20 Aralık 2021

Çöküşte yaşanan ihtişam - Pera Palas

Avrupa’da bilinen “sarayvari” bir otel ihtiyacı giderilmiştir artık İstanbul’un. O yüzden de adında “palace” (saray) vardır: Pera Palas. Ama aynı zamanda Oryantal, Şarklı bir havası da olması gerekiyordur. Beklenti öyledir çünkü. “Madem Şark’a geldik, kendimizi Şark’ta hissedelim.”

“En uzun yüzyıl” denmiş 1800-1900 arasına. Osmanlı İmparatorluğu kronolojisi reformcu padişah II. Mahmut’la başlayan ve Büyük Savaşın kaybedilmesiyle biten yüz küsur yılda hiç olmadığı kadar yoğun. Rahat nefes alınan bir gün bile yok neredeyse. Hem umut hem hüsran dolu bir yüz yıl olmuş. Fransız Devrimi’nden 50 yıl sonra 1839’da Tanzimat Fermanı gelmiş. Batıya yöneliş somutlaşır olmuş.

Bir yandan da kaybedilen topraklar, böylece eksilen vergi gelirleri, ödenen tazminatlar derken devletin kasası da erimeye başlamış. Ama Şarklılar fakir de olsalar zengin gözükmeyi severler, komşudan ödünç alıp misafirlerine sunarlar ne bulurlarsa.

Ecnebilerle ne zaman Topkapı Sarayı’na gitsem ilk soruları şu olur: “Saray nerede?”

Çünkü orayı bir saraya benzetemezler. Osmanlı padişahları da bunu hissetmiş olmalılar ki, Avrupaî anlamda yeni bir saray işine koyulmuşlar. Sofu Kostantiniyye’ye sırtlarını mı çevirmişler acaba? “Biz sizin bildiğiniz Şarklılardan değiliz” demeye mi getirmişler? İtibar önemli; kasa tamtakır da olsa. Dolmabahçe Sarayı ve çevre yapıları inşa edilmeye başlanmış. Sene 1843. Fermandan dört sene sonra, Kırım Savaşı’nın patlamasından on sene önce. Saray inşaatı 1856’da bittiğinde Kırım Savaşı da bitmiş. Borç gırtlağa kadar. Dış güçlerden Galata bankerlerine kadar herkesten borç alınmış. Bu ekonomik kriz öyle kolay kolay aşılacak gibi değilmiş. Sonuç: 1881 Muharrem kararnamesi ile moratoryum ilanı ve Düyun-u Umumiye, yani iflas!

Sultan Abdülaziz barışçı amaçlarla yurt dışına çıkan ilk ve tek padişah olma unvanına sahip. 1867 yılında yaptığı seyahatte Avrupa’da şaşırtmış herkesi endamıyla ve beklenenin aksine “modern” kıyafetiyle. İki şey çok etkilemiş Abdülaziz’i: Laik eğitim ve demiryolu. İkisini de başlatmış. Demiryolu ile Avrupa’ya bağlanmak müthiş bir fikir! Düşünsenize, Paris’ten atlıyorsunuz trene, 3 günde İstanbul’dasınız. Hoş geldin Şark Ekspresi!

Yokuşu bol Galata’nın tepesinden itibaren yeni bir İstanbul oluşmaktaymış: Pera.

Ermeni banker Ohannes Esayan Efendi tam da 1881 yılında Pera’nın Haliç yamacında bir arsa almış ve 1892 yılında burada bir otel inşaatına başlamış.  Muhteşem bir ziyafetle 1895 yılının bir kış günü açılmış otel. Avrupa’da bilinen “sarayvari” bir otel ihtiyacı giderilmiştir artık İstanbul’un. O yüzden de adında “palace” (saray) vardır: Pera Palas. Ama aynı zamanda Oryantal, Şarklı bir havası da olması gerekiyordur. Beklenti öyledir çünkü. “Madem Şark’a geldik, kendimizi Şark’ta hissedelim.” Arabesk ve Mağribî tarz süslemeler, bezemeler gerekiyordur. Binada “İstanbul’un yarısını inşa etmiş” diyebileceğimiz mimar Alexandre Vallaury’nin imzası vardır.

Önceleri sadece elçilik saraylarında verilebilen balolar artık burada da verilebilecektir. Saraylarda değil de daha mütevazi evlerde yaşayan yeni zengin Levanten tüccar takımına işte böyle ortaklaşa kullanabilecekleri bir “saray” gerekiyormuş demek. Şark Ekspresi yataklı vagonlarını işleten şirket Vagon-Li onca kaymak tabaka tren yolcusunun herhalde ucuz yerlerde konaklamalarına izin vermeyecekti. Artık otelin sahibi Wagon Lits şirketi idi.

Kızıl Sultan Abdülhamid’in hafiyeleri, jurnalcileri de kol geziyordu bu salonlarda, savaş yıllarında yabancı ülkelerin ajanları, casusları da. O şaşalı fırtınalı davetler 1914 ile bitti. Tren seferleri durduruldu. Oteli artık Alman subayları kullanıyordu. Otelin müşterileri arasında Mustafa Kemal de vardı. Harb-i Umumiye’ye karşı çıkan, savaşın sonuna doğru istifa eden, İstanbul’a dönüp savaş bitince bu otelde bir süre kalan bu Osmanlı subayı yeni bir devletin kurucusu olacağını henüz bilmemekte, bu salonlarda görüşmeler yapmaktaydı.

Savaş sonrası otel el değiştirir. Osmanlı tebaasından Rum Bodossaki devralmış ve oteli neredeyse bir Yunan karargahına çevirmiştir. Şimdi de işgal subayları eğlenmektedir bu salonlarda. Anadolu’da bir kurtuluş hareketi başladığı haberleri İstanbul’a da ulaşır. Bodossaki başına gelecekleri anlamışçasına sırra kadem basar. Cumhuriyet döneminde otel borçlarına karşılık kamulaştırılır ve Emlâk Bankası’na intikal eder. Banka da Lübnanlı Misbah Muhayyeş’e satar.

Oteldeki yaşamlar kadar otelin el değiştirmesi de hareketli.

Muhayyeş vefatından önce otel gelirini bir vakıf aracılığıyla hayır kurumlarına bağışlar. Gel gör ki, 12 Eylül cuntası oteli tekrar kamulaştırır. Uzunca bir süre tadilat görür, kapalı kalır. Süzer grubu işletmeye başlar. Son mal sahibi ve işletmecisi ise Birleşik Arap Emirlikleri kökenli Jumeirah’dır.

Otelin yerli ve yabancı kalburüstü müşterileri saymakla bitmez. Ama bir tanesi var ki, başarılı bir reklam hikâyesini çok andırıyor: Agatha Christie.

Ünlü polisiye yazarının hayatında karanlıkta kalan onbir günü burada geçirdiğine, odasının anahtarının bulunduğu yeri bir medyumun trans halindeyken uzaktan tarif ettiğine inanılır. Ne de olsa otel Şark Ekspresi yolcuları için yapılmıştır ve yazarın en bilinen romanlarından biri de “Şark Ekspresinde Cinayet” adını taşır.

Böyle gizemli hikâyelere inanmak isteyen okuyucular hayal kırıklığına uğrayacak ama o otel burası değil, Tokatlıyan Oteli.

Ama hikâye bu otele çok yakışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı