29 Mayıs 2013

Ya toplum, Başbakan'ın üslubunu aynen benimserse?

Salı günleri düzenlenen “siyasi show”lar artık eğlenceli olmaktan çıktı. Meclis’teki parti gruplarında yapılan ve birçok televizyon kanalının düzenli olarak naklen yayınladığı konuşmalardan söz ediyorum...

 

Salı günleri düzenlenen “siyasi show”lar artık eğlenceli olmaktan çıktı.

Meclis’teki parti gruplarında yapılan ve birçok televizyon kanalının düzenli olarak naklen yayınladığı konuşmalardan söz ediyorum.

Özellikle de AKP, CHP ve MHP başkanlarının ele aldıkları konuları sunuş tarzına, birbirleriyle sürdürdükleri sözüm ona “fikir mücadelesi”nin ton ve üslubuna değinmek istiyorum.

Son zamanlarda bu üç lider, yalnızca sorumluluktan değil, aynı zamanda önemli ölçüde realizm duygusundan da uzaklaşacak kadar kendilerini tehlikeli bir oyuna kaptırmış görünüyorlar.

Kim daha sert konuşursa…

Kim rakibini daha zor durumda bırakacak, hatta küçük düşürecek anlatımlar kullanırsa…

Kim ahlak ve hukuk anlayışının sınırına en yakın riskli bölgelerde daha “ustaca” hakaret etme becerisi gösterirse…

Kim “alay ve yergi sanatı”nda daha abartılı başarılar kazanırsa…

Kim kendini dinleyen ve kişilikli bir düşünsel algıdan ziyade “lidere ateşli destek verme misyonu”nu robot gibi uygulamakla meşgul olan, “işareti aldığı zamanlarda” alkışlarla, sloganlarla, çığlıklarla, yuhlarla harekete geçen dinleyici kitlesini daha çok tahrik edebilirse

… Kendini daha iyi, daha akıllı, daha güçlü lider gibi hissediyor.

Bu durum – her ne kadar oynadıkları “oyun”un büyüsünden kendini kurtaramayan liderler anlayamasa da - artık toplumdaki kamplaşmayı iyice keskinleştiren tehlikeli bir alışkanlık haline geldi.

Doğrusu, bu konuda söz konusu üç liderden herhangi birini diğerlerine karşı savunmayı pek mümkün bulmuyorum. Ancak hem iktidarı temsil etmesi, hem de toplumdaki etkisinin çok daha fazla olması bakımından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemiyle ilgili birkaç konuya işaret etmekte yarar görüyorum. 

            *  *  *

Sadece dünkü konuşmasını ele alacak olursak, Başbakan’ın, kullandığı sert üslubu ve tonu giderek keskinleştirdiğini görebiliriz.

Erdoğan, kilit konumda yöneticilik yaptığı devletin geçmişinde, ilgili kurumlardaki resmî prosedürler izlenerek çıkarılmış bir kanundan söz ederken “iki tane ayyaşın yaptığı yasa” diyerek, hedefi net olmayan ve ciddi tepkiler uyandıracağı kuşku götürmeyen bir hakareti “ortaya” savurmakta bir sakınca görmüyor.

Daha önce – sanki Türkiye’de devasa bir alkolizm sorunu varmış gibi -  “tıksırıncaya kadar içenler”den ve “kafası kıyak gençlik”ten söz etmiş olan Başbakan, şimdi de “İçeceksen evinde iç!” diyerek, yasal düzenlemeler sonrası arzuladığı tabloda “geride kalan özgürlük kırıntısı”nı oldukça tartışmalı biçimde dile getirmekte beis görmüyor.

Ayrıca “derdini anlatmak için” seçtiği örnek de oldukça hassas: Daha bu hafta sonu piknik yerinde bir baba çocuğunu parka getiriyor, salıncağa bindiriyor, ama elinde bira şişesi var. Senin bunu çocuğuna yapmaya ne hakkın var?”

Burada Erdoğan’ın medyayla ilgili “nöbetçi eleştirileri”ne, öteki siyasi liderlere yönelik üslubuna ve Suriye yönetimine ilişkin sözlerine hiç girmeyelim.

Hükümetinin aldığı kararlarla kendisinin konuşma ve davranışlarının dünyada nasıl bir algı yarattığı konusu ise sanki Erdoğan’ı hiç ilgilendirmiyor. Zaman zaman kendince “dünya ile paralellik” kuruyor; ama örnek olarak gösterdiği ülkelerdeki özgürlüklere hiç değinmeden, sadece yasakları ve sınırlamaları ele alarak benzerlikler bulmaya gayret ediyor.

          *  *  *

Peki, öyle olsun; dünyayı bırakalım. Nasıl olsa biz dünyayı fazla umursamayan bir milletiz! Seçtiğimiz iktidarın da sadece sahip olduğu oy desteğine dayanarak içerde “Çoğunluk bizde, istediğimizi yaparız!”, dışarıda da “Onlara ne, burada bizim borumuz öter!” demeyi adet edindiğini çoktan kanıksadık.

Ama acaba Başbakan’ın söylemi ülke içinde tehlikeli gelişmelere kapı aralamıyor mu?

Birkaç örnek vereyim.

Dünkü bir haberle başlayalım: “Şanlıurfa'da, Dedeosman Mahallesi sakinleri, semtte uyuşturucu sattığı ileri sürülen kişilere karşı sopalarla nöbet tutmaya başladı.” Yani? Uyuşturucu kötü bir şey! Gençleri tam anlamıyla “kafası kıyak” hale getirebilir! Eh, halk da “organize oluyor” ve uyuşturucu satıcısı olma ihtimali bulunan yabancılar mahalleye girdiğinde sopalarla “gençliği koruyor”. Nasıl ama?..

Geçtiğimiz günlerde ajanslara düşen bir başka haber de şöyleydi: Beşiktaş İskelesi’nde sarhoş olduğu iddia edilen bir kadına, sevgilisi ile birlikte içki içerek çevredekileri rahatsız ettiği gerekçesiyle meydan dayağı atıldı.”

Metroda öpüşenlere tepki gösterilmesi… Onlara yönelik baskıları protesto etmek için gösteri yapanlara karşı tekbir getirerek sallama tabir edilen bıçaklarla saldırılması… “Açık saçık kıyafet” giydiği gerekçesiyle bazı kadınların otobüslerden indirilmesi… Benzeri birçok örnek yaşandığını biliyoruz.

Şimdi hafta sonu ailesiyle beraber piknik yapmaya giden bir baba, eğer çocuğunu salıncağa bindirirken bir taraftan da bir şişe bira içmek isterse, bunu iyice tartmak zorunda kalacaktır. Ya çevreden birileri yanına yaklaşıp Senin bunu çocuğuna yapmaya ne hakkın var?” diyerek sopalarla “çocuk haklarını korumaya” girişirse?

Halk arasında kantarın topuzunu kaçıracak, kendini “vatan kurtaran aslan” ilan ederek hukuk falan tanımadan kas gücüyle ve silahla “düzen sağlamaya çalışacak” insanlar çıkabilir. Hele hele bu türden “sorumlu yurttaşlar” arkalarında iktidar desteği olduğunu ve ceza yerine “aferin” alacaklarını düşünüyorsa…

Sokaktaki adam taşkınlık yapabilir, tehdidi ve kavgayı sorunların çözüm yöntemi olarak görebilir, yerli yersiz sertleşebilir, bağırıp çağırabilir, ölçüsüz ifadelerle tartışmaları körükleyebilir, kullandığı tona ve üsluba özen göstermeyebilir.

Ama bu hataları bir başbakan yaparsa durum vahim demektir. Çünkü onun ateşlediği kibrit çok geniş bir alanı yakabilir. Koskoca bir ülkeyi bile…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"