Ertuğrul Özkök şu yazıyı yazmış:
Sılacığım sen kenara çekil ben konuşacağım bu erkek takımıyla
Güne, Facebook’ta Beren Azizi’nin, bunun üzerine paylaştıklarını okuyarak başladım:
Politik olgularda (protestolar, eylemler, kavgalar, tartışmalar, direnişler vs.) kadınların yaptıkları (sözleri, direnişleri, kavgaları, sert çıkışları vs.) erkekleri özel olarak duygulandırıyor.
Gözleri doluyor, ayrıca öfkeleniyorlar. “Bizi bu hale de getirdiniz ya, kadınlarımızı da bu kavgaya soktunuz ya, kadınlarda da bizim kavgamızın sorumluluğunu hissettirdiniz ya... Sana ise helal olsun kadın! Bizim olan bu medeniyet kavgasına bir girdin pir girdin, hiçbir erkeğin gösteremediği cesareti gösterdin” kafasına giriyorlar.
Bu “birlik” ve “eşitlik” duygusundan kaynaklanmıyor tabii ki, aksine “olaylar o kadar büyüdü ki kadınlar da kavgaya karıştı” hissinin erkekteki tezahürü oluyor.
Ya da “şiddetsiz, üretici, doğal, barışçıl, anti-modern, kültürlenmemiş” olan kadının bile medeniyete ait kavgalarımız artık canına tak ettiyse ve o kavgaya kendince ve acemice; ama ‘aslan’ gibi girdiyse bir dokunaklı görsel şölen oluşuyor eriller için. (Hem eril erkekler hem eril kadınlar için)
E çünkü her şey ailelerimiz güvenliği, çocuklarımızın geleceği için ya... Kadının katılımı ve direnişi bir güvenlik sorunu oluşturuyor.
Ayrıca kadın katılımı, medeniyet kavgasının “ailelerimizle huzurlu yaşam” idealiyle çelişiyor, o ideali de boşa çıkarıyor. Ertuğrul Özkök'ün “sen kenara çekil”i hem bu duygusallaşma hem de güvenlik sorununa dair hissettiği sorumlulukla ilgili sığ çıkışıdır.
Sıla, Özkök'e göre “boş” laf etmiş olsa bile, aslan gibi, koç gibi dimdik ediyor ya bu lafları savunulmayı hak ediyor ve Özkök bir koruma bahşediyor Sıla'ya, çünkü bunu hak etti. Burası çok önemli, çünkü direnen kadınların direnişlerinin içerikleri ile ilgilenilmez, daha ziyade direniş biçimleri ile ilgilenilir. Bunu solcular da yapar, “Havva ANA” duygulanımlarını hatırlayalım. Bunu resmi tarih de yapar, “Nene Hatunlar...” kıvamında.
Kadınlarla ya da heteroseksüel cis erkek olmayanlarla, heteroseksüel cis erkekler EŞİT ilişkiler kuramıyorlar. Şu kaba, klişe ve biyolojik-ikili cinsiyetçi çıkarım oran olarak olmasa da aslında doğrudur:
“Toplumun yüzde ellisi diğer yüzde ellisiyle eşit olamadıkça barıştan, huzurdan, şiddetsiz iletişimlerden, konuşabilmekten vs. söz edemeyiz.”
Özkök, “Sılacığım, sen kenara çekil, ben konuşacağım bu erkek takımıyla” diyordu.
Twitter’da bunun ‘korumaycı cinsiyetçilik/ benevolent sexism’ olduğunu paylaşan kullanıcılar -iyi ki- vardı.
Ece @tumdengidim_
Cinsiyetçiliğin En Tatlı Hali: Korumacı Cinsiyetçilik http://www.korkoro.net/cinsiyetciligin-en-tatli-hali-korumaci-cinsiyetcilik/ … Ertuğrul Özkök'ün beyaz atlı şövalyemsi tavrı bunu hatırlattı.
Bu yazıda şöyle düşünceler yer alıyor:
Sosyal psikologlar Peter Glicke ve Susan Fiske, 1996 yılında yayımladıkları makalede ‘çelişik duygulu cinsiyetçilik’ isimli teoriyi oluşturdular ve böylece cinsiyetçiliğin ardına da baktılar.
Korumacı cinsiyetçilik ‘çelişik duygulu cinsiyetçilik’in alt başlığı.
Erkek egemenliği, sevecen, tonton ya da babacan bir tutumla kuvvetlendiriliyor. ‘Ben bilirim’ci yanına rağmen bu durumu, gurur okşayıcı bulan kadınlar da yok değil.
‘Kadınlar çiçek gibidir; narindir, incedir, erkekler onları koruyup kollamalıdır’dan sonra karşılaştığımız sonuç:
Kadınlar daha güçsüzdür.
Glick ve Fiske, çalışmalarında bu durumdan şöyle bahsediyorlar:
Korumacı cinsiyetçiliğin, bireyde olumlu duygular uyandırmasına rağmen, iyi bir şey olduğuna inanmıyoruz.
İşin temelinde, geleneksel stereotipler ve eril hakimiyetinin bulunduğunu ve bu hakimiyetin oldukça zarar verici sonuçlara sebep olabileceğini görebiliriz.
Diğer yandan korumacı cinsiyetçilik, her durumda sevecen olmayabilir ve bireyde olumlu duygular uyandırmayabilir.
“Sılacığım, sen kenara çekil ben konuşacağım bu erkek takımıyla...”
Madem çok seslilikten bahsediyoruz; neden kenara çekilsin?
Ne var canım bunda, denecek iş değil bu; çünkü, düşünceler sözcüklere, yazıya dönüyor; yazılar eyleme dönüşüyor; ve o eylemler hayatımızı kuruyor ya da bozuyor, yıkıyor.
Bu yazı, “BAK Sılacığım” diyerek büyük harf ile parmak gösterip “bak evladım, dinle” tonunda başlayıp -çocuklara da yapmamayı dilediğim o yukarıdan bakan tavrı- hatırlatmıyor mu?
“Ne biçim erkekse” lafını da al vur, ötekine...
Ah, bu bize biçilen, sünmüş-sündürülmüş o kadınlık, erkeklik rolleri!
Bin yıllık kitapları da okusak, üç yüz yaşımıza da gelsek, tecrübelerden inşa edip dursak da kendimizi, gidecek gibi değil üzerimizden. Nasıl sinmiş; ve hep ihmal ediliyor.
Bunun erkeklikle ilgisi yok. Demokrasinin olmayışı ile, cılız düşünce yapısı ile ilgisi var.
Erkek-kadın olmadan önce insan olduğumuzu, düşüncelerimizin değerli ve eşit derecede dinlenebilir/önemsenebilir /yeterli olduğunu ne zaman mıh gibi aklımızda tutacağız?
Ve o cümle...
“Sonunda bu küçücük itirazın cezası konserlerini iptal etmek oldu” yazıyordu.
Özkök’ün iyi niyetini sezer gibi oluyorum; ancak Sıla’nın hakkını teslim etmek de gerek. Bu “küçücük” bir itiraz değildi. Bu “kocaman” bir itirazdı. Başlı başına bir duruştu. Bir ömürde, insanı birkaç kez ziyaret edebilecek bir karar anının getirdikleriydi.
“Yani ekmeğiyle oynadılar bir sanatçının” cümlesi...
Gerçekleşen evet odur; bununla birlikte, her gün haber alıyorum, akademisyenlerin, tiyatrocuların “ekmekleri” ile oynanıp duruyor kaç zamandır! Umarım bu kişilerin başlarına gelenleri de sık sık yazabiliriz.
Bu arada, her şeyi kapatıp müziğime dönmek istiyorum; fakat bu toprak parçasındayım ve buna izin yok.
Özkök’ün yazısını çok sesliliğe bir özlem serzenişi olarak okumayı tercih ediyorum; ancak bunu yaparken bir kadının sesi kısılmış, kenara alınmış, adeta kılıçlar kuşanılmış ve asıl arenada yine mi erkekleri izleyerek?
Hem de bir kadının böylesine güçlü kararından/duruşundan sonra...
Zaten her yerde, kravatlarınızla, takım elbiselerinizle ciddi ve simsiyahlar içindesiniz. Hemen her kanalda, kadınlara olan tacizi/tecavüzü dahi bir kadın konuk bile davet etmeden köpürte köpürte değerlendirip sözde tartışıyorsunuz.
Biz -bu gibi bazı- kadınlar, bütün bu olanlardan son derece rahatsız oluyoruz.
Saysak 100 köşe yazarından 8’i belki kadındır. Televizyondaki fikir belirticilerin 8’inden belki 0,025’i kadındır.
Lütfen bizi kenara buyur edip durmaktan vazgeçin.
“Sen çekil de ben senin yerine şöyle bir seni koruyayım” da demeyin.
Yan yana durmayı, çoğalmayı, ‘biz’ olmayı önemsiyorum; fakat “Sıla gibi düşünmüyorum; ama kendisine yapılan, çok sesliliğe olan saygısızlıktır; üstelik demokrasi mitinginden sonra bu bir demokrasi yoksunluğudur/çoraklığıdır” diyebilmek sadece, bu kadar mı zor?
İlla ki “az çekil, geride dur bacım” muhabbeti mi dönecek?
Çok seslilik niyeti ile yola çıkılmış olabilir ama günün sonunda kenara buyur edilen kişi yine bir kadındır; ve sizce bu bir tesadüf müdür?
Bu arada, işin, bir de Yeni Akit boyutu var ki; Sıla’ya ‘sanatçı bozuntusu’, Ertuğrul Özkök’e ‘kalem oynatan’diyor.
Bu işler çok katmanlı. Her yer ayrı girdap.
Ha bir de, ‘dimdik’ durmak ve bunun erkeklikle kurulan/kurdurulan ilişkisi... ‘Tek başına’ bir kadına edilen küfürler... Tek başına demek de güçsüzlüşetirmeyi desteklerken... Vallahi bıktık!
Yeni Akit: Ertuğrul Özkök'ten sanatçı bozuntusu Sıla'ya destek
Cinsiyetçiliğin en tatlı hali: Korumacı cinsiyetçilik
The Role of Benevolent Sexism in Gender Inequality
Not: Kadınlar dediğimde bu tüm kadın kimliği ve/ya kadın deneyimi olan bireyleri kapsıyor. (Trans kadınlar, interseks kadınlar, mavi gözlü kadınlar, elma seven kadınlar...)