22 Temmuz 2024

Trump başkanlık yarışında şimdiden galip

Bir yanda mücadeleci, yılmayan bir Trump var, diğer yanda sürekli pot kıran, zihni bulanık bir Biden var. Bundan sonra ibre daha da belirgin olarak Trump’ı gösterecek. Demokratlar Biden’ı yarıştan çekilmeye ikna edemezlerse işleri çok zor...

Trump’ın misyonu

Kulağından küçük bir sıyrıkla suikast girişiminden kurtulan Donald Trump’ın seçimi kazanması artık kesin gibi. Bu gerçek Demokratik Parti içinde de kabul ediliyor. Ama Biden aralarında Kongre üyelerinin, Nancy Pelosi’nin, hatta Obama’nın da bulunduğu Demokrat Parti liderlerinin ayrılma telkinlerine hala direniyor. Biden yarıştan ayrılırsa onun yerine geçecek yeni adayın nasıl kazanacağı da meçhul.  

Fanatik Trump yandaşları onu tanrının koruma altına aldığı kutsal bir misyoner mertebesine   yükselttiler. Sosyal medya, Trump’ı koruyan Hz. İsa’nın resimleriyle dolu. Bu hikaye 15 Temmuz sonrası bize de hiç yabancı sayılmaz. Komplo teorilerine teşne Demokratik Parti fanatikleri ise, olayı Trump’ın bir oyunu olarak görme eğilimindeler. Trump kafasını son anda biraz oynatmasa, kurşunun beynine gireceği, bunları hiç mi hiç ilgilendirmiyor.

Ama gerçek çok farklı: ABD’de siyasileri korumakla görevli Gizli Servis’in ve yerel polisin laçkalığından yararlanan kızgın bir genç adam, piyasada 400 dolara satın alınabilen AR-15 tipi yarı otomatik saldırı silahıyla bir çatının üzerine çıkıp, ABD’yi olduğu kadar dünyayı da kaosa sürükleyebilecek bir suikast girişiminde bulundu!

Suikastçı tek başına mı hareket ediyordu, yoksa arkasında başkaları da var mıydı? Saldırı amacı neydi? Olayda Gizli Servis’in hata payı ne kadardı? Bunlar önemli sorular. Ama esas soru 20 yaşındaki suikastçının nasıl kolayca bir saldırı silahına sahip olduğudur. Söz konusu AR-15 silahı neredeyse her yirmi Amerikalıdan birinin elinde mevcut. ABD’de neredeyse her isteyen kolayca bu tür silahlara sahip olabiliyor. ABD’de her yıl okullarda, AVM’lerde, kitlesel etkinliklerde, ibadet yerlerinde vs. yüzlerce masum sivil bu tür silahlarla öldürülüyor. Ve ne acıdır ki, akan onca kana ve acıya rağmen silah lobisini durdurmaya aklı başında Amerikalıların gücü yetmiyor.

Bu kadar yaygın bir şiddet ortamında Donald Trump’a karşı gerçekleşen saldırı sürpriz sayılamamalı. İşin acı tarafı, Trump’ın kendisinin silah lobisinin çıkarlarını en güçlü şekilde savunan siyasilerden biri olması. Biz Türkiye’de sık sık sık ABD’deki Musevi, Ermeni, Rum  lobilerinin gücünden bahsederiz, oysa ABD’de en güçlü lobi, silah lobisidir. Silah lobisi en çok Cumhuriyetçi Parti içinde etkilidir. ABD basınından izleyebildiğimiz kadarıyla, her kitlesel saldırıda hedef tahtasına konulan silah lobisi şu ana kadar bu olayda ciddi olarak suçlanmadı bile.

Biden suikasttan sonra saldırı için “hastalık” tanımını kullandı. Onun ifadesini ödünç alırsak, Amerika hastalıklı bir ülkedir. Amerika sadece serbestçe satılan silahlardan dolayı değil, silah sahibi olmayı özgürlüklerin parçası sayan şiddet kültüründen dolayı da, aynı silahlarla her yıl işlenen binlerce cinayetten dolayı da, metropolleri yaşanmaz hale getiren yaygın adi suç ve çete savaşlarından dolayı da, artık geniş toplum kesimlerini kemiren salgın bir hastalık haline gelmiş uyuşturucu sorunundan dolayı da, evsiz, işsiz, uyuşturucu müptelası insanların bizim uzaktan imrenerek baktığımız metropollerin merkezlerinde dilenmek zorunda kalmalarından dolayı da, binlerce kaçak göçmenin Meksika sınırını geçerek ülkeye sızmasından dolayı da, (aynı bizde olduğu gibi) kaçak göçmenleri ucuz işgücü sayarak ülke ekonomisinin bekası için onlara göz yuman resmi otoritelerin tutumundan dolayı da, her yıl binlerce gencin fuhuş ve uyuşturucu çetelerinin ağlarına düşürmesinden dolayı da, ülkede yoksul ve dar gelirlileri kapsayacak bir sosyal  güvenlik sisteminin bulunmamasından dolayı da, toplum içindeki derin gelir farklarından dolayı da, altta kalanın canı çıksın kültüründen dolayı da hastalıklı bir ülkedir.

“Make America Great Again” (MAGA)

Yukarıdakiler madalyonun karanlık yüzü. Bir de madalyonun parlak yüzü var. ABD hala dünyanın en büyük ekonomisi. Çin bir türlü Amerika’yı geçemiyor. İstatistiklere göre ABD bir refah ve zenginlik ülkesi. ABD hala çalışanın, hak edenin hayalini gerçekleştirme olanağına sahip olduğu bir fırsatlar ve özgürlükler ülkesi (American Dream). Her yıl bu nedenle binlerce yetişmiş insan ABD’ye göç ediyor. Mektebi Mülkiye’de solcu Mümtaz Hocamız bize ABD’nin alttan yukarıya doğru, halk iradesiyle inşa edilmiş müstesna bir devlet olduğunu anayasa derslerinde öğretirdi. Halkın polisini, savcısını, eğitim müdürünü, belediye başkanını, eyalet valisini serbestçe seçtiği, yönetim erklerinin katı çizgilerle birbirinden ayrıldığı, federal makamlarla eyalet makamları arasındaki yetki sınırlarının sarih şekilde belirlenmiş olduğu,  halkın iradesine aykırı merkezden atanan makam sahiplerinin bulunmadığı, kamu görevlilerinin halkın hizmetkarı olarak tanımlandığı (civil servant), devletin aldığı her kuruş verginin hesabının rahatça sorulabildiği, demokratik ve sivil teamüllerin çok güçlü olduğu istisnai bir demokratik ülkedir ABD. Buna rağmen, büyük sermaye ve baskı gruplarının çıkarlarının toplum çıkarlarının önüne geçmesi, sosyal adalet anlayışının geleneksel olarak son derece zayıf olması, derin sınıfsal farklar gibi nedenler bu ülkeyi hastalıklı hale getirmiştir. Washington’da müesses nizam halkın sesine değil, büyük sermayenin ve lobilerin sesine duyarlıdır. Sorunların iyice zirve yaptığı bir dönemde (2016 seçimleri) TV’lerde program yapan milyoner demagog Donald Trump o yüzden Washington’daki kurulu düzene karşı halkı temsil etme iddiasıyla ortaya çıkıp, Amerika’yı yeniden büyük yapacağı (Make Amerika Great Again) sloganıyla kurulu düzenin temsilcisi Hillary Clinton’ı alt edebilmiştir. Trump o seçimde parti içi demokrasinin nimetlerinden faydalanarak, parti ağır toplarının muhalefetine rağmen dışarıdan Cumhuriyetçi Parti adayı olmayı başarmıştı. 

Trump’ın seçim vaatleri basit ama halkın anlayıp benimseyeceği şeylerdi. Amerikalıların işlerini ellerinden alan kaçak göçmenlerin yasa dışı geçişini önlemek üzere Meksika sınırına duvar inşa edecek, duvarın parasını da Meksika’ya ödetecekti (bunu yapamadı ama duvara karşı çıkan Biden duvarı tamamlamak zorunda kaldı). Ülkeye gümrüksüz mal girişini önlemek için serbest ticaret anlaşmalarını feshedecekti. Amerikan işçilerini işlerinden eden, fabrika kapatmalarına neden olan ucuz Çin mallarının ülkeye girişine engel olmak için gümrük vergilerini yükseltecekti. ABD global jandarma görevini yaparken, kendi rahatları için askeri harcamalarını iyice kısan tüm müttefiklerle askeri ilişkilerini gözden geçirecek, onların da ortak savunmada sorumluluk almalarını sağlayacaktı. ABD sanayisini baltalayan iklim değişikliği “safsatasına” inanmıyor, fosil yakıt üretimini ve tüketimini teşvik ediyordu. Dört yıllık dönemi kaos içinde geçmesine rağmen, Trump bunların tümünde söz verdiği şekilde inisiyatif aldı. Trump iki kez Kongre’de görevden alınmak tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Ama kendi yakın çevresinin ihanetlerine ve kendi şahsi skandallarına rağmen, Cumhuriyetçi seçmenin kalbinde sözünü tutan bir lider olarak yer etti. 2020 seçimlerini kaybettiğinde, binlerce taraftarı Trump’ın seçim galibiyetinin sahtekarlıkla elinden alındığı yalanına inanarak, onun çağrısı üzerine 6 Ocak 2021’de Kongre’yi bastı. Dünyanın en ileri demokrasilerinden birinin kalbinde binlerce fanatik insanın sosyal medyada yayılan safsatalara inanarak demokrasiyi yıkmaya teşebbüs etmesi, ABD’nin ne kadar hastalıklı bir toplum olduğunu dünyaya iyice gösterdi. Benzer bir histeri ancak 1930’larda Almanya’da yaşanmıştı. 

Trump geri geliyor

Trump hakkında başta Kongre baskını olmak üzere sayısız dava açıldı. Bu davalar Trump tarafından atanan hakimlerin verdikleri kararlar sayesinde bir bir reddediliyor. Dört yıllık Biden yönetimi boyunca Trump’ın Cumhuriyetçi kamptaki gücü azalmadı, arttı. Bir zamanlar Cumhuriyetçi Parti içinde Trump’a karşı yükselen sesler artık çıkmıyor. Geçen hafta Milwaukee’de yapılan Cumhuriyetçi Parti kongresi 170 yıllık bu örgütün artık Trump’ın arka bahçesi  haline dönüştüğünü en çarpıcı şekilde ortaya koydu.

Trump kongrede seçime beraber gireceği Başkan Yardımcısı adayı olarak  Ohio Senatörü JD Vance’in adını açıkladı. Bir zamanlar ağır ifadelerle açık açık Trump karşıtlığı yapan 39 yaşındaki Vance’in Trump tarafından bu göreve aday gösterilmesini Amerikalılar yadırgamış olabilirler. Ama yalnız ve güzel ülkemiz bakımından ortada yadırganacak bir durum yok. Geçmişte parti dengeleri nedeniyle Evangelist lobinin temsilcisi Pence’i başkan yardımcısı yapmak zorunda kalan Trump’ın bugün artık böyle bir zorunluluğu bulunmuyor. Zaman içinde sıkı bir Trump taraftarına dönüşen Vance, çok zor koşullardan çıkarak kaderini kendi yazmış bir başarı öyküsünün temsilcisi. Onun hayat hikayesini anlatan Hillbilly Elegy filmini Netflix’te yeniden seyrettim. Etkilenmemek mümkün değil. Trump’ın neyi düzeltmeyi vaat ettiğini öğrenmek isterseniz seyretmenizi tavsiye ederim. Vance Trump’ın MAGA düşüncesini gelecek yıllara taşıyabilecek gelecek siyasi nesli temsil ediyor. O yüzden Trump’tan sonra Cumhuriyetçi Parti’nin adayı olma şansı çok yüksek.  Trump Vance sayesinde Cumhuriyetçi parti içinde hem siyasi rakiplerinin önünü kesmiş olacak (zaten bunlar da bir bir sahneye çıkarak Trump’a olan bağlılıklarını açıkladılar), hem de ileri yaşından kaynaklanan gafları nedeniyle hayli puan kaybeden Biden’a karşı kendi kampanyasına gençlik dopingi yapmış olacak. 

Trump bir süredir kamuoyu yoklamalarında Biden’ın önündeydi. En son ikilinin CNN’deki münazarasından sonra fark açılmaya başlamıştı. Trump’ın suikast teşebbüsünden sonra yüzünden kanlar akmasına rağmen ayağa kalkıp yumruk sıkarak mücadeleci kişiliğini ortaya koyması, ikili arasındaki farkı iyice açtı. Bir yanda mücadeleci, yılmayan bir Trump var, diğer yanda sürekli pot kıran, zihni bulanık bir Biden var. Bundan sonra ibre daha da belirgin olarak Trump’ı gösterecek. Demokratlar Biden’ı yarıştan çekilmeye ikna edemezlerse işleri çok zor. Esasen bundan sonra Biden’ın yerini kim alırsa alsın, onun da işi zor olacak. Ufukta 2025’te yeni bir Trump iktidarı gözüküyor. Trump eski politikalarına bıraktığı yerden devam edecektir. Bu kez arkasında onu destekleyen yekvücut bir Cumhuriyetçi Parti ve daha tecrübeli bir hükümet olacak.

Dış politikada da Trump eski çizgisini devam ettirecek

Trump’ın dış politikada sürpriz yapması beklenmiyor. Trump’ın transatlantik ilişkilerdeki soğuk tutumu ve NATO karşıtlığı devam edecektir. NATO ve Avrupalı müttefikler Biden döneminden sonra hayli sorun yaşayacak gibi görünüyorlar. Trump cephesinden ilk salvo Vance’in ağzından İngiltere’deki İşçi Partisi iktidarına geldi bile. Sırada Almanya, Fransa ve kuzey ülkelerinin olduğundan kuşkunuz olmasın. Trump için en makbul NATO lideri Macar Başbakanı Orban. Trump’ın bu tavrı Avrupalı müttefikler için olduğu kadar, Ukrayna için de pek hayırlı bir durum değil. ABD’nin ilgisinin azalacağı bir NATO kendinen beklenen caydırıcılık görevinin hakkını veremez. Trump’ın desteklemediği bir Ukrayna’nın da Rusya karşısında işi zor. Mevcut statükoyla savaşın sona erdirilmesi belki de o yüzden ehvenişer bir çıkış yolu olabilir. Çin’in de taraf olduğu bir konferans sonucu Ukrayna’nın topraklarının üçte birini Rusya’ya terk ederek tarafsız bir statüye bürünmesine Putin’in itirazı olmaz. Zelensky’nin başında olmayacağı böyle bir Ukrayna için Trump dostu Putin’i ikna edebilir.

Buna karşılık Gazze Savaşı’nda ABD’nin Trump yönetimi altında tüm ağırlığını yeniden İsrail’den yana koyması çok daha güçlü bir ihtimal. Hamas’ın başlattığı krizden dolayı Filistin halkının ağır bir bedel ödemesine Arapların ciddi bir tepki göstermesi beklenmemeli. Esasen bundan böyle Filistin konusunda iki devletli bir çözüm için başarı bulunmuyor. Gazze’nin sıcaklığı geçtikten sonra Trump yönetimi zaman kaybetmeden Araplarla İsrail arasında başlattığı İbrahim Anlaşmaları sürecine yeniden dönebilir. 

Trump için İran en tehlikeli düşman ülke. Bu konuda Netanyahu’dan farklı düşünmüyor. Bu yüzden ABD’nin İran’ın bölgedeki etkisini azaltmak için daha sert politikalar izlemesi beklenmelidir. İran’ın İsrail ve ABD hedeflerine karşı vekil (proxy) örgütler aracılığı ile yürüttüğü yıpratma saldırılarına çok daha sert cevap alması muhtemel. Bunun en çarpıcı örneği, ilk Trump döneminin son günlerinde İran Devrimci Muhafızlarının lideri Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta uğradığı suikasttir. Bu kez Lübnan’da Hizbullah, Suriye ve Irak’ta Devrim Muhafızları ve İran’la irtibatlı Şii örgütler, Yemen’de Husiler gibi güçler ABD’nin daha sert yanıtlar alacaktır. 

Trump Asya-Pasifik Bölgesinde de, Güney Kore, Japonya ve Tayvan’da büyük hayal kırıklıkları yaratma pahasına eski politikalarına geri dönecektir. Trump en son Kuzey Kore lideri ile ikili bir süreç başlatmış, Kuzey Kore liderini memnun etmek üzere Güney Kore ile yıllık askeri tatbikatlara son vermişti. Yine hem Güney Kore’deki hem de Japonya’daki ABD askeri angajmanları asgari düzeye çekilmişti. NATO’dakine benzer bir durumun Güney Kore ve Japonya’da da yeniden yaşanması muhtemeldir. Tayvan konusunda ise, ABD’nin devlet reflekslerine rağmen, Trump, Biden gibi elini taşın altına sokmak istemeyecektir. Böyle bir durum Asya-Pasifik Bölgesi’nde Biden döneminde başlatılan Çin’i çevreleme politikalarını etkiyebilir. Buna karşılık Çin’le ticarette, Trump yönetimi Biden’dan daha agresif politikalar izleyebilir. Bundan ancak Elon Musk gibi Çin rekabetinden rahatsız olan yatırımcılar yarar sağlayacaktır. Malum Trump’ın seçim kampanyasının en büyük bağışçılarından biri Elon Musk.

Türkiye ile ilişkiler

Yeni Trump yönetiminin Erdoğan iktidarını telefon görüşmeleri ve belki de Washington’a davet yoluyla görüntüde rahatlatması söz konusu olabilir. Ancak Trump tarafından Erdoğan’a gönderilen skandal mektup (don’t be a fool - aptal olma) hala unutulmadı. Trump’ın tavrının özünü hep bu mektup temsil edecek. Trump’ın Erdoğan’ın Gazze krizinde Hamas’a verdiği açık desteği unutacağı da sanılmamalı. Erdoğan Hamas destekçiliğinde adeta İran’la yarışırken ikili ilişkilerde büyük bir açılım olması mümkün değildir. Temel ikili problemler devam edecektir. Türkiye’nin hem CAATSA yaptırımları kapsamına alınmasının, hem de F-35 programından çıkarılmasının geçen Trump döneminde gerçekleştiği unutulmamalı. ABD Erdoğan’nın Esad’la diyalog kurmasına karşıyken Suriye konusunda da fazla bir şey beklenmemeli. ABD’nin Suriye’de PYD/YPG desteği Trump döneminde başladı. Bu destek yeni yönetim altında da devam edecektir. Trump yönetiminin IŞİD belasına karşı ABD’nin yanında savaşan PYD/YPG’yi Türkiye için terk etmesini beklemek gerçekçi olmaz. Kaldı ki Türkiye’nin kuzey Suriye’deki sözde muhalif kimi güçlerle ilişkileri ABD’yi rahatsız ediyor. Suriye’de Esad sonrası dönemde ABD’nin PYD/YPG için otonom bir bölge konusunda Rusya ile uzlaşması kimseyi şaşırtmamalıdır.


Bu yazı Biden'ın adaylıktan ayrılma kararından önce kaleme alınmıştır.

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.

İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.

1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.

1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.

1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.

Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.

Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.

2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.

Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.

2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Netanyahu’nun ne istediği belli; İran, Hamas ve Hizbullah bu mindere çıkarlar mı?

İran’la girişilecek bir savaş, mollalar rejiminin sonunu getirirse, bundan bölgedeki ABD yanlısı Arap rejimleri de yarar sağlayacaklar. Bunlar Gazze krizi öncesi başlattıkları İsrail’le uyum girişimlerine kaldıkları yerden devam edebilecekler...

Orta Doğu'da kan gövdeyi götürürken bu kaosta bir biz eksiktik

Cumhurbaşkanın sözleri, Batı ittifakı içinden İsrail'e 76 yıllık tarihi boyunca gelen ilk saldırı tehditi olması sebebiyle çok talihsiz olmuştur. Türkiye İsrail'e, Libya ve Karabağ'a müdahale ettiği gibi nasıl saldıracakmış, doğrusu birinin açıklaması lazım.  Aksine, Sayın Erdoğan'ın sözlerini ödünç alırsak böyle bir saldırıyı "yapmamak için" ortada her türlü sebep var. İsrail'i veya Netanyahu'yu eleştirmek başka, İsrail'i kuvvet kullanmakla tehdit etmek başkadır

Srebrenitsa acısı ve Bosna Hersek

Balkan Türkleri sohbetlerinde yaşadıkları bölgeyi anlatırken “bal” ve “kan” sözcüklerini birbirinden ayırarak “buraları bal gibi tatlıdır, ama bir o kadar da kanlıdır” derler. Maalesef öyle de oldu. Avrupa’da barışa en yakın olunduğu sanılan bir dönemde Balkanlarda oluk oluk kan aktı...

"
"