Televizyonda bir hacı var.
“Resmi olarak evliyim ama birlikte değiliz son bir senedir” diyen kadına, boşanmadan başkasıyla muhabbette bulunamayacağını salık veriyor.
Biri göbek ata ata geldi.
Kocaman kahkahası var. ‘Hakiçi pukiçi böeğ’ diye konuşuyor. Bu sırada, insanlar evlendirilmek üzere birbirini tanıma amaçlı sorular soruyor.
- Hem okuyorum hem çalışıyorum.
- Evet, yani üç ay önce karar verdim. Kararlıyım.
- Annem. Sizin de ailenizle yaşadığınızı öğrendim. Bu beni çok etkiledi.
- Teşekkür ederim. Kıskanç mısınız?
- Kıskancımdır. Evlenince erkek arkadaşlarınla görüşür müsün? Ben istemem.
- Yok ki erkek arkadaşım zaten. Peki, siz ‘bayan’ arkadaşlarınızla görüşecek misiniz?
- Yani, bir kısmı, tabii kardeş gibi oldu artık. Onlarla, az da olsa... Azaltırım tabii. Azaltırım, azaltırım…
- Bana sormak istedikleriniz var mı?
- Ben sonuçta bakımlı, güzel ‘bayan’lardan hoşlanırım. Sizi de öyle gördüm, hemen talip oldum.
- Teşekkür ederim. Kıyafetime karışır mısınız?
- Yani, güzel bir ‘bayan’ oturmasını kalkmasını bilir sonuçta. Biz yalnızken de ona göre bakımını yapar.
- Ben elektrik aldım. Açalım paravanı.
“Evlenmek en ucuz eğlence” demişlerdi. Maliyeti daha büyük aslında evlenmenin. Baksanıza neler konuşuluyor? Ve, bu konuların yeri televizyon olmayınca da böyle. Barbados’ta da böyle. Kanyon’da da böyle. Su başında da böyle. Sen bana karıştın, ben sana. Sen bana ne vereceksin, ben sana ne?
İnternet çok daha çeşitli bilgi sunuyor. En azından seçenek veriyor. Ve orada herkes evlenmiyor. Neden herkes televizyonda evlenmeye çalışıyor? Cevap yine ekonomi, yine uyutulmak, yine hakkın olanı göremeyecek hale getirilmek ve üstelik kendi isteğinle sana göbek attırabilen o sömürü sistemi. Etinden, sütünden, yününden…
Son beş senedir, 365x5 günde, üç-beş kez televizyon izlemiş biri olarak (şahane bir şey değil bu da, savunmuyorum) şaşırdım kaldım yine.
İçim kıyıldı. Bir haftadır televizyonlu bir yerdeyim ve artık zeka geriliği yaşadığımı düşünmeye başladım. Bu çok bilindik bir klişe bir yandan. Televizyon izlememeyi savunmak… Sonuçta, hemen her dünyadan ağzıma bir parmak bal çalmayı seviyorum. Ama cidden artık sınırlarımı çok zorladım ve daha fazla yapamayacağım galiba.
Bu sırada tutuklu akademisyenler televizyonda yok. Dündar ve Gül davası yok. 4,5G dönemi bile yok. Sur, Cizre zaten hiç yok. Hayatını iyileştirme seçeneği sunabilecek bir şey de yok.
Bir de, stilli-kıyafetli programda, bir insan yavrusu dedi ki:
- Kredi gibi imkānlar var. İnsan utanır da oralara başvurur da gider kendine şöyle güzel bir çanta alır.
Beynim şişti. Hatta, Kurban Bayramı’ndaki şişirilen ölmüş koyuncuk gibi oldum.
Peki, ne yapmalı? Meydanlar boş bırakılmamalı mı? Yoksa poponu da yırtsan kim ne yaşayacaksa onu mu yaşayacak? Hem zaten ben daha kendimi sakinleştiremezken… 'Bilen kişi' olma hastalığı da nedir? En iyisi susmak belki de; ya susmadan da duramıyorsan?