26 Haziran 2018

Seçimde kim çalıştı?

Kabinden çıkıp “Beni şaşırttınız, bir kâğıt daha verin, olmaz mı, burada bir sürü var işte” dedi. Sandık Başkanı “Burası kırtasiye değil, olur mu hiç öyle şey” dedi

Parti bayrakları hemen her yere asılmıştı. Oturduğum odaya müzikli kampanya sesi ulaşıyordu. Evin camından flyer attılar. Adıma zarf geldi, içinde iyilikler dileyen dinî bir mesaj. Billboardlar göz dolduruyordu. Bütün bu tanıtım AK Parti’ye aitti. Diğer partilerin seçim kampanyaları bana -vardıysa da- yollarda, sokaklarda ulaşmadı. Harcanan para oldukça fazla olmalı. O paralarla nerede, hangi eğitimi alırdık diye düşündüm.

Müşahit olduğum bölge uzak, Bağcılar’ı geçince Arnavutköy diye bir ilçe. AK Parti’nin kalelerinden biri de diyebiliriz. Bir gün önceden bakmaya gittik. Bir arabanın üzerinde gördüğüm çarşaflı kadın sticker’ı bende yer etti. Bir de Algida yerine ona çok benzeyen Baniddo dondurmaları… Starbucks’a logo ve renk itibarıyla yaklaşan Yemen Kahvesi. Ve Hür Dava Partisi’nin masasında oturan, sadece gözleri görünen çarşaflı kişi kafamı bir oraya bir buraya çevirmemi sağladı.

Sonra dedim ki “Seçim mi lazımdı buraya gelmek için. Niye gelmiyorum?” Gittiğim birkaç ilçe var İstanbul’da. Evet, gitmiyorum. Biraz bunu düşündüm. Bu temassızlığı. Börekçi “Siz burada yeni misiniz” dedi. Oraya taşınmış olsak bizi kucaklayacaktı. Ya da ben öyle hissettim. Ya da öyle istedim.

Seçim günü 5.00’te kalktım. 7.00’de yemin ediliyordu. 6:45’te sandık başındaydım. Yemini CHP’siz ettiler; çünkü arkadaş uyuyakalmış. 9.00’a doğru elinde belgesiyle “Ben geldim, uyuyordum, beni de dahil edin” dedi. Sandık başkanı da “Abi, uyumaya devam et sen o zaman” dedi. Yasal olarak yapılacak hiç bir şey yok bu durumda.

Kabul etmeliyim ki sabah erken kalkmak eğlenceli değil. Karnımın aç olması ve yediğim şeylerin ve stresimin reflümü zıplatması da öyle. Ve yakın arkadaşlarımın oy vermeyeceklerini paylaşması. Ve başkaları ve onların kararları üzerindeki güçsüzlüğümüz.

Bu arada itirazlar için çok az süre tanınıyor. Cumhurbaşkanlığı için 25 Haziran 17:00 son an. Milletvekilliği için de 26 Haziran 17:00 son itiraz zamanı. Bir sonraki seçim için isteyenler aklında bulundurabilir.

Sandık başkanımız 33 yaşında. ‘Memurluğun yanması’ ile ilgili anlattığı hikâyeden çıkarımım o ki işini iyi yapmak isteyen bir genç. Yani memurluğunun yanmasını istemiyor. Sandık başında yaptığı konuşmalar nötrdü. Tüm görevlileri kendi partileri ile ilgili yönlendirme yapmamak üzere sabahtan uyardı. Onlar da gün boyu bu söze uygun davrandılar.

Sandık başkanımızın telefonu Emrah’ın bir şarkısı gibi çalıyordu. CHP’li uyuyan arkadaşı kurula almak için tam oylama yapacaktı ki üyelerden kadın olanı “Alalım şimdi tutanak falan tutarlar, uğraşmayalım” dedi. Bunlardan habersiz içeri giren CHP’li uyuyan şirin, köşeye müşahit olarak oturtturuldu.

Bir partiyi bir odada temsil etmek ne büyük sorumluluk.

Okulda görevli avukatlar vardı. Gece yarısına kadar çalıştılar.

Beyaz gömlek giyip temiz olmak ister istemez saygı uyandırıyor. “Sen bize üstten mi bakıyorsun, bizden değilsin” de akıllara gelebilir tabii. Algı yönetimi mühim bir iş. Halk insanı olursan Türkiye için giderin var.

İlk fantastik seçmenimiz iki büklüm yürüyen teyze. Kabinden çıkıp “Beni şaşırttınız, bir kâğıt daha verin, olmaz mı, burada bir sürü var işte” dedi. Sandık Başkanı “Burası kırtasiye değil, teyzeciğim, olur mu hiç öyle şey” dedi. Teyze çok ısrar etti, sonra gitti. Yanlış yere basmış. Ya da iki kere mi basmış öyle bir şey. Denen o ki, bu teyze mahalledekilere (kediler olabilir) çok yardım ediyormuş.

Zihinsel engelli olan bir seçmen geldi sonra. Yanındaki kadın “Ben yıllardır buna bakıyorum, oyunu da ben kullanacağım, benim hakkım” dedi. Genelgeye göre, sadece elleri olmayan ve gözleri görmeyen seçmenlere refakat edilebileceğini söyledim; fakat kadın, seçmen kâğıdını gösterdi. Seçmen kâğıdı olan zihinsel engelliler yasal olarak oy kullanabiliyor. Bu boşluğu da buradan duyurmuş olayım.

Büyük plastik terliklerin içinde çoraplı küçük ayaklar gördüm.

Başörtülü olup da topuklu ayakkabılarının içindeki çıplak parmaklara bakmaktan kendimi alamadığım kadınlar oldu.

Birilerinin dikkatini dağıtmak isterseniz o yere çocuk götürün. İnsanlar onu severken istediğinizi yapabilirsiniz. Daha önce hiç görmediğim kadar çok çocuk gördüm. Bunlar ‘en az üç çocuk’ olmalıydılar.

İzleyebildiğim kadarıyla, sandıklarda seçmene imza attırıp takip etme ve ıslak imzalı tutanak çoğaltma işi genellikle ‘yazın güzeldir’ dedikleri kadınların işi.

Diğer yandan, Saadet Partili amca “Şişt bebiş, beebbbişşşşş, aleyküm selam abi” diye selamladı bebekli seçmeni. Diyebilirim ki odada sevmediğim kimse olmadı. Hepsi iyi insanlardı. Aynı odada bir gün geçirmek iyi olup olmadıklarını anlamak için yeterli midir? Herhalde konumuz bu değil ve ‘iyilik’ içinden kolay çıkılabilecek bir konu da değil.

Canım güç istiyor. En süper parti keşke benim desteklediğim parti olsa. Derken odadaki arkadaşlardan biri çay getiriyor, sağ olsun.

Sonra, başka bir müşahit geliyor. Felsefe öğretmeni. “Atanamıyoruz” diyor. “Haberlerdekiler yalan, atanamıyoruz, dört sene oldu bekliyorum.” Nasıl olduysa lise felsefe öğretmenim Ali Lidar’dan ve kendisinin yakın zamanda çıkan pek çok kitabı olduğundan bahsediyorum. “Yazmayı çok severim” diyor genç kadın. Gözleri parlıyor. Bence olumlu örnekler duymaya ihtiyacımız var. Bunu bilinçli ya da bilinçsizce birbirimize yapıyor olabiliriz. Yani şu cesaretlendirme işini.

Aslında iş biraz da sandık kurulu üyeliğinden gelecek parayı almak diye düşünmedim değil. Bu konu hem o odada şaka yollu hem de başka mekânlarda karşıma çıktı. “Hadi, yine iyisin” gibilerinden. Kimisi de “Para olmasa da olur, yeter ki göreve beni yazın” diyordu.

Okulda ilkokul öğretmenleri vardı. Onlarla tanıştım. Suriyeli çocuklarla birlikte sınıfları 60 kişi olmuş. Nasıl zorlandıklarını anlattılar. 

Sonra konu çocuk okutmaya geldi. Üç çocuğu varmış Saadet Partisi’ndeki amcanın. Adamın mı demeliyim? Az önce Muharrem İnce, konuşması sırasında seçmenlerden ‘adam’ diye bahsetti. Bir kadın olarak alınganlık yapmanın anlamı yok belki de. Üç çocuğunu da özel okulda okutuyormuş. Diğer adam okutamıyormuş. Lise öğretmenlerinin maaşı daha iyiymiş. Konuşulan rakamların akademisyen maaşından çok da farklı olmadığını belirtmek isterim. Okullar 28 milyarmış. Devlet desteği ile nasıl olduğunu anlamadığım şekilde üç çocuk 4,5 milyar çarpı üç müymüş?

Asıl sorun beş yaşında okula çocuk verilmesiymiş. Veliler öğretmeni uyarmışlar: Yalnız hocam, çişe gitmeyi bilmiyor. Hoca da demiş ki “Bak güzel annem, al sen bu çocuğu, tuvalet eğitimini öğret, öyle getir.”

CHP’den bir avukat girdi, çıktı o sırada. Kendini tanıtmadı. Hızlı oldu. Benimle biraz konuştu. Beni Oy ve Ötesi’nden sandı. O gidince diğer arkadaşlar işin aslını benden duymak ister gibilerdi. Dedim avukatmış. “Alla halla, neyin avukatıymış acaba” dendi.

Mollalar geldi. Oylarını verdiler. “Allah rızkını verir” diyorlar. Çocuklar yine boy boy.

Derken Beyoğlu’na oy vermek için epey yol kat ediyoruz. Döndüğümde yokluğumu fark etmişler, anlıyorum. Birbirlerine soruyorlar. “Sen olsan gider miydin oy vermeye o kadar yol?” Cidden düşünüyorlar. Sonra AK Partili arkadaş soruyor. “Neden kendi bölgenizde müşahit olmadınız?” “Burada açık varmış” diyorum. İşin aslını Saadet Partili amca dillendiriyor. (Belki de aynı yaştayız.) “Burada onların seçmeni az ya, ondandır.”

Sonra başka bir müşahit var. Bu kadın bana kafayı taktı. Gelip gidip “Çift kâğıt veriyorlarmış” diyor. Bizim sandıkta usulsüzlük olmadı; fakat bu kadının çıldırmışcasına beni uyarıp durması ile baş edemez oldum. Bir noktadan sonra koridorlarda onu görünce kaçmaya başladım.

Odadaki arkadaşlar da dedi ki “Yanlışlıkla iki zarf versek hemen yaygara çıkarıyorlar.”

Karı koca genç bir çift geliyor sonra. Karnında bebek var kadının. Elini tutan başka çocukları da var. Ve bu çocuklu sahne öyle çoktu ki. Kocasına kimliği için “Unuttum ki” dedi. Adam kızdı. Kadın “Ne yapayım, unuttum işte” dedi ve güldü.

Çarşaflı teyzeler “Kimliğimizin fotokopisi olur mu” dedi. “Olmaz” sesleri yükseldi. “Evlilik cüzdanınız var mı?” dedim. Genelgeye göre onunla kullanabiliyorlar.

Sandık başkanı oy pusulasını evirdi çevirdi. “Hepsi fondötenli bunların” dedi ve güldü, Cumhurbaşkanı adayları için.

Minik AK Partili’ler geldi sonuçların açıklanmasına yakın. Futbol oynayıp gelmişler.

Sonlara doğru, sandık sonuçlarını takip etmek için gelen MHP’li minik arkadaş da “Babam gönderdi, ben işin nasıl yürüdüğünü bilmiyorum” dedi.

Pusulaların arkasındaki mühürler silikti. Anlamak oldukça zor. Burnumu yaklaşıp sokup bakınca da ayrı bir vesvese. Neyse ki MHP’li minik kardeş ile bu görevi iyi götürdük.

AK Partili arkadaş üniversite sınavına gireceğini paylaştı. “Bu yaşta nasıl olur” dedi.

Benim için seçim günü rakamlardan, yüzdelerden değil hikâyelerden ibaretti.

Bulunduğum bölgede AK Parti çok organize hareket etti.

HDP temsilcisi sessizdi. Bir ara benimle dertleşti.

Bir müşahit olarak şunu söyleyebilirim ki vardiyalı çalışmak gerek. 5:00’te kalkıp gece 2.00’de eve girmek olacak iş değil.

Bizim sandıkta en ufak bir usülsüzlük olmadı. Belki tecrübelendikçe daha az paranoyak oluyorum. Çuvalların peşine düşmek benim için bir ilkti. Sefil bir görüntü. Zaten minibüs ile gitmedik diye polisler tarafından çuvalların temsil edilip sayılacağı ilçedeki spor salonuna alınmadık. Avukatı bekledik.

Öyleydi böyleydi derken bir güruh çuvallı insan ve yanındakiler kimlik sorulmaksızın içeri alındı. Biz alınmadık. Uzunca bir süre derdimizi anlattık. “Sadece sandık kurulu başkanı girebilir” dedi genç polis. Ben viyakladım. Oradaki iletişimimizden bir şey öğrendim. Genç polis saygı bekliyordu. İşini iyi yaptığını duymak istiyordu. Buna ihtiyacı vardı.

Bu karşılaşmaların çoğalması gerekiyor diye düşündüm. Biz Türkiye’ysek bir arada duracaksak temas noktalarımızı tomanın, gaz maskesinin ötesine taşımalı, karşımızdakinin insan olduğunu hatırlamalı, üniformaların, partilerin temsilcilerinin de bizim gibi kocaman duygusal dünyalarının olabileceğini unutmamalıydık.

Spor salonunda erkekler tuvaleti şırıl şırıl sesler çıkarırken kadınlar tuvaleti kilitliydi.

Ne tuhaf. Basketbol maçı yapılan o salonda pusulalar sayıldı, çuvallar yayıldı.

Çuvallar dizi dizi ceset torbası gibiydi. 

Topuklu ayakkabılı bir kadın çuvalı sürüklüyordu.

Mollanın biri çuvalı sürüklüyordu.

Bütün gün canı çıkmış bir kardeş çuvalı sürüklüyordu.

Bir an düşündüm de bütün işi biz yaptık!

Türkiye’nin seçim gününü yurttaşlar hem çalışarak hem oy vererek gerçekleştirdi.

Yine işçi biziz.

Annemle telefonda konuştum. Bim’deki patatesler 7,5 lira olmuş. “İnşallah” dedi, “Patatesimiz, soğanımız ithal olmaz.”

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"