Hani büyük masalarda / topluluklarda biri sahneye çıkar; çin çin yapıp kadehe vurur ve konuşmaya başlar.
O konuşmanın nasıl etkileyici yapılabileceğini paylaşan üstat işte Toastmasters!
Ne anlatsam da dinleyiciyi konuşmama mıhlasam mekânı...
Topluluk önünde (İngilizce)* konuşma / hitap etme ve liderlik kulübü...
Niye gidilir?
Tıkandığım bir an bambaşka bir şey yapsam da bitse bu akış, deyip bulmuştum Toastmasters’ı.
Rota değiştirmiştim sözüm ona.
Takım elbiseli hom hom yapan fena halde kurumsal adamlar vardı ön yargılarımda. Oysa sahne maceramın tam göbeğiymiş; öyle değilmiş orası...
İlk gittiğimde sordular neden geldiğimi...
Dedim ki buradayım çünkü İngilizce’den, topluluk önünde konuşmaktan ve hepinizden korkuyorum...
Kimler var?
Kadın bir başkanımız var; Tuba...
Türkiye’yi yürüyerek adım adım parsellemiş bir Matt var ki kurucularından…**
İstanbul’u ziyaret etmekte olan ya da İstanbul’da yaşayan yurt dışı insanları...
Arkadaşlarım var: Diyadin, Bengü, Tümer, Tolga, Alperciğim, David, Andreas...
Neler oluyor?
Ice breaker konuşmanızla buzları kıra kıra başlıyorsunuz sahneye çıkmaya...
İşte benimki.
İlk beklenti sadece sahnede olmanız. Gerisi gelecek zaten.
Işıklar var karşınızda. Yeşil ışık yanana kadar konuşmak zorundasınız. Bu 4-6 dakika demek. Sonra sarı yanıyor. O da toparla koçum*** demek. Sonra kırmızı. Bitir ablacım artık demek.
Bu sırada aramızdan bir tatlış kaç kere “ah, mm, well, you know” dediğimizi sayıyor ve rapor olarak elimize tutuşturuyor çıkışta.
Günün kelimesi var. Onu kullanırsanız parmak şıklatıp sevinçleniyoruz. Ve daha bir sürü şey..
Feedback
Bütün bunlar olurken her konuşmadan sonra kâğıtlara gömülünüp isimsiz yorumlar yapılıyor. O kâğıtlar toplanıyor ve az önce konuşma yapmış olan biriciğimize veriliyor. Bir sonraki konuşmasında dikkat etmek isteyebileceği geri dönüşlerin izini sürüyor böylece.
İlan-ı aşk edenler de yok değil o kâğıtlarda... (Şişşt sessiz olun!)
Öyleyse nasıl konuşalım?
- İlk cümle çok önemli. Son cümle de öyle. Vurucu bir şey olsun!
- Kronolojik metot yerine tek bir hikâye anlat ve oradaki detaylarla tanıyalım seni...
- Beden dili çok önemli. Belinle daireler çizme! (Bana gelen en kocaman yorum: Saçınla oynama Hande!)
- Ses çok önemli. Bazen fısılda gerekiyorsa, yeri gelirse de haykır tatlım!
- Get to the point var... Konuş, konuş ve toparla yani*** sözün özü falan de bitir. Hah dur tamam, sadede gel sadede...
- Put some Tuba in it! (Matt’in şahane cümlesi... İçine kendinizi katın! Alıntıları istersek her zaman her yerde bulabiliriz. Ama sana ne olduğunu, senin o biricik hikâyeni bilmiyoruz! Onu anlat! Bana seni anlat pikaçu! Seni gerek seni...)
Anne ben lider oldum!
Konuşmalarımızı bazı guide’lar eşliğinde kendi aramızda değerlendiriyoruz. Bu da birbirimizin üstüne titremeyi gerektiriyor. Belki de titremek gereksizdir. (Ben biraz anaç oluveriyorum).
Kimimiz de hoyt hoyt diye sıralıyor gördüklerini ve geçip oturuyor yerine. Tolgacığım bu konuda biraz ünlendi. Yani, burada hoyt hoyt olmak iyi bir şey! Çünkü ancak o sayede ilerleniyor.
Cesur ol, fark et, yeniden dene, paylaş, yaşa, devam et... Bu süreci nasıl yönettiğimiz liderlik meselesine işaret...
Gecenin sonunda...
Bir kadeh şarap içip ya da içmeyip bir arada duruyoruz toplantı sonunda. Didaktik mi oldu? Orada bulunmak ve anı biriktirmek çok güzel! Her bir konuşmacı -ne kadar aksini iddia eden olursa olsun- baştan aşağı “kendisi” olarak mücadelesine devam etmiyor mu zaten şu oyuncu hayatta?
Hande’nin Toastmasters’ı
Hikâyenize dahil olmama izin verdiğiniz için teşekkür ederim... (Evet pampa, bu bir storytelling meselesi sonuçta…)****
_______________________________________
* Türkçe’si de var!
** http://www.istanbultoastmasters.org/speaking-tips-2/
*** Araba kullanırkenki topla topla topla gibi abicim... Anladın sen onu...
**** We live every moment! https://www.youtube.com/watch?v=EVr__5Addjw