25 Ocak 2024

Gazze savaşı yayılıyor mu?

İran ve Pakistan arasındaki büyüyecek bir çatışmanın en tehlikeli yanı Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olması. Neyse ki iki ülke kısa sürede diplomatik yollardan ilişkilerini tamir ederek büyükelçilerini geri yolladılar.

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısıyla başlayan ve İsrail'in katliamlarıyla her geçen gün daha kanlı bir hal alan Gazze savaşı dördüncü ayını doldurmak üzere. Şu ana kadar Gazze'de hayatını kaybedenlerin sayısı 25 bini aştı. Bu sayı Gazze halkının yüzde birinden fazlasına tekabül ediyor. Ölen sivillerin yüzde yüzde 70'ini çocuk ve kadınlar oluşturuyor. Gazze halkının neredeyse tamamı küçük bir coğrafi alanda yerlerinden edildi, insanca yaşam koşulları ellerinden alındı, onurları kırıldı. İsrail buna rağmen açıkladığı iki hedefe de - rehineleri kurtarmak ve Hamas'ı yok etmek - ulaşamadı. Hamas hala savaş kapasitesini koruyor. Daha bu hafta Gazze'de 24 İsrail askeri hayatını kaybetti.


Savaş şimdi Lübnan, Suriye, Irak, Kızıldeniz, Yemen, Basra Körfezi, İran ve Pakistan'da yaşanan saldırı ve çatışmalar nedeniyle dalga dalga Ortadoğu'yu ateşten bir girdabın içine çekme eğilimi gösteriyor.

Güney Afrika tarafından İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde açılan soykırım davası "global güney"le "kuzey" arasındaki fay hattında yeni kırılmalar yarattı. Benzer kırılmalar hem batı toplumları hem de İsrail halkı içinde yaşanıyor.

Henüz İsrail ile onu destekleyen Batılı ülkeler arasındaki ilişkilerde kayda değer bir kırılma yok ama orada da çatlaklar belirmeye başladı. İsrail'e baştan koşulsuz destek veren Biden, Netanyahu'nun iki devletli çözümü ve bir Filistin devletini reddeden açıklamalarından hiç memnun değil. AB ise Gazze halkına yardım ulaştırabilmek için İsrail'den operasyonlarını durdurmasını istiyor. Ama her ikisi de ateşkes çağrısı yapmadı ve İsrail'i kınamadı.

Bu resimde grinin her tonu var. Bu arada, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da yaşanan en büyük savaş olan kanlı Ukrayna Savaşı gündemin alt sırasına itildi. Putin herhalde bu durumdan çok memnundur. Diğer bölgesel savaşların ise esamesi bile okunmuyor.

Lübnan cephesi

Savaşın ilk günlerinden itibaren Lübnan'ın güneyindeki Hizbullah güçleri ile İsrail ordu birlikleri arasında karşılıklı havan ve topçu atışları yaşanmaya başlamıştı. Ancak 2006'da olduğu gibi İsrail'le Hizbullah arasında büyük ölçekli bir çatışmanın yaşanabileceğine dair endişeler haklı çıkmadı. Hizbullah lideri Nasrallah eskiye nazaran şu ana kadar çok daha temkinli davrandı ve ülkesi Lübnan'ı kanlı bir savaşın içine atmak istemedi. Ama bu olasılık her zaman mevcut. Hizbullah'la İsrail ordu birlikleri arasında sınır hattında vuku bulan yerel çatışmaların her an büyüme ihtimali var.

Hizbullah'ın koruması altındaki Hamas'ın en önemli liderlerinden Salih el-Aruri'nin 3 Ocak'ta Beyrut'ta bir SİHA saldırısında öldürülmesinden sonra Hizbullah'tan beklenen misilleme henüz gelmedi. Nasrallah bu tür saldırıların cevapsız kalmayacağını açıkladığı için Hizbullah'ın bir misillemede bulunulacağı kuşkusuz.

Suriye ve Irak'ta İran'la ilişkili saldırılar

Hamas'ın ve Hizbullah'ın arkasındaki güç İran. Buna rağmen Hamas'ın kanlı 7 Ekim saldırısının arkasında İran'ın olmadığı konusunda herkes hemfikir. İsrail hiç bir zaman İran'ı bu konuda suçlamadı. ABD ve diğer batılı ülkelerden de İran'ı sorumlu tutan bir açıklama gelmedi. Ama İsrail baştan itibaren Hamas'a olan desteğinden ve İran Devrim Muhafızları'nın Suriye'deki faaliyetlerinden dolayı İran'ı hedef aldı. İsrail'in kabusu ise İran'ın nükleer silahlara sahip olması.

25 Aralık'ta İran Devrim Muhafızları'nın bölgesel komutanı Seyid Rıza Musevi'nin Şam'da bir hava saldırısı sonucu öldürülmesi bu örgüte büyük bir darbe indirdi. İsrail'in sorumlu olduğundan şüphe duyulmayan bu suikast Bağdat'ta dört yıl önce ABD saldısı sonucu öldürülen örgütün efsanevi lideri Kasım Süleymani'ye yönelik suikastı hatırlattı.

Kasım Süleymani'nin mezarının bulunduğu Kirman'daki anma törenlerine yapılan bombalı saldırıda 95 kişinin öldürülmesinden sonra, zaten Süleymani'nin intikamının yeterince alınmadığını iddia eden Devrim Muhafızları Erbil ve İdlip'e balistik füze atışları yaparak Kirman ve Musevi saldırılarına cevap verdi. Kirman saldırısını üstlenen IŞİD'e misilleme olarak, yanıbaşımızdaki İdlip'te Heyet Tahrir el-Şam ve Türkistan İslam Partisi kampları vuruldu. Irak Kürdistan Özerk Bölgesi'nin başkenti ve ABD ile iyi ilişkiler içindeki KDP'nin merkez üssü Erbil'de ise ABD Başkonsolosluğu'nun civarı ve Kürt işadamı Peşrevi Diyazi'nin evi füze atışları ile bombalandı. Devrim Muhafızları'nın açıklamasında öldürülen Diyazi'nin Mossad ajanı olduğu, evinin Mossad karargahı olarak kullanıldığı iddia edildi. Ancak Devrim Muhafızları ABD Başkonsolosluğu yakınlarına yapılan saldırıları üstlenmedi. ABD de böyle bir saldırıya maruz kaldığını kabul etmedi.

Buna karşılık Suriye'nin başkenti Şam'da Cumartesi günü aralarında üst düzeyli istihbarat yetkililerinin de bulunduğu beş Devrim Muhafızı üyesinin bir hava saldırısında öldürülmesinden saatler sonra batı Irak'ta ABD'nin kullandığı el-Esad hava üssü İran destekli Iraklı militan gruplar tarafından füze saldısına uğradı. Bu saldırıda ölen veya ağır yaralanan ABD personeli olduğu iddia ediliyor.

Yemen, Aden Körfezi ve Kızıldeniz

Yemen'in başkenti Sana ve batı Yemen'de hakimiyet kuran İran yanlısı asi Husiler bir süredir Hamas'a destek olmak için İsrail'e gitmek üzere Aden Körfezi'ne ve Kızıldeniz'e girdiklerini iddia ettikleri gemileri vurarak dünya deniz ticaretine büyük zarar veriyorlar. Bu yüzden ticari gemiler kısa ve ucuz Kızıldeniz-Süveyş Kanalı rotası yerine Afrika'nın çevresinden dolaşmak zorunda kalıyorlar. Bu hem navlun ve sigorta masraflarının artmasından dolayı emtia fiyatlarının yükselmesine, hem de tedarik zincirinde gecikme ve aksamalara yol açıyor. Husilerin kullandıkları dronlar ve füzeler İran malı. Saldırıları İran'ın yönlendirdiği veya en azından göz yumduğu kuşkusuz. ABD o bölgede uzun süredir askeri varlık bulunduruyor. Husi saldırılarının artmasından sonra Kızıldeniz'deki Husi karşıtı askeri operasyonlara ABD'nin yanı sıra İngiltere, Kanada, Avustralya, Hollanda ve Bahreyn de katıldı. Husilerle uzun süre savaşan Suudi Arabistan'ın bu koalisyonda yer almaması dikkat çekiyor. Suudi Arabistan, ne İran'la ilişkileri düzelme yoluna girmişken geri adım atmak istiyor, ne de ABD ile askeri ortaklık kurarak El Kaide'yi hortlatmak istiyor. ABD liderliğindeki askeri koalisyon güçleri son günlerde Husi mevzilerine saldırılarını artırdılar. Husi örgütü ayrıca ABD tarafından yeniden terör listesine alındı. TBMM'de uzatılan Aden Körfezi tezkeresi bizi Husi karşıtı operasyonun parçası yapmaz, ama yine de fiiliyatta işlerin nasıl cereyan edeceği bilinmez.

Pakistan ve İran'daki saldırılar

İran, Kirman'daki terör saldırısından sonra Pakistan'nın Belucistan bölgesindeki Ceyş-ül Adl adlı ayrılıkçı örgütü hedef alan ve iki çocuğun hayatını kaybettiği hava saldırıları düzenleyerek misilleme yaptığını öne sürdü. İran, ülkesindeki Belucistan ve Sistan bölgesinde bölücü terör eylemlerinde bulunan bu Ceyş-ül Adl örgütünün İŞİD'in Afganistan koluyla irtibatlı olduğunu, bunların arkasında ABD ve İsrail'in bulunduğunu iddia etti. İran'ın saldırısına karşı Pakistan'ın misillemesi gecikmeden geldi. Pakistan'ın İran'da Belucistan Kurtuluş Cephesi ve Belucistan Kurtuluş Ordusu adlı iki ayrı ayrılıkçı örgüte karşı gerçekleştirdiği hava saldırılarında bu kez yedi sivil hayatını kaybetti. İki ülke karşılıklı olarak birbirlerini ayrılıkçı terör örgütlerini desteklemekle suçlarken büyükelçilerini geri çektiler. İran ve Pakistan arasındaki büyüyecek bir çatışmanın en tehlikeli yanı Pakistan'ın nükleer silahlara sahip olması. Neyse ki iki ülke kısa sürede diplomatik yollardan ilişkilerini tamir ederek büyükelçilerini geri yolladılar.

Pakistan ve İran arasındaki kriz en çok Çin'in endişelendirdi. Çin bugüne dek her iki ülkeye de büyük yatırımlar yaptı. İran'la imzalanan anlaşmalarla Çin İran petrolünün en önemli ithalatçısı haline geldi ve bu ülkeye 400 milyar dolarlık yatırım taahhüdünde bulundu. Çin, Pakistan'ın Belucistan bölgesinden geçen Gwadar-Sincan Koridoru'na da büyük önem veriyor. Hem Çin'i hem Orta-Asya ülkelerini karadan ve denizden Basra Körfezi'ne bağlayan söz konusu Yol ve Kuşak projesi büyük paralarla inşa edilen Gwadar limanında son buluyor. Gwadar limanı Çin tarafından işletiliyor. İran'ın bombaladığı bölge bu liman ve koridora çok yakın. Sırf bu yüzden bile Pakistan ve İran arasındaki ilişkilerin bozulması Çin'in rahatsız etmeye yetti.

Uluslararası Adalet Divanı'ndaki soykırım davası ve uluslararası hukuk sistemi

Güney Afrika Cumhuriyeti'nin (GAC), İsrail'in Gazze'de Filistin halkına karşı soykırım suçu işlediği iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde yaptığı başvuruda mahkeme tarafların savlarını dinledikten sonra değerlendirme yapmak üzere duruşmalara ara verdi. UAD bundan sonra iki konuda karar verecek: Birincisi GAC'ın başvurusu doğrultusunda Gazze'de yaşanan ağır insani sorunlar nedeniyle acilen bir geçici önlem alınmasına gerek olup olmadığı; ikincisi ise, Gazze'de bir soykırım suçu işlenip işlenmediği. Kısa sürede sonuca ulaşılabileceği belirtilen birinci hususla ilgili olarak mahkeme tarafından geçici önlem kararı alınması halinde İsrail'den operasyonlarını durdurması istenecek. İsrail'in böyle bir talebe uyması beklenmiyor. Bu takdirde konu BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) gelecek. BMGK'dan ateşkes kararının çıkmasını engelleyen bir tek ABD kaldı. ABD'nin UAD'nin geçici önlem kararını veto etmesi halinde uluslararası hukuk sistemi ağır bir darbe alacak. Biden yönetiminin bir seçim yılında nasıl davranacağı merak konusu. ABD'nin de katıldığı veya engellemediği bir UAD kararını İsrail'in kabul etmesi yine de beklenmiyor. Türkiye dahil pek çok ülke, bugüne dek BMGK kararlarını uygulamadı. Ancak bu kez dünyanın gözleri önünde cereyan eden büyük bir katliam söz konusu ve Israil UAD ve BMGK kararlarına rağmen sivilleri katletmeye devam ederse iyice yalnızlaşacak. İsrail'in her fırsatta kullandığı soykırım mağduru olma argümanı inanırlığını iyice yitirecek.

Mahkemenin bakacağı ikinci konu olan soykırım suçunun subut bulup bulmadığı hususu ise oldukça çetrefil ve sonuçlandırılması yıllar alacak bir konu. BM sözleşmesi bir dini, ırki veya ulusal grubun sırf bu özelliklerinden dolayı tümden veya kısmen yok edilme niyetiyle işlenen öldürme, kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, grubun tamamen veya kısmen yok edilmesine yol açacak koşullarda yaşamaya zorlanması, grup içinde doğumların engellenmesi, çocukların bu gruptan alınıp başka bir gruba verilmesi gibi ağır suçları soykırım olarak kabul ediyor. İsrail'in eylemlerinin bu tarz suçların önemli bir kısmını içerdiği kuşkusuz. Ancak burada önemli olan söz konusu eylemlerin soykırım niyetiyle (genocidal intent) yapıldığının ispatlanması. GAC ve onu destek vermek maksadıyla davaya müdahil olan ülkeler İsrail'in katliamlarının soykırım niyetiyle gerçekleştirildiğini iddia ediyorlar. Soykırım niyetinin varlığını Cumhurbaşkanı, Başbakan, Savunma Bakanı gibi üst dizeyli İsrailli yetkililerin kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalara dayandırıyorlar. GAC'ın mahkemeye, aralarında Anadolu Ajansı'nın video kayıtlarının bulunduğu 500 kadar kanıt sunduğu ifade ediliyor. İsrail ise Gazze'deki operasyonların savunma amaçlı olduğunu, Hamas militanlarının hedef alındığını, operasyonlarda sivil halkın korunması için azami gayret gösterildiğini iddia ediyor. İsteyen inanır.


Mahkeme ya soykırım suçunun varlığını kabul edecek ya da davayı reddecek. Soykırım kararı aldığı takdirde bu kez sorumlular hakkında yeni davalar açılması gerekecek. Zira BM Soykırım Sözleşmesi devletler yerine sadece kişilerin soykırım suçuyla yargılanabileceğini kabul eder. UAD'den soykırım kararı çıkarsa bu kez Eski Yugoslavya Mahkemesi gibi ayrı bir özel mahkemenin kurulması veya sanıkların yine Lahey'de bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM) yargılanmaları gerekecek.

1990'larda Balkan Savaşlarından sonra kurulan UCM soykırım dışında savaş suçlarını, insanlığa karşı işlenen suçları ve saldırı suçlarını da yargılamakla yetkili. İnsanlığa karşı işlenen en ağır suç sayılan soykırım dışındaki bu üç kategori suç için "niyet" kanıtlama koşulu bulunmuyor. UCM daha önce Sudan eski lideri Ömer el-Beşir ve Putin için iddianame ve tutuklama kararları çıkardı. UCM'nin sanıkları tutuklayıp mahkeme önüne çıkarabilmesi mahkemenin yetkisini tanıyan ülkelerin işbirliği yapmalarına bağlı. Ömer el-Beşir mahkemeye teslim edilmekten ülkedeki darbe sayesinde son anda kurtuldu. Rusya, İsrail, ABD ve Türkiye gibi mahkemenin yetkisini tanımıyor. Dolayısıyla Putin'in mahkemeye teslim edilmesi olasılığı en azından şu an için bulunmuyor. Ancak buna rağmen Putin artık eskisi kadar rahat hareket edemiyor. Örneğin tutuklanma riski nedeniyle GAC'deki BRİCS toplantısına gidemedi. Aynı sebeple artık Ermenistan'a da gitmesi söz konusu değil.

UCM Başsavcısı Kerim Han'ın UAD'den bağımsız olarak Gazze'de işlenen suçlar için bir süredir kanıt topladığı biliniyor. Kerim Han muhtemelen sadece İsrailli yetkililer için değil, 7 Ekim'de ağır insanlık suçları işleyen Hamas liderleri için de iddianame hazırlıyor. UCM tarafından hakkında tutuklanma kararı çıkarılırsa Netanyahu'nun da akibeti Putin'le aynı olacak.

Güney ile Kuzey arasındaki fay hatları Gazze'de yeniden kırıldı, uluslararası değerler ve hukuk sistemi ağır darbe aldı, ama umutlu olmak için hala sebep var

Güney Afrika'nın İsrail aleyhine açtığı davaya destek verenlerin çoğu "global güney" üyesi ülkeler. Sadece Endonezya, Bangladeş, Suudi Arabistan, Komorlar, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Türkiye değil, Meksika, Şili, Bolivya, Namibia gibi global güneye mensup ülkeler de GAC'e destek veriyorlar veya davaya müdahil oldular (Türkiye değil). Almanya ise Holokost'taki sorumluluğunu öne sürerek vicdani nedenlerle İsrail'in yanında yer aldı. Namibya'nın o zamanki Alman sömürgesi Güney Batı Afrika'da1904'te vuku bulan Herero ve Nama soykırımıyla ilgili eleştirisi Almanya'ın vicdani sorumluluk argümanını elinden aldı. ABD ve İngiltere gibi bir çok batılı ülke İsrail'i bugüne dek kınamayarak zaten tavırlarını ortaya koydular. Bunların İsrail yanlısı tutumlarını değiştirmeleri beklenmiyor. ABD ve İngiliz donanmaları Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'de İsrail'i korumak için hala görev yapıyorlar.

İsrail'in Gazze'deki katliamları dünyanın kuzey-güney eksenindeki bölünmüşlüğünü bir kere daha çarpıcı şekilde gözler önüne sererken, batının öteden beri şampiyonluğunu yaptığı uluslararası değerler ve hukuk sisteminin İsrail söz konusu olduğunda işlemediği, veya daha doğru bir ifade ile batı tarafından işletilmediği ortaya çıktı. Gazze savaşı günün birinde sona erse de uluslararası sistemin aldığı yaraların tamiri pek kolay olmayacak. Mazlum ülkelerin batıya rağmen batı tarafından oluşturulmuş evrensel değerlere ve uluslararası hukuk sistemine sahip çıkması gerekiyor. Çünkü yaratılan değerler artık insanlığın malı.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen ortada yine de umutlu olmak için bazı sebepler var. Her şeyden önce vicdanlı dünya halkları her fırsatta İsrail'in katliamlarına karşı seslerini yükseltiyorlar. İsrail halkı içinde dahi kendi hükümetinin işlediği suçlara ortak olmayan ve bunu protesto eylemleri ile gösteren önemli bir kesim var. Belçika ve Slovenya gibi batıya mensup olup GAC'ın yanında UAD'ndaki davaya müdahil olma kararı veren ülkelerin varlığı da umutlu olmamıza katkı sağlıyor. UCM Başsavcısının Gazze'de işlenen suçlar için iddianame hazırlaması ve UAC'nin İsrail aleyhine geçici önlem kararı alması yüreklere su serpecek. Nihai deva kuşkusuz UAD'nın soykırım kararı alması halinde oluşacak. Böyle bir kararın çıkması "niyet" koşulu nedeniyle ne kadar zor olsa da şansı yok değil.

Türkiye'nin diğer bazı Müslüman ülkeler gibi davaya müdahil olması devlet ezberi nedeniyle mümkün değil. Soykırım niyetinin saptanmasını kolaylaştıracak her girişim ve karar Türkiye'nin Ermeni soykırımı konusundaki tezlerini zayıflatır. (Bu ayrı bir yazı konusu.)

Sonuç itibariyle, Gazze savaşı her geçen gün biraz daha yayılıyor, etrafa tehlike saçıyor. Savaş ülkeleri olduğu kadar halkları da taraflarını seçmeye zorluyor. Bu savaşta taraf ne İsrail'in yanı ne Hamas'ın yanı olabilir. Bunlardan her ikisi de savaş ve insanlığa karşı suç işlemiş mihraklardır. İsrail'in ayrıca Gazze'de soykırım suçu işleyip işlemediğine mahkeme karar verecek. Barıştan yana olan ülkelerin görevi her şeye rağmen insanlığa ait evrensel değerlere ve uluslararası hukuka sahip çıkarak Gazze halkının acısını dindirmek için saldırıların bir an önce son bulmasına katkı sağlamaktır.

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi Arslan Hanak Okçal, Bingazi ve Münster Başkonsolosluğu, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliğinde değişik görevlerde bulundu.

Gümülcine'de Başkonsolosluk, Nijerya, Makedonya ve Güney Kore'de Büyükelçilik yaptı.

Merkezdeki son görevi Balkanlar ve Orta Avrupa Genel Müdürlüğüydü. 2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Yazarın Diğer Yazıları

ABD seçimlerinde adayların dünya ve Türkiye konusunda pek farkları yok

Seçim kampanyalarında en çok tartışılan konular ekonominin durumu, işsizlik, enflasyon, kaçak göçmenler, adî suç ve uyuşturucu ile mücadele, kürtaj, kamu sağlığı, sosyal güvenlik, eğitim, kadın, çocuk ve LGBT hakları gibi halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen konular

İsrail, İran’da nükleer tesisleri vurur mu; “Sırada Türkiye var” iddiası ciddi mi?

Türkiye’nin İsrail ile AKP hükûmetleri döneminde sorunlar yaşadığı doğrudur. Ama hiçbir zaman İsrail’den bir tehdit algılaması içinde olduğumuzu hatırlamıyorum. İsrail’le hâlâ süren ticaretimiz de bu iddiayı boşa çıkarıyor

Netanyahu’nun ne istediği belli; İran, Hamas ve Hizbullah bu mindere çıkarlar mı?

İran’la girişilecek bir savaş, mollalar rejiminin sonunu getirirse, bundan bölgedeki ABD yanlısı Arap rejimleri de yarar sağlayacaklar. Bunlar Gazze krizi öncesi başlattıkları İsrail’le uyum girişimlerine kaldıkları yerden devam edebilecekler...

"
"