Ve kör öldü, badem gözlü oldu...
Boris Yeltsin yaşasaydı 1 şubatta 80 yaşına girecekti.
Eski lider Rusya’da hafta boyunca yapılan etkinliklerle anılıyor. Doğum gününde Başkan Medvedev, Yekaterinburg kentinde Yeltsin anıtını açtı. Moskova’da onun yazışmalarından oluşan bir kitap yayımlandı. Onun mirasını ele alan bir konferans düzenlendi. Gazeteler ve televizyonlar epey zaman sonra yine ondan bahsetti.
Medvedev büyük sözler etti ülkenin ilk lideri için. Onun yeni Rusya’yı kurduğunu ve başlattığı politikanın bugün de sürdüğünü söyledi.
Bu son dediğine kim inandı, bilmiyorum. Ama ben inanmadım.
* * *
Yeltsin, 90’ların sonuna doğru artık yönetemediği koca ülkeyi
“başına bela olmadan” devredebileceği yeni lideri bulmak için akla karayı seçti. Çernomırdin’i mi denemedi, Kiriyenko’yı mu; Stapaşin’e mi oynamadı, Primakov’a mı? Başbakanlığa getirdiği insanlara
“Acaba benim yerime geçebilir mi?” diye bakıyor, sonra
“I-ıh, bundan lider olmaz” veya
“Bunun ne yapacağı belli olmaz” diyerek onları bir kenara atıyordu.
Sonunda Petersburg’dan bulunup getirilen, güvenlik ve haberalma konusunda uzman olan, nasıl bir siyasi görüşü olduğu meçhul olsa da,
“sadakatine güvenilebilir” Putin’i Başbakan yaptı. Ve
“Galiba bu sefer tuttu” diyerek birkaç ay sonra kenara çekildi. 1999’un son günü, tarihi yeni yıl konuşmasında
“Gidiyorum” dedi. Ve her şeyden çok sevdiği iktidarla vedalaşıp gözyaşlarıyla istifayı bastı.
Gelen lider Putin, Yeltsin’e verdiği sözü tutarak ona ve yakınlarına dokunmadı; yıllar sonra bile onun hakkında tek bir soruşturma başlatmadı. Ama siyaset alanında hemen her şeyi değiştirdi.
Önce Yeltsin’in pek sevdiği büyük işadamlarını (
“oligarkları”) Kremlin’den attı, kimisini içeri tıktı. Muhalif medyayı susturdu. Bu arada ülke bütünlüğünü sağlamak için, başta Çeçenistan olmak üzere, özerk cumhuriyet ve bölgeleri sindirdi.
Petrol fiyatlarının iyi gitmesinden dolayı, şansı da vardı. Ve kısa sürede konumunu güçlendirdi. Yeniden ve daha güçlü bir şekilde
“Büyük Rusya” söylemleri güçlendi. Batı ile ilişkiler zaman zaman gerginleşti. Seçimler ya (biraz da Sovyet dönemindekileri hatırlatarak) sembolikleşti, ya da (yerel yönetimler düzeyinde) büyük ölçüde kaldırıldı. Atama mekanizması ve merkeziyetçilik pekiştirildi.
“Demokratikleşme”nin yerine
“huzur ve istikrar” sloganı geldi.
* * *
Yeltsin çok hırslıydı. Bu hırsıyla Gorbaçov’u devirmek için (kimilerine göre
“belki de kurtarılabilecek ve reforme edilebilecek olan”) Sovyetler Birliği’nin dağılmasına öncülük etti.
Görünüşte demokratik ve çoğulcuydu. Basın özgürlüğü için bazı adımlar attı. Ama 1993 sonbaharında olduğu gibi, muhaliflerine karşı silah ve sert baskı yöntemleri kullanmaktan da çekinmedi. Kendisini destekler görünen Batı’ya karşı önemli ve bazen karşılıksız tavizler verdi.
Kendisine çok güveniyor, kimseye aldırmıyordu. Keyfi tavırları çoktu. Kameralar önünde Gorbaçov’u azarladığı da oldu; bakanlar kurulu üyelerini
“Yanlış oturmuşsunuz; sen oradan kalk, sen buraya otur” diye ezdiği de. İçkiye düşkündü. Dünya liderlerinin karşısına defalarca içkili çıktı; bazen uçağından dışarı adım atamadı, bazen orkestra yönetti, bazen sekreterini çimdikledi.
Kabaydı, sertti. Gorbaçov gibi
“eşini ortalarda dolaştırmadı”. Bu yönleriyle önce
“Rus mujikleri”nin hoşuna gitti. Ama yıllar geçtikçe halkın nefretini kazandı. İktidarı terk ettiğinde reytingleri yüzde 3’ün altına düşmüştü.
* * *
Ölümünden bu yana yaklaşık dört yıl geçti. Ve geçenlerde yapılan bir anket, Ruslar’ın büyük çoğunluğunun Yeltsin’i hâlâ sevmediğini ortaya koydu.
“Yeltsin döneminin ülkeye yararı mı oldu, zararı mı?” sorusuna halkın yüzde 20’si olumlu cevap verirken, olumsuzlar yüzde 60’a yaklaştı.
Bir şey daha: Yeltsin’i özellikle şimdi ileri çıkarmaya ve övmeye çalışanların sanırım şöyle bir
“gizli amacı” var.
“Daha liberal ve daha demokratik” gördükleri Medvedev’i
“Yeltsin gibi” olmaya davet ederek,
“daha sert ve otoriter” buldukları Putin’i ekarte etmeye, iki liderin arasını açmaya çalışıyorlar. Evdeki hesap bu; ama çarşıya uyar mı uymaz mı, bilinmez…