30 Temmuz 2024

Orta Doğu'da kan gövdeyi götürürken bu kaosta bir biz eksiktik

Cumhurbaşkanın sözleri, Batı ittifakı içinden İsrail'e 76 yıllık tarihi boyunca gelen ilk saldırı tehditi olması sebebiyle çok talihsiz olmuştur. Türkiye İsrail'e, Libya ve Karabağ'a müdahale ettiği gibi nasıl saldıracakmış, doğrusu birinin açıklaması lazım.  Aksine, Sayın Erdoğan'ın sözlerini ödünç alırsak böyle bir saldırıyı "yapmamak için" ortada her türlü sebep var. İsrail'i veya Netanyahu'yu eleştirmek başka, İsrail'i kuvvet kullanmakla tehdit etmek başkadır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Rize'de İsrail mi kastedildi?

Gazze krizinin merkezinde olduğu Orta Doğu girdabında kambersiz düğün olmazdı. Bu eksiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tamamladı. Hafta sonunda Rize'de bir grup partili hemşerisine hitap ederken şu sözler ağzından dökülüverdi: "Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, Libya'ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok". Bu muğlak sözler genel olarak "Gazze'ye müdahale ederiz, İsrail'i dronlarla bombalarız" olarak algılandı. Ancak yine de yorumlar muhtelif.

Konuşma sırasında Sayın Cumhurbaşkanı'nın prompter veya yazılı bir metin kullandığı görülmüyor. Dolayısıyla bu sözlerin ağzından bir anlamda anlık heyecanla çıkmış olduğunu düşünmek yanıltıcı olmaz. Konu Gazze olunca Sayın Cumhurbaşkanı'nın heyecanlanması gayet doğal. İsrail daha bu hafta içinde iki kez sivil hedeflere saldırarak yüze yakın sivili öldürdü. Gazze'de hayatını kaybeden sivillerin sayısı 40 bini buldu. Bu haftaki İsrail hedeflerinden biri Han Yunus'ta bir okuldu. İsrail bu saldırılar için hep aynı gerekçeyi öne sürüyor. İsrail'e göre Hamas savaşçıları sivil halkın toplandığı okul, hastahane gibi sivil yapıların altında saklanıyorlar. Bu yüzden operasyonlar esnasında istem dışı olarak sivil kayıplar da olabiliyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor.

Cumhurbaşkanını Rize'deki parti toplantısında kızdıran hususlardan biri Binyamin Netanyahu'nun ABD Kongresi'ne davet edilmesine karşılık olarak Yeniden Refah Partili (YRP) Doğan Bekin'den gelen Filistin  Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın niye TBMM'de konuşma yapmak için davet edilmediğine  ilişkin eleştirileriydi. Cumhurbaşkanı, Mahmud Abbas'ın davet edildiğini, ancak daveti kabul etmediğini, bundan sonraki (Abbas'la ilgili) adımlarımızın buna göre atılacağını söyledi. Rize'de konuşurken Sayın Cumhurbaşkanı muhtemelen Netanyahu'yu Kongre'de konuşma yapmaya davet eden ve Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ayrımı yapmaksızın onu hararetle alkışlayan  Amerikalılara da, Gazze'de soykırım suçu işlemeye devam eden Netanyahu'nun kendisine de, TBMM'de konuşma yapma davetimizi kabul etmeyen Mahmud Abbas'a da, Mahmud Abbas'ın daha önce davet edildiğini bilmeden bu konuyu ortaya atan YRP'li Bekin'e de kızgın olduğunu düşünmek yanıltıcı olmaz.

Mahmud Abbas niye gelmemiş olabilir?

Sayın Cumhurbaşkanı'nın YRP'li Bekin için kullandığı küçültücü sözleri ve YRP lideri Erbakan'ın ona yanıtını bir yana bırakıp, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın davetimizi niye kabul etmemiş olabileceği üzerinde duralım. Mahmud Abbas'ın geçmişte Türkiye'den gelen davetleri geri çevirebilecek bir tavrı olduğunu hatırlamıyorum. Muhtemelen bu kez kendine göre haklı gerekçeleri vardı. Bu gerekçelerden biri, Türkiye'nin İsrail'i söylemde eleştirirken onunla ticarete devam ederek gerçekte desteklemesi olabileceği gibi, bir diğeri, Ankara'nın Filistin Devleti'nin yerine, kendine Hamas'ı, hatta Hamas'ın siyasi liderliği yerine,  yeraltı tünellerinde saklanarak, savaşı Filistin halkının uğradığı katliamlara rağmen devam ettiren Hamas askeri liderliğini muhatap alması olabilir. Mahmud Abbas çıkıp açıklama yapmadıkça gerçek sebebin ne olduğunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz. Şu anda bildiğimiz yegane şey Ankara'nın Mahmud Abbas'ı defterden sildiğidir. Bu resmin bir tek yorumu var, Türkiye giderek radikallerin yanında saf tutuyor.  

Ortada başka radikal öneriler yaparak Cumhurbaşkanı'nı zor durumda bırakanlar da var. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da Netanyahu'ya cevap olarak Halit Meşal'in TBMM'de konuşma yapmak için davet edilmesini önerdi. Malum Sayın Davutoğlu her zaman Hamas ve Müslüman Kardeşler severliğinde Sayın Erdoğan'dan bir adım önde koşmuştur. Aynen Türkiye'yi Suriye batağına çekme konusunda olduğu gibi. Gelecek nesiller onu da pek hayırla anmayacaklar.  

Savaş yayılıyor 

Bu sayfalarda daha önce de yazdığımız gibi Gazze savaşı giderek yayılıyor. Önce İsrail'e Yemen'den yeni bir Husi dron saldırısı gerçekleşti. Yüzlerce drondan sadece birkaçı İsrail'in meşhur Demir Kubbe hava savunma sistemini delebildi ama Tel Aviv'de bir sivilin ölmesi iki sivilin yaralanmasıyla Husiler ve onların arkasındaki İran, korku ve endişe iklimini İsrail'in kalbine taşıyarak istedikleri sonucu elde ettiler. Daha sonra İsrail'in Husi bölgesinde Hudeyda'daki petrol depolarına yaptığı saldırılar geldi. İşin ilginci F-16'larla gerçekleşen bu saldırılar için İsrail'in büyük bir ihtimalle Ürdün ve Suudi hava sahasını kullanmış olma ihtimaliydi. Burası ne de olsa Orta Doğu. Bizans'taki gibi oyun bitmiyor! 

En son Lübnan'da devlet içinde devlet olan Hizbullah'ın dronları İsrail'in işgali altındaki Suriye'ye ait Golan tepelerinde Dürzilerin yaşadığı Majdal Shams köyündeki futbol sahasını bombalayıp çoğu çocuk 12 sivilin ölümüne sebep oldu. İsrail bu saldırının intikamının en sert şekilde alınacağını açıkladı, Netanyahu ABD ziyaretini kısa kesip ülkesine geri döndü. İsrail'le Hizbullah arasındaki çatışmalar Gazze krizinin başından beri kuzey İsrail-güney Lübnan bölgesiyle sınırlı bir alanda kısıtılı olarak yürütülüyordu. İsrail'in bu kez saldırılarını Beyrut'a taşıyabileceği ihtimalinden söz ediliyor. Lübnan'da siyasi çözümsüzlük nedeniyle son iki yıldır Cumhurbaşkanı seçilemiyor. Hükümet çökmüş durumda. Bankacılık sistemi çalışmıyor. İşsizlik yüzde altmışlarda dolaşıyor. Halk ülkeden kaçmanın yollarını arıyor. Lübnan Gazze krizi nedeniyle İsrail'le bir savaşın içine itilirse Orta Doğu'daki kaos daha da artacak. Hizbullah şimdiye kadar İsrail'le arasındaki çatışmaların büyümesini istememişti. Bu kez yeni bir durum ortaya çıkabilir. Hizbullah'ın da Husilerin de arkasında İran'daki radikal güçler var. İran'da Cumhurbaşkanlığına yeni seçilen, reformistliği kendinden menkul Mesud Pezeşkiyan'ın gücü sertlik yanlısı Devrim Muhafızları'nın ve Tahran'daki diğer radikal güçlerin körüklediği savaş rüzgarlarını durdurmaya yetmeyecektir. O yüzden şu andaki gidişat pek iç açıcı değil. Bu durum, kendi halkından gelen muhalefete rağmen Netanyahu'nun koltuğuna yapışıp kalmasına yardımcı oluyor. Netanyahu'nun son Kongre konuşması sırasında hakim olan havadan da anlaşılacağı gibi Washington'da yeteri kadar dostu var. Ama Kasım'daki seçimleri Trump kazanırsa arkasındaki Amerikan desteği daha da artacak. Ondan sonra Netanyahu'yu kim tutacak meçhul.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinin anlamı 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail'e tehdit olarak algılanan sözleri işte böyle bir ortamda geldi. Bir "fact-check" (doğruluk sorgulaması) yapacak olursak, Türkiye'nin Libya'da Trablus'taki hükümete destek olmak üzere bazı askeri danışmanlar gönderdiği, bunların yönetimindeki dronlar sayesinde Trablus'u abluka altına almaya çalışan Hafter güçlerinin geriletildiği doğrudur. Ancak Mısır'la gerçekleşen yumuşamadan beri Ankara ile Hafter güçleri arasında bir bahar havası yaşanıyor. En son Hafter'in oğlu Belkasım Hafter, Bingazi bölgesinde Türk şirketlerine bir dizi ihalenin verildiğini açıkladı. Yani Libya'da durum pek öyle "biz girdik" durumu değil. Karabağ'a ise biz değil Azerbaycan güçleri girdiler. Azerbaycan askerleri Türk ordusu tarafından eğitilmişti ama savaşan onlardı, biz değil. Karabağ'da etkili olan dronlar Türkiye'den sağlanmıştı ama yine bunları Azeriler kullandılar. Türkiye'nin verdiği destek sayesinde olsa da Ermeni güçlerini Karabağ'dan çıkaran Azerilerdir. Bunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Biz ancak Karabağ'a sonradan Ruslarla beraber devriye görevi için asker gönderdik. Bu devriyelere hem Ermeni tarafı hem de Azeri tarafı onay verdiler. Doğru olan da budur. Ermenistan bağlamında bundan sonra yapılması gereken şey bir an önce sınırı açmak ve karşılıklı olarak muvazzaf Büyükelçiler tayin edip iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmaktır. Siyasi kaygılar bir yana bırakılarak tarihin sunduğu fırsat penceresi kapanmadan Türk-Ermeni ilişkilerinde gereken adımlar  bir an önce atılmalıdır. Hem Türkiye hem de Azerbaycan Paşinyan'ın kıymetini bilmelidir.      

Cumhurbaşkanın sözleri, Batı ittifakı içinden İsrail'e 76 yıllık tarihi boyunca gelen ilk saldırı tehditi olması sebebiyle çok talihsiz olmuştur. Türkiye İsrail'e, Libya ve Karabağ'a müdahale ettiği gibi nasıl saldıracakmış, doğrusu birinin açıklaması lazım.  Aksine, Sayın Erdoğan'ın sözlerini ödünç alırsak böyle bir saldırıyı "yapmamak için" ortada her türlü sebep var. İsrail'i veya Netanyahu'yu eleştirmek başka, İsrail'i kuvvet kullanmakla tehdit etmek başkadır. Eğer bu sözler maksadını aşar şekilde belagatin şehvetiyle söylemişse bir an önce tevil edilmelidir. Aksi takdirde bundan sonra Washington'da veya diğer önemli Batı başkentlerinde muhatap bulma şansımız iyice azalır ve Türkiye yalnızlaşarak Orta Doğulu bir devlet muamelesi görür. Türkiye'ye bu kötülüğü yapmaya kimsenin hakkı yoktur.

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.

İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.

1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.

1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.

1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.

Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.

Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.

2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.

Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.

2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

TV’de Suriye hakkında söyleyemediklerim

Emevi Camisi’de Kalın’ın gerçekleştirdiği gövde gösterisinde en önemli mesaj Türkiye’de iç kamuoyuna verildi. İkinci mesaj Suriye halkına verildi. Bir yandan “Türkiye Colani’nin yanındadır, herkes onun arkasında toplansın” denilirken, endişeli kesimlere de “merak etmeyin Colani’nin hatalı davranmasına izin vermeyiz” denilmek istendi. Üçüncü mesaj Türkiye’nin Suriye’nin kaderinde belirleyici güç olduğu konusunda uluslararası topluma verildi. İbrahim Kalın, Colani ile doğrudan açık temas kuran ilk yabancı devlet temsilcisi oldu

Güney Kore’de bir garip darbe teşebbüsü

Anayasa Mahkemesi’nin kararı onaylaması halinde ise, Yoon sade vatandaş haline gelecek ve dokunulmazlığı kalkacak. O takdirde hakkında ülke çıkarlarına aykırı hareket etmek ve yetkilerini kötüye kullanmak suçuyla yasal süreç başlatılabilecek. Bir zamanların başsavcısı olarak Park Guen-hye’nin tutuklanarak cezaevine konulmasında önemli roller üstlenen Yoon bu süreci çok iyi biliyor

Çevremizde yeni gelişmeler olurken Türkiye yapıcı rol üstlenmeye hazır mı?

Türkiye’nin Gazze’de oynayacağı olumlu rol ona Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve İran bağlamında da yeni fırsat pencereleri açabilir. Türkiye ulusal çıkarlarının gerektirdiği gibi hareket etmelidir

"
"