Beyoğlu Çukurcuma'da “Küçük İtalya” da diyebileceğimiz “Tomtom Sokak” çıkmaz gibi görünür, ama çıkar. Tam karşınızda bugün Frankofon çocuklar için okul olarak kullanılan eski Fransız mahkemesi binası vardır ki, bu da ayrı bir makale konusudur.
Üzeri Fransız deniz ticareti hukukunun sembolleri ile süslü o sarı binanın yanından dik ve pek de emniyetli olmayan merdivenler çıkar. Yorulmaya değer bu yol. İki yanınızda köhne duvarlar eşlik eder size yol boyu. Biraz ileride ise birinci katı şahnişinli kırmızı bir bina vardır. Giriş katını sokağa bağlayan merdivenler oldukça hoştur. Ve bu kuytu köşede sıklıkla aşk yaşayan genç çiftler görürsünüz. Aşk öncesi keyiflenmişlerdir genellikle…
Bu kırmızı binadır yazımızın konusu. Ve burada yaşayanlar, yaşananlar…
Bugünkü Çek Cumhuriyeti’ne düşen topraklardaki Melnik kasabasında 1853 yılında bir kız çocuğu doğar. Adını “Anna” koyarlar: Anna Rilke. Anna, şu ünlü şair Rainer Maria Rilke’nin uzaktan kuzinidir, ama muhtemelen hiç karşılaşmamışlardır.
Çok iyi müzik eğitimi gören Anna bir piyano virtüözü ve hocası olur. Alman Yahudisi ressam Moritz Treuenfels ile evlendiğinde henüz 25 yaşındadır Anna. Ne var ki eşi 3 yıl sonra ölür ve genç Anna dul kalır. Berlin’e taşınır ve çok alkış alan konserler verir. Kariyerinin bir zirvesi de 1884 yılında Belçika Kralı II. Leopold tarafından “Kraliyet Piyanisti” nişânıyla tâltifidir.
İkinci evliliğini, Berlin’de yaşadığı yıllarda tanıştığı gazeteci-yazar Julius Grosser ile yapar Anna. “New York Herald” gazetesine muhabirlik yapan Julius’a “Kölnische Zeitung” gazetesi Konstantinopolis muhabirliği teklifi götürür. Grosser çifti, Günther adındaki oğullarıyla birlikte 1888 yılında İstanbul’a gelir ve birkaç konut değiştirdikten sonra bu kırmızı eve taşınır.
“… Postacılar Sokağı’ndan aşağıya inmeye başladık, merdivenli feci bir yoldu, ama tablo gibiydi. İtalya’nın ara sokaklarına benziyordu. Ev, ağır demir kapısı olan görkemli bir binaydı, eski bir manastırın bulunduğu bir meydanlıktaydı, hemen yanında arsanın sahibi olan küçük bir İspanyol Kapusen Manastırı vardı, kimbilir belki de eski zamanlarda Venedikli tacirler burada konaklamışlardı. …”
Anna’nın hayatı artık eskisi gibi değildir “bu şarkî semâda”... Anlaşılmamaktan şikayetçidir Anna. Konserler ve piyano dersleri vermektedir, ancak mutsuzdur. Sanki tek hayranı eşi Julius’tur.
“… O gece gerçekten iyi çaldım, pek alışık olmadıkları müziği ilgiyle dinlememişlerdi, hafif İtalyan opera aryalarını belki daha iyi anlarlardı, ama benim umurumda değildi, kendi bildiğimi yapıyordum, bir kez de insanlara gerçek Alman sanatını sunmak istiyordum. …”
Dinleyicileri arasında Padişah II. Abdülhamid ve oğlu Şehzâde Mehmet Burhaneddin Efendi de vardır. Şehzâde Burhaneddin, Anna’nın öğrencisidir ve çok iyi piyano çalmaktadır. Bitmek bilmeyen, dinleyicileri bıktıracak kadar uzun konserler verir bazen Şehzâde Efendi.
Anna’nın bir başka öğrencisi de Lâtife Uşşakî adlı bir genç kızdır. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’le kısa ömürlü bir izdivaç yapacak olan Lâtife Hanım’ın da bu eve girip çıktığını, onun piyano tuşlarından çıkan seslerin bu sokakta duyulduğunu düşünmek gerekir buradan geçerken…
“… Latife sözünü tutmuştu. Kendine güvenen bilinçli bir kadın olarak gelenekleri kırıp, Türk kadınının önündeki duvarları tamamen yıkmayı başarmıştı; …”
Gazeteci eşi 1895 yılında vefat eden Anna, oğluyla bir başına kalır İstanbul’da. Eşinin kurduğu haber ajansını kapatmayıp, devam ettiren dul bir Alman kadın yaşamaktadır artık burada. Pâdişahın kendisine ajanlık teklif ettiği bile söylentiler arasındadır. E, ne de olsa “ajan” ile “ajans” aynı şey gibi durur.
Anna bir yaylı sazlar kuarteti kurar ve sürekli onlarla birlikte sahneye çıkar artık. Aynı zamanda Amerikan Robert Kolej’in müzik hocalığını da üstlenir 1906 yılından itibaren.
1918 yılında Almanlarla Türklerin birlikte girip, birlikte kaybettikleri Büyük Savaş’tan sonra ülkedeki bütün Almanların kovulmasıyla Anna, bavulundaki 30 yıllık İstanbul hatırası ile ülkeyi terk eder. Hâtıratı 1937 yılında yayınlandığında Anna 84 yaşına gelmiştir artık ve kısa süre sonra da bu dünyadan göçüp gider.
Anna, anılarını alıp gitmiş, ama burada “bir hoş sada” bırakmıştır elbet.
Sanırım, bu evin önünden her geçtiğimde piyano sesleri duymamın nedeni budur.
Halûk Uluhan