Masada bir doktor var. Hayır iki. Bir kadın, bir erkek. Aksi konuşulsa da, patron erkektir, kadın sekreter; doktor erkektir, kadın hemşire; öğretmen erkektir, kadın öğrenci; hatta aşçı / şef erkektir (işin içine emek-para karışınca, “ev içi emek” olmaktan çıkınca), çırak da kadın masamızda ya da benim çuvalımda...
Kadın-doğum uzmanlık alanları... Hükümet, kadın doktorlara kadın hasta eşleştirmesi yaparsa, erkek doktorlar işinden olacakmış. Kadın doktorlarda, kadın hasta bolluğu varmış (utanma-utanmama durumlarından kadın kadını daha çok tercih eder olmuş). Ancak ve ancak çok ciddi operasyonlarda erkek doktorların kapısı çalınıyormuş.
Öyleydi böyleydi derken sorularımı patlatıyorum:
- Hayır yani nasıl kesiyorsunuz?
- Kesiyorsunuz değil mi?
- İnsanları kesiyorsunuz sonuçta...
- İçeride ne var?
- Nasıl orası?
Minnoşum da kendi sorusunu mırıldanıyor ta uzaklara bakarak:
- İnsanlar hiç birbirlerini merak etmiyor; ne tuhaf değil mi?
- Hı hı, evet minnoşum...
Leonardo da Vinci çıkmıyor hiç mesela aklımdan. O bir anatomist ressam! Diyor ki:
“Sadece damarların nasıl çalıştığını, işlevini anlayabilmek için on tane cesedi açmak zorunda kaldım.”
Kadavra çalışmalarını Floransa’nın en eski hastanesi Santa Maria Nuova’nın mahzeninde yapıyormuş. Ortam soğukmuş. Bu sayede ölüler yavaş çürüyormuş. Leonardo da Vinci* de rahatlıkla çalışabiliyormuş.
Böylesine bir merak heyecanlandırıyor beni. Yıllar önce hayallerimi yazdığım o küçük defterde iki belirgin madde vardı. Uzaya gitmek ve otopsi yapmak... Uzay dışarısı... Otopsi içerisi... İçeride neler var acaba? Bunca yıl bedenimi her gittiğim yere taşıdım, ama iki santim ötesine yabancı değil miyim aslında? İçeriyi hiç görmedim!
Masadaki doktor civanımdan etkileniyorum. Yaşımı hesaplamaya başlıyorum. Şu kadar sene daha okusam belki de ameliyata girebilirim... Yok olmaz falan derken günlerden bir güne bir davet alıveriyorum.
İşte ameliyattayım. Kat kat kesiyorlar bir kadını. Yaşı 50. Bakire olduğu inancı ile karnından girilmesini istiyor rahmine. Öyle yapıyorlar. Kestiler onu boylu boyunca. Hem de şarkılar söyleyerek... Radyo açıktı zaten hep. Bir sürü katman ve zar var içimizde. Kavun gibi bir şey rahim... İçinden yumruk kadar tümörler çıktı. Sonra da turşu dolması gibi diktiler onu. Kapattılar. Kan sıçradı ameliyathane gömleklerine... Soğuktu. Ağzıma taktığım o beyaz peçe işe yaradı. Her kesik atışlarında ağzım kocaman açılıyordu çünkü.
Değerli Nevinciğim’e** uğramıştım ameliyata girmeden... Dedi ki beni dinledikten sonra, “Kainat insanın içindedir...” O da bir yerden mi duymuş, filmde mi geçiyormuş, öyle bir şey...
Sonra öğrendim ki uzay yolculuğu gibiymiş, insan bedeni içindeki seyrüsefer hali...
Vay canına! Uzaya gittim de geldim mi şimdi ben o zaman oğlum?***
___________________________________
* https://www.youtube.com/watch?v=TWMPlowepGE
** Geçmiş Bahar Mimozaları’nı yazan kişi olarak da biliyorum Nevinciğim’i...
*** https://www.youtube.com/watch?v=XWPOgdMyhck