13 Temmuz 2018

Julian Lage Trio'nun düşündürdükleri…

Nasıl oldu da konser boyunca hiçbir akora bakmadan çaldılar?

Performans sırasında fotoğraf ve video çekmeyelim diye anons yapılıyor.

Kafamın içi davul gibi.

Adnan Oktar ve kedicikleri ön planda.

“Devlet Tiyatroları kapatıldı mı?” haberi dönüyor.

ODTÜ’lü gençler, taşıdıkları pankartlar sebep gösterilerek içeri alınıyor.

Soma davası kapatılıyor.

Tren kazası unutuluyor.

Türkiye’nin gündemi buydu Lage konserinin olduğu gün.

İşte bu düşünceler benimleyken buluşuyorum sahne ile.

Sahnede yerde sadece beyaz bir kâğıt var. Set list olmalı.

Müzisyenlerin önünde ne bir lead sheet ne de iReal Pro gördüm.

Nasıl oldu da konser boyunca hiçbir akora bakmadan çaldılar?

En çok ilgimi çeken şey: Müzisyenler birbirlerini dinliyorlar.

Mola alıyorlar. Solo alıyorlar. Hep beraber de çaldıkları oluyor elbette; ama sahnede iki oluyorlar, bir oluyorlar, üç oluyorlar. Bazen boşluk oluyorlar. Sonra her şey oluveriyorlar.

İstanbul’da sık sık gig’lere giden bir dinleyici olarak bu işbirliğine nadiren şahit olduğumu söylemeliyim.

Bazen ufaldılar çalarken. Bazen büyüdüler. Bunu da gece boyunca bir kereliğine tadımlık yapmadılar. Performansın tümüne yaydılar. Benim aldığım en değerli ders bu oldu.

Salon dolu. Tıklım tıklım değil ama dolu. Demek ki insanlar varmış. Bazen yok sanıyorum bu insanları; ama işte varlarmış, varmışız.

Alkışların gücünü hissediyorum.

Bu gücü başka nerede birleştirebilirdik, ‘nasıl bir olabilirdik’ diye düşünüyorum. Ortak noktalarımız neler bizim?

Julian Lage ‘merhaba’ dedi, ‘hoşçakalın’ dedi, arada bir şarkıyı ithaf etti: For Critter.

Gitarist Chris Eldridge içindi bu ithaf.

Başka da konuşma yapmadı Lage.

Müzisyenlerin enstrümanları ile kurdukları fiziksel temas görülmeye değerdi. Gözlerimi kapasam aynı şey olur muydu?

Olmazdı; çünkü Julian Lage’in gitarıyla eğilip kalkmasını; Jorge Roeder’in kontrbasa sarılmasını ve kolunu aniden çekişlerini; Eric Doob’un ritmle bir olan beden salınımlarını göremezdim o zaman.

Bu arada YouTube videolarında Lage başka bir trio ile çalıyor. Bu bilgiyi bana Volkan Topakoğlu konser çıkışında söyledi.

Ve sonra yine kocaman, saygılı bir alkış geldi izleyiciden.

Onlar da ‘bis yaptı’ ve bir şarkı* daha çaldı.

Sonra işte dağıldık.

Ill be seeing you: 

Julian Lage sekiz yaşında nasıl çalıyordu:

Asıl heyecanlı bölümü sona sakladım.

Performansı izleyen değerli müzisyenlere konser izlenimlerini sordum.

Bilal Karaman: Anglo-Amerikan kültürünün bir parçası olarak Jim Hall ile başlayan Pat Metheny ve John Scofield ile devam eden vatansever eğitimli beyaz cazcı okulunun genç bir temsilcisi olarak saydığım isimlerden çok fazla etkiler taşıyarak bütün konser klasik Amerikan majör armonileri üzerine çaldı, sadece bis parçası Ill Be Seeing You minördü. Gitar tonunu pek beğenmedim. Grupla uyumları harikaydı, gösterilerini seyirciyi heyecanlandıracak şekilde kurmuşlar; fakat ben biraz sıkıldım konserde. Genel olarak aynı hissiyatı çaldılar.

Nilüfer Verdi: Belli ki uzun zamandır birlikte çalmışlar, çok provalı bir trio idi. Müzikleri beni heyecanlandırdı, çok da genç olmasına rağmen cesur kompozisyonlar ve aranjmanlar icine sololar, cesur cümleler ile donatılınca içinde dinamik bir enerji barındıran güzel bir müzik çıkıyor. Telecaster kullanıyor, amfisi efsane elbette twin reverb; ama gene de yüreğime dokunan bir gitar sound’u değildi. Hani bazı gitar soundları vardır ya tele dokunsun yeter, insanın kalbine dokunur. Standartları yorumlarken de tam şöyle düşündüm: Klasikleşmiş Darn That Dream, Ill Be Seeing You, kendi lehçesi ile sunmuş; ama bu parçaları da repertuvarına koymakla caz müziğin bu efsane bestelerini ve dönemini de onurlandırmış.

Davulcu Eric Doob, grup içinde olması gerektiği yerde süper bir side man; aynı zamanda da kasnaklarla efsane bir solo yaptı. Peru’lu basçı Jorge Roeder’dan konserin başından beri gōzlerimi ve kulaklarımı ayırmadım, çok çok beğendim, tonu, eşliği, çaldıklarında et kemik gibiydiler. Ne mutlu onlara, umarım bize de nasip eder uzun soluklu bir trio içinde olmak. Müzisyenler birbirleri ile çaldıkça kenetlenir. Bizde maalesef günü birlik her şey.

Şevket Akıncı: Julian Lage Trio, bu caz festivalinde en heyecanlandığım konserlerden biriydi. İyi ki kaçırmamışım. Genç yaşına rağmen tamamen kendine has bir dil oluşturmuş ender müzisyenlerden biri kanımca. Bir piyanist gibi düşünüyor. Bas, melodi ve armoniyi aynı anda düşünüyor. En çok da Bill Evans etkileri sezdim. Kulağıma en çok çarpan da armoni bilgisi. Müthiş zengin. Gitarcılar bilir: Ted Greene'in Chord Chemistry adında bir kitabı var. Onu hatmetmiş sanki. Bir de Americana ezgilerini çok güzel yediriyor müziğine. Bu açıdan Bill Frisell ile Pat Metheny'i andırıyor. Onların çalış stilini ve türsel tınısını çok iyi harmanlamış ve o çizgiyi modernize etmiş. Kurt Rosenwinkel ve Wolfgang Muthspiel’den bir jenerasyon küçük ama kesinlikle o olgunlukta.

Diğer müzisyenleri tanımıyordum; ama kontrbasçıyla olağanüstü bir diyalogları vardı. Konser sonrası davulcu Ekin Cengizkan'la konuştuk, davulcunun Boston’dan olduğunu söyledi. Berklee çevresinde çalan davulcularla aynı ekolden olduğunu söyledi. O kadarını bilmiyorum; ama Kenny Wollesen ile de dinlemek isterdim.

Julian Lage'in dinledikleri bence cazı da aşıyor. Elliott Sharp, Nels Cline, Jim Hall ve bluegrass’çı Chris Eldridge ile çalışmış sonuçta; ama Sonic Youth ve John Zorn gibilerini de dinlediğinden eminim.


Düzeltme: Sammy Fain ve Irving Kahal’ın yazdığı caz standardı I’ll Be Seeing You, Real Book’larda (Eb) major olarak yer almaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"