29 Ocak 2015

Algılayamadıklarımızdan mısınız?

Yüzde ellisi bizsek yüzde ellisi de bizi algıladıkları mıyız sahi?

Godard diyor ki, her içerikte baş, orta ve son vardır; fakat bu sıra ile gerçekleşmek zorunda değildir.

Sınavdayım. Hani şu başvuru/müracat için yapılan o sınavlardan... Tam çıkmak üzereyken paragraf başı yapmadığımı fark ediyorum. Vakit kısıtlı... Minik oklar koydum acele ile, paragraf başı olan yerlere… Mülakatta ağırlıklı olarak -içerikten ziyade- okları konuştuk.

- Anlıyoruz tabii ama... (Bir halt anladığınız yok bayım!)

- Düşünme biçiminiz farklı olabilir ancak başı, sonu, ortası olan bir şey yazabilecek misiniz? (Hakaretin böylesi...)

- Nedir mesela o oklar? (Annem, anneciğim...)

- Sanki beyin fırtınası gibi… (Hı hı, tabii, iki saatte şahikalar yaratmalıydık.)

- Yok yok...

- Oklar okuma kolaylığı sağlar diye düşünmüştüm.

- Hımm, hommm, pammm, pummm…

 

Yüzde ellisi bizsek yüzde ellisi de bizi algıladıkları mıyız sahi?

 

Henüz sinema bölümünden kabul almamıştım. Dergide beni dinlemediler. İki gün sonra kabul almışım, onu öğrendik. Aniden sinema kraliçesi ilan edildim. İki günde ne değişti? Neyin onayıydı bu?

 

İçeriğe gerçekten kim vakıf?

 

Obama’ya Orhan Pamuk kitap tavsiye etmiş. Daha önce, sevgilisi de aynı kitabı oku demiş başka bir adama. Bakmamış önce adam. Pamuk’tan gelen aynı öneri sonunda almış eline çalışmayı ve ancak o zaman okumaya başlamış.

 

Sizin referanslarınız kim?

 

Konferansa katıldık. Biri geldi. “X’in sahibiyim” dedi. Birden ilaha dönüştü. İki dakika önce yüzüne bakmıyordunuz...

Harvard mezunu, üniversitenin namı ile örtüşmeyen açıklamalarda bulundu. “Nasıl bir beyin bu” diyen olmadı.

Çok sevgili bir öğrencim dedi ki, “Hocam o dediğim kişi var ya, astsubaymış, gözümde büyüdü birden…” Bundan yıllar önce “Ama anneciğim, zarar gelmez bence ondan, üniversitede hocaymış çünkü” dediğim gibi…

Yıkıldı işte. Bir bir yıkıldı.

Bir proje vardı. Fotoğraflardan oluşan… Hepimiz başladık:

- Bu anneniz mi?

- Ay 70’li yıllar mı?

Bence siz bu dönemlerde yaşamışsınız aslında, gerçekten bak...

- Yani hep özlem duyuyordunuz değil mi?

Öyle değilmiş. Toplamış eskiciden kopuk kopuk tarihi fotoğrafları ve birleştirmiş. Hiç ilgisi yokmuş. Kendi içlerinde bile bağlantılı değillermiş.

Victor Erice/Lifeline* filmini izledik. İp sahnesi var. Ardından hemen gördüğümüz sallanan ayaklar intihar hissi uyandırıyor. Oysa salıncakmış o. Salıncakta sallanan ayaklarmış.

Algımız o gün de bükülmüştü.

Radikal İki’de yayımlanınca yazım daha çok like aldı Facebook sayfamda. Kaos GL’dekilere oranla... Halbuki içerik aynı içerik… Üreten aynı ben…

İçine/işin özüne bakan çok az kişi var galiba.

Ve kurumların/markaların onayı ile ilerliyor/büyüyor sanırım algı, ne yazık ki...

Kaplumbağa tepeye tırmanmış. “Yapamazsın, bırak, küçüksün, yavaşsın” demişler yol boyunca. En tepeye çıkmış sonunda. Hiç bırakmamış. “Nasıl yaptın, sen bir kaplumbağasın” demişler. Cevap vermemiş, hem de hiç... Usul usul gitmiş/ilerlemiş bildiği/inandığı gibi... Yolunu tamamlamayı başarmış kaplumbağacık; çünkü sağırmış.

Bize düşen Camus/Sisifos Söyleni olmak şimdilerde...

Sonra, bir yazar defalarca yayınevleri tarafından reddedilen kitabını, yayımlatmaktan vazgeçmeden önce bir kenara koymuş. Ödüllü bir romanı alıp sadece başlığını değiştirip göndermiş bu kez, aynı yayınevine, kendi yazmış gibi. Ondan gittiği için yine kabul edilmemiş. Ödüllü romanı basmayı reddetmişler. Gönderen kişinin adı henüz bilinmediği için…

Kimileri şakşaklanan yabancı dillerdeki mahlaslardan kullanıyor. İtibar artıyor böylece. İtibar yönetimi de acayip. Aman kimse bir laf söylemesin. Bakınca hep olumlu bilgiler dizisi ile karşılaşalım. Oysa o tarihin senin. Geldiğin yer… Ya da ilerleme kat ettiğinin en sağlam göstergesi değil mi? Keşfedilmemiş bir katman bulamaz mıydık sanki hem böylelikle?

 

Kimden neyi saklıyoruz?

 

- Şu projeyi ne zaman teslim edebilirsin?

- Bugün!

Mümkün değil! Baştan savma mı yapacaksın?

Haklısınız, en az iki haftaya ihtiyaç var (!)

Gün içinde bitebilecek işi iki hafta bekletip verince daha mı değerli olunur söylesenize kuzum?

Bu tıngırtıları duymadan ilerleyince hayat güzelleşebilir, hani şu yukarıda bahsettiğim kaplumbağacık gibi... Hakkı da vardır bazen ahkâm sahiplerinin, her zaman da böyle değildir; ama yine de saygım kayboluyor benim o** etiketlere… Yaşasın ki!

Algıyı bozmak, eğip bükmek birkaç hamle ile mümkün. Bununla nasıl eğlenebiliriz, şimdilerde onu düşünüyorum ama hani mesela anlamsızca/acımasızca gelseler, haydi kızım, seni götürüyoruz deseler… Komşular anında “Vah vah, ne de hanım kızdı” diyecekler. Kaç kişi içini/dibini/en derinleri görecek? (Kız kelimesini de kullansam bir türlü!)

Pınar Selek’le ilgili açıklamaları dinlediğim bir gün oturup hüngür hüngür ağladım. Artık halimize mi, Pınar Selek’e mi, başka bir şeye mi? Bilmiyorum…

 

_____________________________

 

* https://www.youtube.com/watch?v=fm8EneO3BAI

** Önce bir sallıyorum artık içinden ses geliyor mu diye...

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"