Boşanma sonrası daha çok yazan bir “kadın” oldum ben. O dönem, en büyük desteği ve feedback’i* yazdıklarımı istisnasız ön sayfadan yayımlayan Kaos GL ailesi (!) (“aile” kelimesinin sinmiş anlamı şu an durduğu yer itibarıyla oksimoron etkisi yaratsa da) vermişti.
Daha sade devam etmeye çalışayım. Yakın zamanda canım A. Armağan Kilci Facebook’tan tiradlar atmaya başladı: “Çevrenizdeki tüm queer’ler, ..., translar neden garip, kendine içkin ve akıl hastası (ya da öyle mi)? Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir? Weirdo, freak, ucube, “özel dünya-lı”, uzaylı, paranoyak, şizofren olmamız bir rastlantı mı? Yoksa böyle mi doğduk? Hiç sanmıyorum. Dışlayarak, “komik” bularak, dalga geçerek, marjinalize ederek ve başka süreçlerde, evlerde, sınıflarda, sokaklarda, başka ortamlarda, kendimizi didik didik edip parçalamamıza ve dağılmamıza neden/nasıl izin verdiniz? Dağılmamız, cut-up’ı icat etmemiz; sesleri, renkleri, kumaşları, evleri dağıtmamız acaba neden? Bizden nasıl normal kalmamızı bekliyorsunuz? Anormallik giysisini zift gibi üzerimize geçirmişsiniz, arada kurtulan bir, iki kişi olmuş..., ama çevreme (bir türlü toparlayamayan queer’lere) baktığımda, kıyım, akıl almaz seviyede.”
Şimdi bir başka anıya zıplayacağım. Kadınların evlenince ve boşanınca değişen soyadlarından yola çıkarak büyüttüğüm Yok Anasının Soyadı / Mrs. His Name adlı belgesel hakkında konuşalım diye İMC TV konuk etmişti beni. Michelle Demishevich ile o gün tanışmıştık. Kırmızı ruju, sarı saçları** bir yana Demishevich’in iş ahlakından bahsetmek istiyorum kendi deneyimim kadarıyla. “İş ahlakına uygun davranmadığı” gerekçesiyle işten çıkarma kararı almış İMC TV yazılanlara göre Michelle’i. O gün, öyle büyük bir hevesle ilgilenmişti ki benimle -ki bu benim ilk minik filmimdi, küçüğü büyüğü olmaz gerçi de, o his yer etmiş işte bende- önemsenmiş hissetmiştim. Herkese selam veriyor, gülümsüyor, bir yandan da ciddiyetini korumayı başarıp can alıcı sorular soruyordu. Öğrenme aşkıyla füp füp diye emiyordu sanki beni ve aynı içtenlikle paylaşıyordu. Hikâyesini anlatıvermişti bir çırpıda. Itır Erhart*** için “çok değerli bir insandır” deyivermişti Bilgi Üniversitesi’nde doktora yaptığımı öğrenince. İncecik ifade etmişti, bir yandan alnını kırıştırıp dalıp hafif başka bir yöne bakarak...
Yayın başlamadan önce bir an içeriden yakama düzeltme uyarısı geldi. Gerdanım olduğu gibi dışarıda... Hoplaya zıplaya -ah benim fantastik sürreal dünyam- az önce beraberce İMC TV'nin koridorlarından geçtiğim Demishevich, hızla açıklama yapmaya çalışıyordu, yanlış anlamayayım diye. Wifi şifresini söyleyen, arada terasta bir sigara molasına davet eden de oydu. Giderken taksinin kapısını bile açmıştı, el sallamayı da ihmal etmeden... Ne kadar seviyor işini diye geçirmiştim içimden... Ne kadar güzeldi. Pırıl pırıl... Benimle radyo programı yapmak istemişti. İstekleri, heyecanı o kadar alev alevdi ki bunu daha sık görebilmeyi ne çok diliyorum...
Vaktim olsa kısa yazardım demiş biri (üzgünüm kim dediyse şu an google’layamayacağım). Kısacası işte Demishevich işten atıldı. Orada değildim ve neler oldu asla bilemem. Kendi tecrübem yukarıda anlattığım gibiydi. Az önce hatrını sordum ve yeni iş olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. “Sorman yeter” dedi bana ama bence yetmez sadece sormak... Bu yazıyı yazmaktan ya da bir tür bayraklı eyleme katılmaktan fazlasını yapabilmek istiyorum. Biliyorum çok daha katmanlı bir konu bu da, diğerleri gibi, ancak yiyip içip zıbarmak fena halde rahatsız ediyor beni. Kitap yazmaya teşvik etmeye çalıştım onu ama bu belki fazla ütopik gelir, bilemiyorum. Belki ve umarım bir internet sitesi kurup girişimci olur kim bilir. O “cıvıltılı-bahsetmeli” gündem dönemi yazıları bittiğinde, sözde duyarlı olmuş olacağım ve o evin içinde Demishevich neler yaşayacak asla bilemeyeceğim. Adını bilmediğim bir sürü benzer hikâyeli arkadaş var daha, biliyorum, benim de var bir dolu derdim bir yandan. Dünyayı kurtaramıyorum, bunu da biliyorum, hem kendimle de ne çok didişmelerim, yorgunluklarım var daha üstesinden gelinecek... Belki iki satır birlikte düşünürüz de bir ucundan tutarız umuduyla yazdım bu yazıyı. İleride imkânım olursa LGBTİ arkadaşlarım için kocaman yaşam alanları kurabilmeyi diliyorum. Şimdi buradan atıp tutması kolay, o da ayrı, biliyorum. Belki de hiçbir şey bilmiyorumdur. Of!
Kadın olmakla başlamıştı bu yazı. “Yüz kızartıcı bir suç işlediğimden ya da gazetecilik faaliyetlerimden dolayı değil, kadın kimliği üzerinden uygulanan bir şiddet ile işten çıkartıldım. Bu çok gurur kırıcı” demiş sevgili Michelle’ciğim... Straight Düşünce diye bir kitap var. Heteroseksüelliğin sadece cinsellik olmadığının, aynı zamanda siyasal bir rejim olduğunun altını çiziyor kitap. Wittig**** lezbiyenleri mesela tam da bu sebeple kendilerini “kadın” olarak tanımlamıyorlar. Bunlar derin mevzular. Cidden öyle. Az biraz emek verip okumanızı dileyebilirim, iki kelam etmek isterseniz, öncesinde. Hani böyle oluyor ya, çok kolay kulaktan duyma etiketler, yaftalamalar, empatisiz taşlamalar... Sözüm onlara... Ha bir de Straight Düşünce! Armağan’ımın dediği gibi bütünüyle -- sen de yettin artık yettin!
* Zihnimdeki bu İngilizce dağarcık, refleks yoklamalarını bırakmadığı sürece, Türkçesi yerine feedback demeyi daha yakın buluyorum.
** İMC TV, trans gazeteci Michelle Demishevich’i işten çıkarmış. Habere giderken “saçların çok mu sarı olmuş”, “kırmızı ruju fazla sürmeseydin”, “kıyafet fazla mı uygunsuz” gibi uyarılar aldığını paylaşmış Demishevich.
*** Itır hocamı kendisi gender derslerini verirken tanıdım. Sonra da harika bir koşucu olduğunu öğrenmiştim. Koşudan bir gelir elde ediliyor ve Türkiye Omurilik Felçliler Derneği’ne akülü tekerlekli sandalyeler alınıyor misal. Adım Adım oluşumunun içinde yer alıyor.
**** Monique Wittig Straight Düşünce kitabının yazarıdır. “Lezbiyenler kadın değildir” beyanından hareketle “Wittig lezbiyenleri” diye yazıverdim.