Ayşin Korucu dansa çok emek vermiş bir kalp, aynı zamanda maharetli bir aşçı. Ben, onu, oryantal dans yolculuğumda tanıdım. Sabahın 7’sinde, kapısını dans için çalmışlığım var. Hayallerinin peşinden ne olursa olsun gitmiş. İşini tutkuyla yapan insanların gözlerinin içi hep gülüyor. Korucu da onlardan biri. Baş parmağımla, orta parmağımın arasında üzüm varmış da o görünmeyen üzümleri tutarmış gibi dans etmeme sebep. “Üzümleri düşürme, evet...” deyişini şimdi bile duyar gibiyim.
Bu zamana kadar neler yaptın?
Aslında bugün bunu düşündüm. O kadar çok şey yapmışım ki. Aç kalacak kadar bir odaklanmışlıkla -kendimi bu işte geliştirmeye- çalışmışım. Kız kardeşim Elmadağ’da çalışıyordu. Bir ara, yemeğimi bile bana o taşıyordu. Bu kadar aşk dolu bir yolculuk aslında.
O yıllarda kaç yaşındaydın?
28. O dönem Bilgi Üniversitesi’nden bir profesör ile çalışıyorum. Stil kaydırıyorum. Küba stili danslar yapıyorum. Bir yandan Pera Güzel Sanatlar Lisesi, flamenko; bir yandan, oryantal -zaten ilk aşkım... Bu çalışmalar çok yoğun devam etti küçüklükten beri.
Küçükken “Ben dansçı olacağım” der miydin?
Hayır. İçine kapanık bir kız çocuğu. 400-500 sayfalık kitaplar okuyan... Gözlemliyordum. O zaman daha çok tiyatrocu ya da avukat olmak gibi anketleri süsleyen farklı cümlelerim vardı. İlk kez babamın ayaklarına basıp dans etmiştim. Babam trompet çalan müzikle ilgili biridir. Babayla ilk dansın vurucu etkisi var.
Profesyonel geçiş nasıl oldu?
24 kişilk bir kız ekibimiz vardı. Hocalarım beni erken keşfetti. Belediye konservatuarı ile başlangıç yaptım. Neredeyse yaşıt olduğum okula eğitmen oldum. Halk oyunları ile başlayan süreçte, dünya danslarının akın akın geliştiğini gördüm. Orada da stil kaydırdım. Bütün gelişimleri takip ettim. Sayısız öğrenci yetiştirdim. Profesyonel olduktan sonra, eğitmen olarak koreografide geliştirdim kendimi. Sonra bir DVD projesi geldi. İnanılmaz başarı sağladı.
Sonra?
DVD bana Güney Kore kapılarını açtı. Hep hayalimdi orada yaşamak. Güney Kore’de koreograf ve dansçı olarak bir film projemiz oldu. Orada 24 tane oryantal dans hocası yetiştirdim. Güney Kore, Japonya, Çin bizim İran, Irak, Türkiye gibi. Japonya’dan da teklif aldım. Şirket büyük değildi. Büyürseniz geleceğim, dedim. Döndüm, geri aradılar. 1 yıl diye gittim 4 yıl kaldım. Televizyon projeleri oldu. Radyoda canlı yayında dans öğrettim. Aynı anda 735 kişi dans etti. Orada marka olduk. Sonra ülkeme döndüm. Özel ilgim olan yemeği de sığdırdım araya. Japonya’da yemek dersleri aldım. Ülke dansları ve ülke yemeklerini birleştirdim. Uzun workshop’lar yaptım. Geniş bir yelpaze. 18 aylıklara, zihinsel engellilere dans öğretiyorum mesela. Hayatım dans!
Sadece sahnede kalmıyor, evlendiriyorsun da galiba...
Öyle bir ünüm var. Geliyorlar dans derslerine, sonra yuva kuruyorlar. Nikah şahitliği yapıyorum onlara. 11 şahitliğim var. En son asistanımı evlendirdim. Elimde büyümüşler.
En son asistanınla kaç yıldır birlikte çalışıyorsunuz?
15 sene. Artık aile gibi oluyoruz. Dans derslerimin böyle bir büyüsü var.
Türkiye’de neden oryantal dans hocası olmak isteyen çıkmıyor?
Bu beni çok üzüyor. Kendi ülkemdekiler bunun farkında değil. Tüm dünya koşarak ilerliyor. Değerli hocalardan mümkün olduğunca faydalanıyorlar. Sen 55. hoca adayısın ama Türkiye’de bir tane kişi çıkıyor. Dans Türkiye’de tanıtılmıyor. Küçük çocuklarla çalışıyorum ki dans onları etkilesin ileride. İki üç aylık kursa gidip ben hocayım demek gibi değil bu. Korece ve Japonca dilinde öğrettim. Hep teşekkür ettiler. Mesleki tatmini büyük.
Biz bir gün birlikteyken bankacı öğrencinden mesaj gelmişti, onun hikâyesini anlatabilir misin?
Banka ikinci müdürü, avukat, jazz yorumcusu, hemşire, doktor hep hoca olmak isteyen öğrencilerimdi. Bankadakiler kırmızı oje süremez. Kuliste sürerlerdi. Hepsi meslek sahibiydi. Her hafta hızlı trenle geliyorlardı. Dört yılın sonunda eğitmen oldular. Duruş pozisyonları, hayata bakışları değişti. Annemizden bile yakın oldun, derlerdi. Bu inanılmaz bir tatmin. Çok iyi becerdiler. Türkiye’deyse, bakıyorum, dosyaların arkasında, kıyafetlerin arkasında ciğerleri küçülmüş. Dans edebilseler özgürleşecekler. Türk kadını bunu hak etmiyor bence. Biz ışık tutmak için varız. Çok kadim bilgiler içeriyor dans. Ben böyle sahip çıkıyorum.
Türkiye’de oryantale bakış nasıl?
Gerekli önemi görmüyor Türkiye’de. Burada seks objesi olabiliyorsun. Yutdışında öyle değil. Aslında bilinen en eski danslardan biri. Güçlü ritim, iç zenginlik, ince motor hareketleri... Oryantal dansta bedenin oynamayan tek yeri yok. Biraz doğum var, yağmur sonrası var, biraz deprem var. Bütün tabiat hareketleri ile oryantal bütünleşiyor. Kadını belki de gizemli kılan bu. Her kadının deneyimlemesi gerekiyor.
Düğünlerdeki oryantal değil ama bu...
Değil. Doğal yetenekler var. Bilmiyor ama yapıyor. Güney Kore’de Türk Dansı Teknikleri kitabımı yazdım. Her hareketin anlamı var. 43 parçaya böldüm bedeni. Bakışlar bambaşka noktaya gelir mesela. Çok güçlüdür. Bölgesel teknikler var. Göğüs, göbek... Oryantalin kalbi göbekte atıyor. Birinci ve ikinci çakra çalışıyor. İçeri çekişlerde, keskin şekilde içeri çekmek ve geri bırakmak... Benzetmeler yapıyoruz, burnun hafif yukarıda olması gibi, aynayı delip geçmek gibi...
“Yerim dar” diyorduk bir de...
Genç ve savruk hareketler oryanteli basitleştirebiliyor. Vücuduna baştan sona hakim olman gerekiyor.
Doğumla oryantal ilişkisi nasıl?
Güney Kore’de hamile öğrencilerim vardı. Anneye de bebeğe de çok pozitif etkisi var. Pelvis hareketleri doğumu kolaylaştırıyor. Beşiktaş’ta bir hastaneden teklif aldım mesela. Anneyi ve bebeği rahatlatan hareketler var. Uzmanların yapması çok önemli.
Bir gün ben de şahit olmuştum, dersine gelen bir katılımcı, ailesinde oryantalin hoş karşılanmadığını paylaşmıştı... Hatta “itiraf ediyorum” diyerek söylemişti bunu, değil mi?
Tabii, nişanlısı bilmeden gelenler... “Aman sakın duymasın, babam duysa öldürür.” Bu kadar tu kaka olması dimağı durduruyor. Kadının bedenine bu kadar hakim olmasından mı korkuyorlar? Step ve ayrobikten sonra kadınlara zerafet kazandırmak da zor. İzlerini yok etmeye çalışıyorum. Küfürlere, araba sürüşlerine bile yansıyor. Dans tekrar bunları hatırlatıyor. Her kadın o yumuşaklığı hatırlamalı. Danstan sonra inanılmaz bir gevşeme, masaj etkisi var. Çok makale var bunlarla ilgili.
Tacizle çok karşılaştın mı?
Dans geneli olarak evet. Zaman zaman cürretkar. Travmatik boyutlara taşınmadı ama ima ile de olsa evet. Hep cevaplarını aldılar. Bu kadar güçlü olmayabilirdim. İnce ayarlar halinde...
İpek yolu projesi nedir?
O kadar başa döndüm ki, kozadan ipeğe dans yolculuğu başlasın. Pers yolculuğu, sazlar karşıma çıktı. Erbane ve def eğitimi aldım. Danslarımda kullanabilmek için, çok eski sazlar bunlar. Toprak darbuka geldi sonra. Toprak, su, hava ateş, hiç metal yok mesela. Onu workshop haline dönüştüreceğim.
Kılıç da var, değil mi? Aksesuarlar...
Ali Baba ve Kırk Haramiler’de kadın elinde iki bıçakla dans ediyor. On yıldır, büyük ilgim var. Dört örtü tekniği var. Klasik baleye baş kaldırı olarak kumaş kullanımları var. Sema dönüşleri, baston ve Mısır tekniği... Materyale hakim olmak, partnersiz danslarda, partnerli dans ediyor gibi olmana neden olur. İpek yelpazeler kullanıyorum. 15 metre kumaşla, suyun üstünde yürürken bambaşka alemlere gidilebiliyor.
İstanbul’da oryantal yarışmaları yok, değil mi?
Yok. Yapılabilir. Hakem ve antrenörlük yaptım daha önce. Temalı projeleri tercih ediyorum şu aralar. İlk dans hakemlerindenim. Müfredat olarak geçirdik, Güney Kore’de yazdıklarımı.
Hayallerin neler?
Sadece oryantal okulu açmak hayalim var: Oryantal-İST. Ördek başı yeşili minderler... Tavandan asılı büyük kumaşlar... Rod Stewart’ın Blue Moon’u ile onu yaptığını düşün... Önümüzdeki yirmi yıla, imza atmak istiyorum. Ekip işine inanıyorum. Oryantal, direk dansı ve kumaşlar...
Yemek yolculuğu nasıl başladı?
13-14 yaşında başladım. İlk nohut yapardım. Çok beğenildi. Bana inanılmaz iyi hissettirmişti. Merak saldım. Japonya’da çok boş vaktim vardı. Köle gibi çalıştırmazlar orada. Altın vakitlerini alırlar. Yemek kursuna orada gittim. Yemek fotoğrafçılığına da başladım. 550’ye yakın fotoğrafım var. Yemek kitabı projem doğdu.
“Domates çıktı” demiyoruz artık demiştin bir gün. Bir de “el almak” nedir?
Evet, her şeyi, her mevsim bulmak mümkün. Bu anlamda sağlığımızı kaybettik. Annelere ulaşıp “el alıyorum.” Teşekkür ediyorum. Onları hayattayken yaptıkları, öğrettikleri yemekler için onurlandırıyorum. Ocağı tütmeyenin ocağı sönüyor. Bu sıcaklığın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Acar’dan bahsetmek ister misin?
Acar son dört yıldır benimle. Bana benziyor. Aşçı yamağım ve dans asistanım diyorum ona. Özel bir kedi. Mutfağa asla girmez. Fenomen.
Televizyona iş yaptın mı?
Star’da Emel Mütfüoğlu ile yemek yanında dans dersi vermiştim. Bu işler, hem çok kolay hem çok zor.
Hangi müzikle çalışmayı seversin?
Louis Armstrong, Rod Stewart, Tony Bennett, birden bire Fairuz çalışıyorum. Çaldığım müzikler, yaptığım yemeği çok etkiliyor. Şarkıların bütün yorumlarını dinliyorum. Nature Boy’un funk, jazz, bütün yorumlarını dinliyorum mesela. Fairuz, ülkesinde olan olaylar nedeni ile bir daha asla gülmeyeceğini söylemiş bir kadın. Bunu bilmeyen biri soğuk diyebilir. Şarkıları dokunaklıdır. Onun müzikleri ile gül şerbeti yapmak beni etkiliyor.
Teknolojiye olan merakın nasıl?
Dünya ile çok ilgiliyim. MP3 çalarlar... Kadına kadını hatırlatan objeler... En son bir hamur teknesi aldım. Onunla sunum yapmak, tarihe olan merakım, aslında öğrencilerim beni teşvik ediyor. Biri de sensin. “Kısa filmler çek” diyorlar. Bu konuda yetenekleri olan öğrencilerim beni çok dürtmüştür. Şimdi online dersleri düşünüyorum.
Ve, gün içinde olan aksaklıkları öğrencilerine yansıtmıyorsun...
Evet, dansta andasın. Yemekte de andasın. Onunla ilgili her şeyi kapatıyorsun. Benim için attığı her adımın altın değeri var. Saate de bakmam. Dansta ve yemekte andayım. Bu mucize gibi. Çocuklarla çalışıyorum. Zorlu bir süreç. Babam “Kızımsın diye demiyorum ama onları özgür bırakmanla gurur duydum” dedi izleyince.
Zorluklar oluyor değil mi?
Bir gece betona dayanarak Japonya’da gösteri öncesi ağladığımı hatırlıyorum. Öğrencim gelmişti. “Sensei” dedi, korktular. O öyle bir hıçkırıktı ki, tek olmak, büyük sorumluluklar, 4 yılda 17 proje, bir yandan korkan bir kız çocuğu var, bir yandan cesur bir kadın var. Bunu keyifle yapmalıyım. Artık daha net hayır diyorum. Üstüme düşeni yapmayı seviyorum.
Şükrediyor musun?
Ediyorum tabii ama Japonya’da bana “Doğduğunuz şehir sizinle gurur duyuyor mu” dediler. Japonların baktığı açıdan bakmak ve Eskişehir’in beni tanımaması... Öğrenmek çok iyi geliyor. Bu yaz Ragıp Yavuz’la çalıştım. Oyunculuk... Sahnede nasıl dansımı geliştirebilirim? Mısırlı Ahmet ile toprak darbuka çalışmak... Müzik öğreniyor olmak... Hayatta hep gülen bir taraf bulabilmek, bunlar özel şeyler. Öğrenmenin sonu yok.
Yemeklerin isimleri var mı Ayşince?
Var, “hadi oradan” diye var. Zarif salata yapıp “zarife” demek var mesela. “Greyfurt kasesinde sufle”... İnsanlar anlıyor ki greyfurt kasesinde, tabakta değil.
Japonca biliyor muydun giderken?
Güney Kore’den dönmüştüm. Merak ediyordum. Bir gün Japonca öğrendiğimde, korkmadan “Ayşin hocanın bugün çantasında ne var” diye programa çıktığında bir rüyada olduğunu düşünüyorsun. Bambaşka bir kültür, dil ve başarmak zorunda olduğun şeyler. Dümdüz gittim. Hiç kolay değildi. Bir gecede, bisiklet üzerinde dönme kararı verdim.
Bisiklet duruyor mu?
Evet, evin içinde duruyor. Beyaz bisiklet... Bisiklette olmak inanılmaz iyi geliyor bana. Tek elimle şemsiye tutarak akrobatik hareketlerle sürebilirim. Tehlikeli sürebiliyorum ama hayatta kalmak için tehlikeli sürmek gerekiyor bisikleti. İstanbul’da yaşamak biraz öyle bir şey.