Gecelerden bir gece, Meltem ve Erdoğan Sağlam'ın davetiyle Beyti Engin’in Sesler ve Harfler şiir dinletisinde buluyorum kendimi.
Neden bilmem, şiir deyince, aklıma, kocaman kırmızı güller ve onun üstünde de dev, sarı gölgeli yazılar olan ağdalı bir ruh hâli geliyor ilk.
Oyunculuktan biliyordum; ama şiir denince, hafif, “Gidelim bakalım, neyin nesiymiş” hovardalığında yürüyerek Asmalı Sahne’ye bıçkınca ulaştığımda başıma gelecekleri sezmiş dahi değildim.
Önce biraz bekledik. Şarap içip sohbet ettik. Mekâna bakıp “Ne güzelmiş, ne sıcakmış” dediğimi hatırlıyorum.
Sahnedeyiz.
Bir adam, siyah perdenin önünde oturuyor. Dumanlar var. Hem perdede hem kafamın içinde. Okuyor. Sade, duru, öylesine.
“Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.” Didem Madak
“Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu?” Yılmaz Erdoğan
“Anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor.” Ah Muhsin Ünlü
“Sense kendini hâlâ hayatımdaki herhangi biri sanıyordun.” Murathan Mungan
“Sen yağmurlu günlere yakışırsın.” Gülten Akın
Sanırım 3 kilo kadar ağladım. Bu, benim ruhumun mayasından mı, Engin’in döktürmesinden mi, yoksa ülke girdaplarının hâlet-i ruhiyesinin oracıkta tecelli edivermesinden mi oldu, bilmiyorum.
Şiirlerde çırılçıplak insanız. Ve şu an, ülkece, ailece, bireyce -çoğu zaman- o duygulara yakın değiliz. O duygular dediğim ağlamak, iç çekmek, dudaklarını ısırmak, bir noktaya dalıp gitmek, -hıh diye gülümsemek...
O duygudaşlığı yaşamak için ne gerekli bize?
“Gidişin kendisinden artakalan / Her şey, herkes burada / Ben buradayım / Kardeşlerim yitikliğiyle burada / Annem elbiseleriyle / Erkek kardeşim savaş korkusuyla / Babam burada hiç uyanmış olmasa da / Dünya eksilmiş etrafımda / Bir düş sanki olanlar / Uzayan ve uzadıkça acıtan.” Bejan Matur
Türkiye’de şu an olan biteni şairler yazsa, oturup dinlesek acımız azalırdı, sarılabilirdik belki, bir umut.