öğrendik.
Tabularla savaşmadan, tabuları kırmadan güzel zamanların gelmeyeceğini öğrendik.
Çetin Abiler öğretti bize bunları.
Sen de sakın enseyi karartma!
Sevgili Ahmet;
Senin vermiş olduğun demokrasi, hukuk ve özgürlük mücadelesinin uzun yıllardır yakın tanığıyımdır.
Bu konudaki cesaretini biliyorum.
Atatürk’e de eleştirel yaklaştın.
Cumhuriyetin kuruluşundaki yanlışları ve bu yanlışların bugün demokrasiyi ikinci sınıflığa mahkûm eden sonuçlarını da sergiledin.
Bu yanlışların Osmanlı dönemine, İttihat ve Terakki’ye uzanan köklerini de unutmadın.
Bu çerçevede Türkiye’nin ‘asker sorunu’na ışık tuttun.
Askerin demokrasilerde ‘seçilmiş sivil otorite’ye tabi olması gerektiğini savundun.
Yine bu çerçevede, Kürt sorununu didik didik ettin.
Kürtlerin yaşadıkları acıları dindirmeden, onların ‘eşit vatandaşlığı’nı kabul etmeden, bu memlekette birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletinin olamayacağını anlattın durdun.
Şiddet ve terörü reddettin.
Hem devletin, hem PKK’nın şiddet ve terör eylemlerine karşı çıktın.
Askeri darbeleri reddettin.
Darbeci geleneği reddettin.
Asker içindeki darbe tezgâhları karanlıkta kalmasın diye yazdın çizdin.
Türkiye’de hukuk ve özgürlüğe köstek olan yerleşik ‘medya düzeni’ değişsin diye sesini yükseltip durdun.
Bütün bu mücadeleyi elinde kalem romanlarınla, yazılarınla yürüttün.
Sevgili kardeşim;
Bilesin,
seni ve gürültülü
masa başı sohbetlerimizi çok özledim
Sevgili Ahmet;
Bugün hapistesin.
Derinleşmekte olan bir ‘sivil darbe’, ‘Erdoğan darbesi’ seni demir parmaklık arkasına attı.
Senin için ‘darbeci’ diyor.
‘FETÖ’cü’ diyor.
Gülünç oluyor.
Seni hapiste tutmak, mahkûm etmek için hukuku yerle bir ediyor bu ‘sivil darbe...'
Ne yazık ki öyle.
Yalnız sen değilsin içeride olan.
Sevgili Memo da orada.
Ama kardeşlerin görüşmesine izin vermeyecek kadar acımasız, askeri darbe dönemlerinden daha hoyrat bir zindan düzeni var bugün...
Gerçekten hazin.
Şahin Alpay da hapiste, Nazlı Ilıcak da.
Aslı Erdoğan da, Necmiye Alpay da.
Ali Bulaç da, Ahmet Turan Alkan da, Mümtaz’er Türköne de, Murat Aksoy da hapiste...
Neredeyse bütün Cumhuriyet’çiler, Murat Sabuncu’dan Kadri Gürsel’e, Akın Atalay’a, Güray Öz’e, Turhan Günay’a kadar Cumhuriyet’ten on meslektaşım hapiste...
Hukuk tepelenerek özgürlükleri ellerinden alınan, aslı astarı olmayan iddialarla susturulmak istenen meslektaşlarımızla, siyasetçilerle dolup taşmaya başladı cezaevleri...
Sevgili Ahmet;
Allah’tan siyaset sahnesinde hâlâ yürekli, dürüst, sesini hâlâ çıkarabilen insanlar da var.
Bunlardan biri Kemal Kılıçdaroğlu.
CHP lideri olarak hafta sonu Adana’da halkın önüne çıktı ve hepinizin adını kürsüden okudu, alkışlattı.
Son derece demokrat bir tavır sergiledi.
Erdoğan’ın sivil darbe sürecine bir kez daha kafa tuttu, ‘demokrasi cephesi’nde saf tuttu.
Bunu çok önemsiyorum ve Sayın Kılıçdaroğlu’nu kutluyorum.
Sevgili Ahmet;
Canım çok sıkkın şu günlerde.
Elimden daha fazlası gelmiyor.
Arada birkaç satır yazmaktan başka.
Keşke sen de olsaydın dışarıda...
Ama bugünler de geçip gidecek.
Sıkma canını.
Bu akşam Yasemin, Sanem, Kerem ve Ayşe bir araya geliyoruz, artık sana da, Memo’ya da bir kadeh kaldırırız.
Sevgili kardeşim;
Bilesin, seni ve gürültülü masa başı sohbetlerimizi çok özledim.