CHP liderinin Bosna ziyareti anlamlı
11 Temmuz, Srebrenitsa’da işlenen soykırımın 29’ncu yıldönümüydü. Bu yılki anma törenlerine Türkiye’den Özgür Özel’in başkanlığındaki CHP heyetiyle, hükümeti temsilen Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve Saraybosna Büyükelçimiz katıldılar. CHP Genel Başkanına Genel Sekreter Selin Sayek Böke, Genel Başkan Yardımcısı Prof. İlhan Uzgel, İstanbul Milletvekili Namık Tan ve Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan ve Parti Meclis üyesi Melisa Uğraş eşlik etmişler. Heyetin güçlü kompozisyonu Özel’in Bosna Hersek ziyaretine verdiği önemi vurguluyor. Özgür Özel bir gün önce de Saraybosna’da Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı ve Boşnakların unutulmaz lideri Aliya İzzetbegoviç’in kabrini ziyaret ederek, “bilge kral” Aliya’nın ruhuna dua etmiş. Türkiye’de laik kamuoyu tarafından yeterince hakkı verilmese de, İzzetbegoviç kendi halkı ve mazlum Balkan toplumları için, Mandela Afrikalılar bakımından ne anlam taşıyorsa, aynı önemdedir. Umarım bir gün bizde değeri daha iyi anlaşılır.
CHP heyeti İzzetbegoviç'in mezarında
Balkan kökenli bir aileden gelen Özel yurtdışındaki ilk ziyaretlerinden birini kısa süre önce yine Saraybosna’ya yapmıştı. Bunlar CHP’nin bir süredir unuttuğu anlamlı jestlerdir. Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ekseriyeti, dolayısıyla CHP’nin ilk lider kadrolarının çoğunluğu Balkan kökenlidir. Bu kadro Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin gereği olarak hiç bir zaman Balkanlara yönelik irredentist politikalar izlememiştir. Ama ata topraklarına ilgisini hep canlı tutmuştur. İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte faşist İtalya’nın saldırganlığına karşı Atatürk’ün önderlik ettiği Balkan Paktı’nın kuruluşu bu ilginin sonucudur.
Balkan Türkleri sohbetlerinde yaşadıkları bölgeyi anlatırken “bal” ve “kan” sözcüklerini birbirinden ayırarak “buraları bal gibi tatlıdır, ama bir o kadar da kanlıdır” derler. Maalesef öyle de oldu. Avrupa’da barışa en yakın olunduğu sanılan bir dönemde Balkanlarda oluk oluk kan aktı. 1991-95 yılları arasında Yugoslavya’nın Slovenya, Hırvatistan ve Bosna Hersek Cumhuriyetlerinde , 1998-1999 yılları arasında Kosova’da, 2001 yılında ise Makedonya’da vuku bulan savaşlarda büyük acılar yaşandı. Bu savaşların etkisi başta en kanlı katliamların yaşandığı Bosna Hersek olmak üzere, Kosova ve Makedonya’da hala devam ediyor. Savaş küllerinin altında hala yeni yangınlara sebep olacak kıvılcımlar canlılığını koruyor. CHP’nin Balkanlara ilgisi, uzlaşma ve barış çabalarının desteklenmesi bakımdan çok değerli.
Balkan ülkelerinin tümü, geleceklerini NATO ve AB’de görüyorlar. Türkiye’nin de aidiyeti başta NATO ve AB olmak üzere, Batı kurumları içinde. Türkiye’nin kuruluş felsefesi bu şekilde hareket edilmesini gerektirir. Şimdi aynı düşüncenin Balkan ülkeleri tarafından da paylaşılması, bizi bu ülkelerle tarihi mirasta olduğu kadar, geleceğin inşası konusunda da kader birliğinde buluşturuyor. Sırf Balkan ülkeleri nedeniyle dahi, CHP’nin NATO kartını iyi oynaması ve AB’den gelebilecek tüm olumsuzluklara rağmen AB rotasında ısrar etmesi gerekir. Bükreş’teki Sosyalist Enternasyonel toplantısında CHP’nin gayretleriyle Türkiye’nin AB üyelik sürecine verilen destek bu bakımdan umut verici olmuştur. Avrupa’da son seçimlerde farklı tonlardaki sol partilerin, beklentilerin ötesinde elde ettikleri başarılar bu umutları arttırıyor.
Özgür Özel, Srebrenitsa Soykırımı anma töreninde
Srebrenitsa Soykırımı
Üç yıl önce Gazete Duvar’da yazdığım bir yazıda Srebrenitsa Soykırımı için “Avrupa’da işlenen en büyük insanlık suçu” nitelemesini kullanmışım. Arkadan Ukrayna ve Gazze gibi yeni insanlık suçları geldi. Ama Srebrenitsa’nın bunlardan ayırt edici bir özelliği var: Bir mahkeme kararıyla tescil edilmiş bir soykırım olması. Diğer ikisi hakkında uluslararası mahkemeler halen çalışma yürütüyorlar. Bakarsınız bunlar da mahkemeler tarafından soykırım olarak tescil edilerek tarihteki “şerefli” yerlerini alırlar. Ne demişti bilge Aliya İzzetbegoviç? “Ne yaparsanız yapın, soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır”. Her halde dünya kamuoyu bir avuç duyarlı insanın gayretlerine rağmen Srebrenitsa’yı unuttu ki, yenileri akın akın üzerimize geliyor.
Srebrenitsa yakınlarındaki Potoçari anıt mezarlığında gerçekleştirilen bu yılki anma törenlerinde, her yıl ritüel haline geldiği üzere yeni kurbanlar toprağa verildi. Bu yıl, sahiplerini bekleyen mezarlara 14 yeni “naaş” defnedildi. Srebrenitsa’nın Potoçari köyündeki etkileyici anıt mezarlığında dikilmiş bir örnek 8372 yekpare mermer mezar taşı var. Her birinin üzerinde kime ait olduğu, doğum yerleri ve tarihleri yazıyor. Çocuk, yetişkin, yaşlı Müslüman şehitlerin ölüm yerleri ve tarihleri hep aynı: Srebrenitsa 1995.
8372 sayısı Srebrenitsa soykırımında katledildiği tahmin edilen kurbanların toplamı.
Ancak hayatlarını kaybedenlerin gerçek sayısı hiç bir zaman tam olarak tespit edilemeyecek. Bu yıl defnedilenlerle birlikte toplam 6765 kurban toprağa verilmiş oldu. Geri kalanlar hala Srebrenitsa ormanlarında ve Drina kıyılarında dağınık vaziyette bulunan 80 civarındaki toplu mezardan çıkarılmayı, çıkarılanlar da DNA testleriyle kimliklerinin saptanmasını bekliyor.
Defnedilen insan kalıntıları için aslında “naaş” kelimesi sözün gelişi ezbere kullanılıyor. Bu terim işlenen suçun vahşetini tam olarak anlamamızı engelliyor. Mezarlara çoğu zaman bir iki kaburga kalıntısı, bir kaç parmak kemiği veya bir kafatası parçası gömülüyor. Çünkü elleri ayakları bağlı şekilde katledilerek toplu mezarlara atılan kurbanların cesetlerinden kalanları bütün halde bulmak mümkün değil. Bosnalı Sırp katiller 1995 Temmuz ayında öldürdükleri 8 binden fazla Boşnak’ın gömüldüğü toplu mezarları, işledikleri suçu örtbas etmek için Eylül-Ekim 1995’te iş makineleriyle açarak, çürümekte olan cesetleri uzak yerlere götürüp yeniden gömdüler. Bunu yaparken cesetler parçalandı, aynı kişiye ait parçalar ayrı ayrı yerlere dağıtıldı, ceset parçaları birbirine karıştı. Bu toplu mezarların yerleri ancak Amerika’nın sağladığı uydu fotograflarından saptanabildi.
Uluslararası Kayıp Şahıslar Komitesi adlı hükümetdışı örgüt yıllardır iğneyle kuyu kazar gibi sabırla çalışıyor. Kurbanların yakınlarından alınan DNA örnekleriyle toplu mezarlardan çıkarılan kemiklerin DNA’lerini eşleştirmeye çalışarak, “naaşların” kimliklerini tespit etmeye gayret ediyor. Ancak bazı kurbanların tüm aile bireyleri katledildiğinden kimlikleri belki hiç bir zaman saptanamayacak.
Hollandalı barış gücü askerleri Boşnak erkekleri Bosnalı Sırplara teslim etti
Sırbistan-Bosna Hersek sınırında Müslüman ağırlıklı bir nüfusa sahip küçük bir yerleşim merkezi olan Srebrenitsa BM tarafından 1993 yılında güvenli bölge ilan edilmişti. Bölgenin Müslümanları BM’nin koruması altındaydılar. Savaşın sonlarına yaklaşıldığı 1995 yazının başlarında Bosnalı Sırplar bu bölgeyi Müslümanlardan temizleyerek Republica Sırpska (RS) topraklarına katmak için büyük bir askeri harekata başladılar. Temmuz ayı başında yirmi binden fazla Bosnalı sivil Müslüman, Ratko Mladiç’in komutasındaki RS kuvvetlerinin önünden kaçarak Potoçari köyünde konuşlu Hollandalı BM Barış Gücü askerlerine sığındılar. Hollandalıların kendilerine sığınan Boşnakları Sırp katillere teslim etmeleri tarihe bir utanç sayfası olarak yazıldı. Sırplar ırza geçme ve cinayet suçlarına daha Potoçari’de Hollandalı askerlerin gözü önünde başladılar. Binlerce yaşlı, kadın ve kız çocuğu, erkeklerden ayrılıp ırzına geçilirken, sekiz binden fazla sivil erkek ve oğlan çocuğu yakınlardaki ormanlık alanda dünyanın gözü önünde katledildi.
Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi 2004 yılında RS yöneticileri tarafından Srebrenitsa’da soykırım suçu işlendiğini hükme bağladı. Katliamın arkasındaki Slobodan Miloseviç ve Sırbistan yöneticileri ise yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle soykırımla suçlanmaktan kurtuldular. Bosnalı Sırp liderler Radovan Karadziç ve Ratko Mladiç soykırım suçundan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. Karadziç ve Mladiç’in cezaları daha sonra temyiz mahkemesinde onaylandı. Onlarla beraber çok az sayıda Republica Srpska sorumlusu da soykırımdan ceza aldılar. Ancak, Srebrenitsa soykırımına yirmi binden fazla Bosnalı Sırp’ın katıldığı tahmin ediliyor. Bunların çoğu halen normal yaşamlarına devam ediyorlar. Karadziç ve Mladiç soykırımdan hüküm giymiş olsalar da, Srebrenitsa bölgesi, hedeflendiği doğrultuda müslüman nüfustan arındırılarak Republica Srpska topraklarına katıldı.
Ben Balkanlar Genel Müdürü olarak görev yaptığım sırada Srebrenitsa kasabasını, ve anıt mezarlığı o zamanki belediye başkanı Cemil Durakoviç’le beraber 2013 yılında ziyaret ettim. Durakoviç soykırımda ailesini kaybeden kimsesiz bir çocuk olarak ABD’ye götürülmüş, genç yaşında vatanına kendi arzusu ile yeni geri dönmüştü. Amerikan aksanlı İngilizcesi mükemmel, Boşnakcası ise ancak meramını anlatmaya yetiyordu. Bölgeyi benim gibi ziyaret edenler bilir, Srebrenitsa’daki soykırıma inat, canını kurtaran az sayıda müslüman özellikle Potoçari civarındaki evlerine dönme cesaretini gösterdiler. Bunlar bana, huzursuz ve korku dolu yaşamlarında katillerle her gün yüz yüze karşılaştıklarını bana anlatmışlardı. Maalesef çok az olmalarına rağmen, o günlerde belediye başkanı seçecek sayıda olan Boşnaklar şimdi baskılara dayanamayıp göç edenler nedeniyle Srebrenitsa’da azınlığa düştüler. Belediye Başkanlığına ise soykırımı inkar eden bir Sırp seçildi.
Hollanda yıllar sonra, ülkenin Yüksek Mahkemesi tarafından alınan kararla sadece 350 Boşnağın Sırplara teslim edilmesinden dolayı “kısmi” bir sorumluluk kabul ederek Boşnakların yarasını deşti. Hollanda Yüksek Mahkemesi, asıl suçun Bosnalı Sırplar tarafından işlediğini, Hollandalı BM Barış Gücü askerlerinin sorumluluğunun, karargaha kabul edilen 5 bin civarındaki kadının arasına karışan 350 Boşnak erkeğin teslim edilmesinden dolayı “yüzde otuz” olarak saptandığını ilan ederek vicdanları sızlattı. Geri kalanlar karargahın etrafındaki boş binalarda ve arazide toplanmıştı. Potoçari’deki anıt mezarlığın karşısında bulunan, Hollandalı askerlere karargah binası olarak hizmet veren eski akü fabrikası sonradan soykırım müzesine dönüştürüldü.
Eski Yugoslavya’nın dağılmasında en az sorumlu olan taraf Boşnaklardır
Tito’nun 1980 yılındaki ölümünden sonra, Slobodan Miloseviç’in yönetimi altında bir zamanların örnek ülkesi Yugoslavya hızla dağılma sürecine girmişti. Yugoslavya Federasyonuna son darbeyi, Slovenya ve Hırvatistan’ı ayrılma yönünde teşvik eden Almanya vurdu. O günkü Helmut Kohl-Hans Dietrich Genscher CDU/CSU-FDP hükümeti halkı katolik olan bu iki ülkeyi AB’ye alma sözü verdi. Nitekim eski Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyetten sadece Slovenya ve Hırvatistan şu anda AB üyesi. Diğerleri çeşitli gerekçelerle AB kapısında beklemeye devam ediyorlar.
Sosyalizmin en insancıl haliyle uygulandığı iddia edilen Yugoslavya’nın kısa sürede insanların birbirlerini boğazladığı bir dehşet coğrafyasına dönüşmesinin sebebi tarihçileri ve sosyal bilimcileri uzun süre meşgul edecek. Ancak Yugoslav halkları arasında Tito döneminde de yok edilemeyen, dinmeyen bir Müslüman/Türk düşmanlığı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bunun üzerine de kadim Ortodoks-Katolik ve Sırp Çetnik-Hırvat Ustaşe düşmanlığını eklemek lazım. Silahsız, örgütsüz Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırpların ve Katolik Hırvatların düşmanlığından en ağır bedeller ödeyerek nasiplerini aldılar. Faşist Sırpların Boşnaklara “Türkler” diye saldırmaları, tarihten gelen nefret ve önyargıların ne kadar derinde yattığını göstermesi bakımından ibretlik bir durum. Üç yıl süren katliamlara rağmen Boşnakların ayakta kalabilmiş olmaları bu toplumun direncini ve değerlerini savunma gücünü ortaya koydu.
Dayton Anlaşması savaşı sonlandırdı ama işleyen bir devlet kuramadı
Bosna’da savaş, Sırpların cinayetlerinin her gün televizyonlarla başta ABD olmak üzere Batılı toplumların evlerine taşınması sayesinde sonlandırılabildi. Saraybosna’daki pazar yeri bombalaması Clinton’un insiyatif alması için bardağı taşıran son damla oldu. Teknoloji, basın-yayın-ifade özgürlüğü ve sivil toplum kuruluşlarının çabaları ve o dönemdeki Türkiye hükümetinin girişimleri, ABD’nin askeri müdahalede bulunması için gereken baskıyı sağladı. ABD-NATO müdahalesinde CHP’nin eski genel başkanlarından Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in büyük gayretlerini de unutmamak lazım.
Bosna Hersek’e barış, egosu şişik ABD’li diplomat Richard Holbrooke’un başkanlığındaki müzakereler sonucu Dayton Anlaşması’yla geldi. Ancak Holbrooke umduğu gibi Dayton’dan dolayı tarihe olumlu şekilde geçemedi. Dayton’da ABD’nin baskısıyla taraflar arasında barış sağlandı ama Holbrooke’un şahsi tasarımı olan devlet baştan itibaren sakat doğdu. Bosna Hersek devleti, iki parçadan oluşuyor: Republica Srpska ve Bosna Hersek Federasyonu. Ülke nüfusunun yüzde ellisini oluşturan Müslüman Boşnaklara, çektikleri tüm acılara rağmen, Avrupa’nın ortasında otonom bir toprak parçası uygun görülmedi, Hırvatlarla Bosna Hersek Federasyonunu paylaşmaya mecbur bırakıldılar. Sırplar etnik temizlik yoluyla elde ettikleri yerleri korudular. Sırplar nüfusun yüzde otuz beşini oluşturmalarına rağmen ülkenin yüzde kırk dokuzunu kontrol ediyorlar. Hırvatlarla Boşnakları bir araya getiren Federasyon ise toprakların yüzde elli birine sahip.
Bosna Hersek aradan geçen 29 yıla rağmen Dayton Anlaşması gereğince hala uluslararası gözetim altında faaliyet gösteriyor. Yüksek Temsilci ve benim de bir zamanlar üyesi olduğum Barış Uygulama Konseyi Yürütme Komitesi (PIC-SC) Bosna Hersek hükümetinin karar ve uygulamalarına müdahale edebiliyor.
RS ve Federasyon hiç bir konuda anlaşamıyorlar. Srebrenitsa bu konudaki en vahim örneklerden biri. Radovan Karadziç’in koltuğunda oturan ve sekiz dönemdir RS Cumhurbaşkanlığı yapan Milorad Dodik sürekli Srebrenitsa Soykırımını inkar ediyor. Soykırımın hayal mahsulü olduğunu, Boşnakların Potoçari’de mezarlara boş tabutlar gömerek dünyayı kandırdıklarını söylüyor. Kaderin garip bir cilvesi onun yardımcılığını ise bir zamanların Srebrenitsa Belediye Başkanı, Cemil Durakoviç yapıyor.
Republica Srpska işleyen karar ve yönetim mekanizmalarına sahipken, on kantondan oluşan Federasyon, Hırvat-Boşnak didişmesi nedeniyle işlemiyor. Federasyon tarafında belediye seçimlerinin yapılması bile mucize sayılıyor. Ülke genelinde işsizlik ortalama yüzde yirmibeş dolayında seyrediyor, gençler iş bulmak için yurtlarını terk ediyorlar. Bosna Hersek Federasyonu bu haliyle Avrupa’nın göbeğinde işlevsiz, çökmüş bir devlet görüntüsü veriyor. CHP’nin Boşnakları desteklemesi kadar, Bosna Hersek devletine işlerlik kazandıracak katkılarda bulunması bu yüzen çok önemli.
Arslan Hakan Okçal kimdir?
Emekli Büyükelçi.
1954 yılında İstanbul’da doğdu.
İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.
1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.
1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.
1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.
Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.
Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.
2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.
Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.
Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.
2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.
|