Amerikalı üniversite profesörlerinin Vietnam Savaşı’nı kınamaları çok iyi. Ama içlerinden bazılarının, hizmetlerine sunulan labaratuvarlarda ABD ordusuna yeni silahlar üretilmesi yolunda yaptıkları çalışmaların yanında, bu karşı çıkışların (göreli etkisizlik) hiçbir değeri olamaz.
Jean-Paul Sartre
Okudukça bilirim; bildikçe biraz olsun rahatlarım sanmıştım.
Acaba aydınların elinde hükümetle aşık atacak belli bir güç mü vardır, diye soruyordu Sartre (16).
Kim dinler ki onları, diyordu (16).
Kendilerine ancak yaşamlarını sürdürebilecekleri kadar para ödenir; ki bu da gerek sivil, gerekse politik toplum içinde kendilerini savunma olanaklarını elinden alır, diye devam ediyordu üstelik (16).
İşçi çocuğunun yüksek öğrenim yapabilmesinin zorluğunu, insanlığın burjuvalardan, beyazlardan ve erkeklerden oluştuğunu o da söylüyordu (28).
Aydınların, bütün insanların eşitliğine inandırıldıklarından bahsediyordu: Oysa aydın sadece kendine baksa, bizzat kendisinin insanlık durumunun eşitsizliğinin bir kanıtı olduğunun bilincine varacaktı (29).
Kitlelerin çok daha küçük bir azınlık tarafından sömürülmesi gibi bir sosyal gerçeklik, sahte bir evrensellik maskesi altında daha çocukluktan itibaren gizleniyordu. İşçi ve köylülerin içinde bulunduğu gerçek durumlar ve sınıf mücadeleleri 'hümanizm' adı altında onlardan saklanıyordu (31).
Diyordu ve üzerine düşündürüyordu ki, aldatıcı bir eşitlik kisvesi altında emperyalizm, sömürgecilik, bu uygulamaların ideolojisi olan ırkçılık hep saklanır, yükseköğrenime adım attıklarında, pek çoğunun kafası çocukluklarından itibaren kadınların değersizlikleriyle doldurulmuş durumdadır (32).
Hiç bir toplumun kendini suçlamadan aydınlarından şikâyet edemeyeceğini, çünkü ne ektiyse onu biçtiğini vurguluyordu sonra (37).
En can alıcısı da, ırkçılığı kınayan evrensel söylemi içtenlikle savunurken, çocukluğumuzun uzantısı olarak içimizin derinliklerinde bir faşist olarak kalabileceğimizi, dolayısıyla günlük yaşamımızda hiç farkına varmaksızın bir ırkçı gibi davranabileceğimizi söylemesi oldu (44).
Sartre, aydın kişisini, ırkçılığın anlamsız yüzünü gösterse bile, ta çocukluğundan kalma bir ırkçılığı 'şu eşi mendi olmayan canavar' üstünde, yani kendi üstünde yapacağı bir sorgulamayla yok etmek için hiç durmadan kendine dönmedikçe, hiçbir şey yapmış olmamakla ilişkilendirerek tanımlıyordu (45).
Sartre, sahte aydının, gerçek bir aydın gibi hayır demeyeceğinin ve onun yerine 'Hayır, ama'yı ya da 'Bilmiyorum ama gene de'yi diline doladığının altını çiziyordu (48).
Ezenlerse bu sistemlerin gösterişten başka bir şey olmadığını iyi bilirmiş. Gerçek aydın köktenci olduğundan ne ahlakçıymış ne de idealist. Ve içinde yaşadığı toplumu anlayabilmesi için aydının önünde tek bir yol varmış. O da toplumu ezilenlerin bakış açısından ele almak (53).
İki çareden bahsediyor:
- Sürekli özeleştiri
- Ezilen sınıfların eylemlerine somut ve koşulsuz katılım
İşte böyle. Taksim’deki Kırmızı Kedi Yayınevi Jean-Paul Sartre’ın Aydınlar Üzerine adlı kitabını görünür yere koymuştu. Almamazlık edemedim. Okudukça kafam karışıyor ve eylemsizleşiyorum. Çeviriyi Aysel Bora yapmış. Sartre dedi diye, onu, kütüphanemin baş köşesine koymuş da değilim. Bir orayı bir burayı okuma yönündeyim. Paylaşınca da belki bilmediğim bir yerlere faydası dokunur. Bir umut, bana dokunduğu gibi...
Not: Parantez içindekiler sayfa numaraları. Akademi konusuna hem girip hem girmemek de böyle bir şey olsa gerek. Üç, iki, bir, tıp!