06 Haziran 2021

Postanedeki termometre

Bazı seviyelere özel not düşülmüştür: "Donma noktası", "insan bedeni" ve "Senegal". Donma noktasıyla ortalama insan vücudu sıcaklığı tamam da Senegal ne oluyor?

İstanbul Sirkeci'de mimar Vedat Tek'in ilk eseri 1909 yapımı "Büyük Postane" girişinde duvarda dev bir termometre asılıdır. Görmemek mümkün değil. Üzerinde eski Türkçe ve Fransızca bir şeyler yazar; kimse anlamaz. Fahrenheit ve santigrad cinsinden gölgedeki sıcaklığı verir; bu anlaşılır. Yalnız, bazı seviyelere özel not düşülmüştür: "Donma noktası", "insan bedeni" ve "Senegal". Donma noktasıyla ortalama insan vücudu sıcaklığı tamam da Senegal ne oluyor?

Sirkeci'den Cağaloğlu'ya çıkan Ankara Caddesi Babıali Yokuşu olarak bilinir. Burada sağlı sollu kırtasiyeciler, fotoğraf çekimi ve tabı için gerekli aksamı satanlar, kitapçılar, irili ufaklı yayınevleri, matbaalar bulunur. Çehre artık çok değişmiş de olsa, hâlâ hissediliyor bu doku. Tepeye gelindiğinde ise, Cağaloğlu, Divanyolu, Yerebatan, Nuruosmaniye, Türkocağı gibi cadde ve sokaklarda daha büyük gazetelerin ve yayıncıların idare binaları ve hatta rotatifleri vardı.

Gazeteci, muhabir, foto-muhabir kim varsa onların inip çıktığı bir yokuştu bu Babıali. Adını şimdilerde Valilik Binası olan eski Sadaret Makamından alırdı ki, onun da Gülhane yönünden girişi gözden kaçmayacak kadar büyük bir "yüksek kapı" idi. Osmanlı'nın son zamanlarında saray artık Yıldız'da veya Dolmabahçe'deydi, ama "hükümet", yani sadaret bu yüksek kapının, Bâb-ı Âlî'nin ardındaydı. Babıali, gazeteciliğin, yayıncılığın, yazarlığın kalbiydi. Eli kalem tutan, mürekkep yalamış insanların aşındırdığı bir yokuş…

Bütün o kırtasiyeciler bu yüzden buraya doluşmuş olmalı. Yeni kurulan cumhuriyetle birlikte yeni bir alfabe de tanıtıldı bu topluma. Bir de dönemin okuryazarlık seferberliklerini eklersek kırtasiye malzemesine olan talep oldukça artmış herhalde. Bilumum devlet dairelerinde, okullarda mürekkepli dolma kalemlerle yazılır, mühürler ıstampa yastıklarına değdirilip kâğıda aktarılırdı. İnsanlar birbirlerine mektup, kartpostal, tebrik kartı filan yollarlardı. Bunları yazmak için postanelerde yüksek yazı masaları olurdu. Büyük Postane'de de var…

Yalnız, eski mürekkeplerde bir sorun varmış. Yüksek ısıda ve uzunca güneş ışığında kalınca mürekkeple yazılan yazılar, vurulan damgalar solarmış. Haliyle bu da bir sürü sorun demekmiş. Bu yüzden eski hattatlar çok başka tekniklerle elde ettikleri mürekkepler kullanırmış. Ama sanayileşen ve okuryazarlığı artan dünyada daha fazla mürekkep ihtiyacı oluşmuş. Mürekkebin solma sorununa köklü bir çözüm gerekiyormuş.

İngiltere'de 1817 yılında genç yaşta tıp doktoru olan Henry Stephens fıtık ve kolera araştırmalarıyla ünlenmiş. Aynı zamanda birçok başka alanla da ilgilenen ve evinde küçük kimyasal deneyler yapan doktorumuz solmayan mürekkep üzerine çalışmış. Koleradan kırılan Afrika kıtasını incelerken Sahel Kuşağı'na özgü bir ağacın reçinesinin yapışkan özelliğini mürekkepte kullanmayı denemiş. Denize kıyısı olan Senegal'den İngiltere'ye nakliyesi daha kolay olan bu reçine Senegal Akasyasından elde edilirmiş.

Bizim genel olarak zamk, Arap zamkı, "gummi arabicum" olarak bildiğimiz bu maddeyi de karıştırarak elde ettiği mürekkeple yazılan yazılar önce mavi görünüp eskidikçe solmak yerine siyah olurmuş. Mükemmelmiş yani. Hokkadan yazmak için iyi, ıstampa için de iyi, ama mürekkebin dolmakalem hazneleri ve kanalları için aynı zamanda akışkan da olması gerekiyormuş. Hobi kimyagerimiz Dr. Stephen patentini de alıp bu mürekkebi imal eden bir fabrika kurmuş. Öldükten sonra Stephens' mürekkeplerinin başına oğlu geçmiş.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de devlet dairelerinde, resmî ıstampalarda bu mürekkebi kullanmak şart koşulmuş. Sonra okuryazar halk arasında da yaygınlaşmış. Babıali yokuşundaki kırtasiyecilerde de satılan Stephens' markası postaneye mektup yazmaya gelenlere de sıradan bir reklam panosu yerine bu termometreyle kendisini hatırlatmak istemiş. "Senegal sıcaklarına bile dayanıklı mürekkep" dercesine.

Kısa sürede dünyada da ünü yayılan bu mürekkep o kadar güvenilirmiş ki, 1919 yılında 1. Dünya Savaşını bitiren Versay Barış Antlaşması bile bununla imzalanmış. Solmayan mürekkep barışın teminatı olmuş sanki.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı