"Müjde" geçen pazar günü AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner'den geldi:
"Paralel yapının sadece medya ayağına değil, iş dünyasına da her türlü hukuki operasyon yapılacaktır."
Pazartesi günü Hürriyet Gazetesi'nde, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Dinçer'in Cansu Çamlıbel'e verdiği mülakat yayımlandı.
Mülakata konan başlık önemliydi: "Muhatabımız Cumhurbaşkanı değil Başbakan".
Muhatabın Cumhurbaşkanı olmadığı mesajı, herhalde Dinçer'in rastgele söylediği bir cümle değildi. Çünkü söyleşide üç kez tekrarlanıyordu.
Ama bunun "kriz yaratmak için dile getirilmiş bir fikir" olmadığı da ortadaydı. Nezaketli üslubu elden bırakmayan Dinçer, ülkedeki parlamenter sisteme desteğini dile getirerek "Türk tipi bir başkanlık sistemine karşıyız" vurgusunu yapmaktan geri durmuyor, bu arada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la ilişkilerinin düzelmeye başladığından memnuniyetle söz ediyordu.
Söyleşinin en önemli bölümlerinden biri de, "paralel yapı" ile ilgili soruya verilen cevapta yatıyordu:
"Ben ortaya çıkmış bir paralel devlet görmüyorum. Somut bir şey yok."
Devlet, TÜSİAD'a 'resmen' küstü
Ama "Cumhurbaşkanı devletin başıdır. TÜSİAD'ın muhatabı zaten Cumhurbaşkanı değildir, Başbakandır. Bizim çalışma alanlarımızla ilgili bakanlardır" cümlelerine yapılan "cımbızlı müdahale", kısa sürede TÜSİAD'ın hedef tahtasına oturtulmasını sağlayan bir "elverişli bahane" haline geliverdi.
Önce bizzat Erdoğan "Madem muhatapları değiliz, bundan sonraki davetlerine katılmayız" diyerek "kırgınlık-ötesi" bir tepki verdi.
Cumhurbaşkanı'nın küskünlük duygusu, kısa süre içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin yürütme iktidarının çeşitli basamaklarına yayılarak neredeyse "resmî" özellik kazandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, kendisinin de 22 Ocak'taki TÜSİAD Genel Kurulu'na katılmayacağını açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, hatta Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ve ilgili-ilgisiz başka yetkililer, sırtlarını güçlü yere dayamanın verdiği güvenle yaptıkları açıklamalarla TÜSİAD'ı eleştirdiler, uyardılar, kınadılar, ayıpladılar, dahası dolaylı olarak tehdit ettiler ("TÜSİAD’ın bundan sonraki muhatabı ancak Dernekler Masası İstanbul İl Müdürlüğü olur", "TÜSİAD'ın muhatap alınacak bir tarafı kalmamıştır" vs.).
Eminim bugünlerde başka bakanlar ve üst düzey isimler de liderlerine bağlılıklarını sergilemek için TÜSİAD'e haddini bildirme gösterisi yapmakta gecikmeyeceklerdir.
Yandaş medya kılıçları çekti
30 Aralık'ta Star Gazetesi'nde "İhaneti görmeyen TÜSİAD paralele kalkan oldu" denerek Dinçer'in "Eski Türkiye diliyle 28 Şubat’taki TÜSİAD Başkanı gibi konuştuğu" öne sürüldü.
Aynı tarihte Sabah Gazetesi'nde kullanılan bir haber başlığı da çok dikkat çekiciydi: "TÜSİAD Paralel Yapı ile birlikte hareket ediyor".
A Haber'deki Kadraj Programı'ndan ve program konuğu Cemil Barlas'ın söylediklerinden bahsedilen haberde, Dinçer'in sözleri "maksatlı bir açıklama" olarak değerlendiriliyor, TÜSİAD'ın Cemaat'ten korktuğu iddia ediliyor, "işadamlarının 'paralel yapı'dan kurtarılması lazım" deniyordu.
Aynı tarihte ve aynı mecrada, "Niye çark ettiniz?" başlığı altında şu satırlar yer alıyordu:
"Kulislerde , profesyonel bir yönetici olmasına rağmen sırf Sabancı Holding'in Yönetim Kurulu Üyesi Erol Sabancı'nın damadı olduğu için TÜSİAD'ın başkanlık koltuğuna oturtulan Haluk Dinçer'in Hürriyet'e verdiği röportajı üst aklın organize ettiği konuşuluyor. TÜSİAD'ın eski başkanları ve akil denilen heyetinden bağımsız bu açıklamanın yapılamayacağı belirtiliyor."
Yine Sabah, 31 Aralık'ta "TÜSİAD'da Stockholm Sendromu" başlıklı haberinde, Cemaat'in çok sayıda TÜSİAD üyesini (Rahmi Koç, Vuslat Sabancı, Arzuhan Yalçındağ, Ferit Şahenk, Ali Koç, Ahmet Çalık, Ahmet Nazif Zorlu, Hüsnü Özyeğin vb.) dinlediği görüşünden hareketle TÜSİAD'ı "katiline aşık olmakla" suçluyordu.
Sabah'ta köşe yazarı Şeref Oğuz, "Böylesi tehlikeli beyanlar (...) 'Cumhurbaşkanı üzerinde vesayet kurma gayretindeki' kesimin TÜSİAD'ını, bu gidişle TÜSİAP (işadamları partisi) haline getirir, siyasetin tarafı yapar. Vesayet metni seslendiricisi Dinçer, tehlikeli görevinde yakayı ele verince (...) görevi bırakarak sergilenecek." derken, köşe komşusu Okan Müderrisoğlu da konuyla ilgili yazısını şu cümleyle bitiriyordu: "Çift ajandalı ve iki dilli söylem, TÜSİAD'ı da bir manada paralel yapıya dönüştürebilir."
Dün A Haber'de, yine Kadraj Programı'nda, SETA Ekonomi Direktörü Erdal Tanas Karagöl, "TÜSİAD kadar siyasetin merkezinde olan bir kuruluş yok" diyerek, işi Dinçer'in sözlerinin "ülkede derin yaralara neden olduğunu" söylemeye kadar vardırdı.
İş dünyası hedefte, TÜSİAD sıkıntılı
Malum, Erdoğan "tek adam yönetimi" kurmak, her türlü muhalefeti ve bağımsız iradeyi bitirmek istiyor. Yürütmeden yargıya, medyadan iş dünyasına kadar.
1986'da Turgut Özal'ın girişimiyle "Türk özel sektörünün kuruluşu" olarak faaliyetlerine başlayan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), 11 Eylül 2014'te bir "gece yarısı operasyonu" ile devlete bağlandı. Kurul'un kaptanı konumundaki Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, bir süre bekledikten sonra 27 Eylül'de "yeni DEİK"ten istifa etti. Saflarında aynı anda hem DEİK'e hem de TÜSİAD'a üye olan pek çok kişinin de bulunduğu iş çevreleri, bu el koyma girişimine ciddi anlamda ses çıkaramadılar.
TÜSİAD geleneksel olarak Türkiye'nin sivil toplum kuruluşları arasında önemli bir yer tutuyor. Son yıllarda Erdoğan'ı AB konusundaki tutumundan demokrasiye karşı uygulamalarına kadar bir dizi konuda eleştiriyor. Kadın-erkek eşitsizliğiyle ilgili çalışmalar yapıyor. Yolsuzluk araştırması düzenliyor.
Zaman zaman gerginleşen iktidar-TÜSİAD ilişkileri, geçen 18 Eylül'de Erdoğan'ın onur konuğu olarak katıldığı Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'nda bir ölçüde düzelmişti.
Görüşlerini yansıttığı kesimler adına dik durmaya çalışan TÜSİAD yönetimi, son yıllarda oldukça sıkıntılı. Bir tarafta amaçları ve oynamak istediği rol, diğer tarafta Erdoğan'ın giderek artan baskıları ve iktidarla iyi ilişkiler kurma üzerine bina edilmiş ekonomik düzende riske giren çıkarları var.
Bu şartlarda TÜSİAD'ın yönetimine gelmek neredeyse "ateşten gömlek giymeye" benziyor. Muharrem Yılmaz'ın istifasının ardından geçen Haziran'da TÜSİAD Başkanı olan Haluk Dinçer’in 22 Ocak’taki Genel Kurul’da görevi bırakması bekleniyor.
Bundan sonra ne olacak?
Bu sorunun cevabı, yalnızca TÜSİAD'ın iç dinamiklerine değil, aynı zamanda Türkiye'nin otoriterleşme ile demokrasi arasında yapacağı tercihlere bağlı olarak şekilleneceğe benziyor.
@AksayHakan