Yavuz Baydar bir süredir yurt dışında.
Pazartesi gecesi telefonda bizleri eleştiriyordu, hapisteki ‘gazeteci milleti’ne yeterli ilgiyi göstermediğimiz için…
Ben de kendisinden son durumu özetleyen bir liste istedim, hemen gönderdi.
Sabah vakti cep telefonum çaldı.
Arayan Yavuz Baydar’dı:
“O listeye benim adımı da ekle” diyordu bezgin bir sesle...
Sabaha karşı evlerine polis gelmiş, çilingirle kapıyı açıp girmişler, arama sonrası bir tutanak tutup gitmişler…
12 Mart darbesini hatırladım.
Yıl 1972, sıkıyönetim günleri.
Dergimiz kapatılmıştı.
Bir gece uykudayken evimiz basıldı.
Gürültüyle yatağımızda zıpladık.
Karım hamileydi.
Işığı yaktım.
Makinalı tüfekli, çelik yelekli polis ve askerler yatak odamıza doluşmuştu.
Darbeler bitmek bilmiyor bu memlekette…
Her seferinde ilk olarak da gazetecilere, yazarlara, sanatçılara kelepçe vuruluyor.
P24’ün tespitlerine göre, Türkiye’de tutuklu gazeteci sayısı halen 107.
Bu listeye, Diyarbakır’da Kürtçe çıkan Azadiya Welat gazetesinin 28 Ağustos’ta gözaltına alınan 23 çalışanını eklemek gerekir.
15 Temmuz sonrası
demokrasi
bekleyenlerin hayal kırıklıkları, anlaşılan, devam edecek
Bu sabahtan beri de 35 gazeteciden oluşan yeni bir gözaltı dalgası yaşanmakta.
Aralarında Yavuz Baydar, Ergun Babahan ve gözaltına alınan Murat Aksoy’un da bulunduğu 35 gazeteci daha…
Pazartesi günü öğleden sonra Aslı Erdoğan’la dayanışma nöbetine gittim.
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun önü kalabalıktı.
Görüş günüymüş.
Ömer Çavuşoğlu’nu görüyorum, kardeşi Nazlı Ilıcak’ı ziyarete gelmiş anlaşılan.
Yüksek duvarların, dikenli tellerin üstünden sevgili Nazlı’ya bir selam sallıyorum.
Bir selam da, yine demir parmaklıklar arkasındaki bir başka kadın meslektaşıma, Lale Kemal’e gönderiyorum.
O kadar çok arkadaşım var ki hapiste.
Şahin Alpay…
Ali Bulaç…
Mümtaz’er Türköne…
İsmini unuttuklarım, her gün sayıları büyüyen gazeteciler…
Bakırköy Kadın Cezaevi’nin önündeki meydan anababa günü.
Aslı Erdoğan için kendisine mikrofon uzatılan herkes dilinin döndüğünce birşeyler söylüyor özgürlük üzerine.
Ben de n’apayım, fazla klasik laflarımı tekrarlıyorum:
Sözcükler tutuklanamaz!
Dile zincir vurulamaz!
Ne yapsanız Aslı Erdoğan yazacak, üstelik en güzel romanlarını bundan sonra yazacak.
Bu dünya despotlara kalmadı, kalmayacak!
Kalabalık arasından yanıma yaklaşıyorlar. Genç bir erkek, iki kız çocuğu, bir karaçarşaflı kadın, bir de ak sakallı…
Dinliyorum:
“Eşimi Fethullahçı diye hapse attılar. Cezaevlerinde psikologluk yapıyordu. Bu eşimin annesi, bu babam, bunlar da çocuklarımız… Ziyarete geldik eşimi… O da dört aylık yeni doğan çocuğumuzla hapis yatıyor. Olacak şey mi?.. Fethullahçılıkla en ufak bir alakamız yok.”
Hapishane önü.O kadar kalabalık ki.
Gençler, yaşlılar, Türkler, Kürtler…
Siyasetçisi, gazetecisi, yazarı çizeri…
Aralarında 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşayanlar da var, “Hiç bu kadarını görmedik” diye anlatıyorlar, demli çaylar yudumlanırken…
Genç bir Kürt kadın kendini tanıtıyor.
Afrika’ya ihracat yapıyormuş.
Yıllar yılı yoksul Afrika ülkelerinin dertleriyle de haşır neşir haldeymiş.
Geçen gün Kara Afrika’nın en yoksul, en zor ülkelerinden biri olan Benin’den arkadaşı aramış:
- Seni çok merak ediyoruz nasılsın?
Ne günlere kaldık, diye noktalıyor sohbeti…
Bu satırları dün öğle vakti yazarken, Yavuz Baydar’dan bir WhatsApp çınlıyor cep telefonumda:
“Eski Today’s Zaman yazarı, yıllar yılı Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’nun danışmanlığını yapan Ali Yurttagül’ün de evi basılmış…”
15 Temmuz sonrası demokrasi bekleyenlerin hayal kırıklıkları, anlaşılan, devam edecek.