Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesi, Batı’da büyük dikkatle izleniyor. Aralarında birçok benzerlik olan bu iki ülkenin bir taraftan giderek güçlenmesi, bir taraftan da AB ile her zaman kolay ortak dil bulamazken kendi arasında daha rahat anlaşabilmesi, kimi çevrelerde kaygı yaratıyor. Başta enerji projeleri olmak üzere Türk-Rus yakınlaşmasını engellemek için stratejiler üzerinde çalışılıyor.
Bu bağlamda İngiltere’nin en önemli düşünce kuruluşlarından biri olan Chatham House’un Temmuz ayının son haftasında yayımladığı rapor oldukça ilginç. Hem Avrupa merkezli bakışın, Rusya ve Türkiye ilişkilerinin özgün seyrini anlayamadığını göstermesi bakımından, hem de içeriğinde pek çok önemli saptamayı barındırması açısından.
(1920’den beri faaliyet gösteren, “Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstütüsü” olarak da bilinen, uluslararası ilişkileri yalnızca araştırmadığı, aynı zamanda biçimlendirmeye çalıştığı yorumlarına hedef olan Chatham House’un adını, geçen yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e verdiği ödülle birlikte sıkça duymuştuk.)
Philip Hanson imzasını taşıyan çalışmada, Rusya- Türkiye ilişkileri ve iki ülkenin Avrupa Birliği ile olan etkileşimleri ele alındı. Söz konusu raporun satırbaşlarına daha yakından bakmaya çalışalım.
Rusya ve Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve toplumsal yaşam boyutlarıyla değerlendiren analiz, iki ülkeyi enflasyon, işsizlik, kalkınma, dış ticaret gibi ölçütlerle karşılaştırıyor ve ülkelerin kendi arasındaki ilişkilerinin yanı sıra, AB karşısındaki konumlarını da aydınlatıyor.
Çalışmada yer alan tespitlere göre, Rusya ve Türkiye, Brüksel’le sıkıntılı ilişkilere sahip, ancak her iki ülke de “Avrupa’nın kıyısında” bulunan en önemli iki güç.
Son yıllarda hem Rusya, hem de Türkiye kendi coğrafyalarında büyük nüfuz sağlarken, onlar açısından AB projesi prestij kaybediyor. Rusya’nın AB ile ilişkileri daha çok enerji alışverişi üzerine kuruluyken, Türkiye, AB’ye ekonomik ve politik olarak Rusya’dan daha yakın bir konumda bulunuyor.
Rusya’da iş dünyasında yaşanan çeşitli zorluklar, ülkenin Avrupa ile entegrasyonunda sorunlu alanların başında geliyor. Türkiye’de de iş dünyasında kimi ciddi problemler var, ancak yine de daha istikrarlı bir görüntü hâkim. Çalışmada, AB’nin her iki ülkeyle de ihtiyatlı ilişkiler kurması gerektiği belirtilirken, Türkiye ile yakın dış politika partneri olması gerektiği ifade ediliyor.
İngiliz uzmanların raporunda “eski süper güç ve şimdinin yükselen gücü” olarak tanımlanan Rusya’nın, Avrupa ile olan ilişkilerini daha ziyade enerji akışı yolundan sağladığı belirtilirken bu görüntü, “karşılıklı bağımlılık” ilişkisi olarak yorumlanıyor.
Öte yandan, Türkiye-Rusya ilişkileri bambaşka bir boyuta gelmiş görünüyor. İki ülke arasındaki yakınlık, önceki dönemlerle kıyaslanamaz biçimde gelişmiş durumda. Moskova ve Ankara kendi aralarında, Brüksel ile kurduklarından çok daha iyi ve sorunsuz bir ilişki oluşturmuş durumda.
Hanson, kapsamlı bir Rusya-Türkiye karşılaştırmasına da yer veriyor. Her iki devlet de Dünya Bankası tarafından üst-orta gelir düzeyine sahip devletler olarak değerlendiriliyor. Nüfus ve toplam GSYİH olarak bakıldığında Rusya, Türkiye’yi ikiye katlıyor. Ancak, kişi başı GSYİH arasındaki fazla farkları yok.
Çalışmada, “Avrupa’ya entegrasyon açısından Türkiye, Rusya’dan daha ileride görünüyor” yorumu da yer alıyor. Bu yorum, “Türkiye’nin 1952 yılından beri NATO’da yer almasına, DTÖ ve OECD’nin bileşeni olmasına ve AB üyeliği için uzun zamandır müzakereler yürütmesine” dayanıyor.
Ekonomik açıdan Rusya ve Türkiye’nin ilginç benzerlikler sunduğu ve her ikisinin de temel sorununun istihdam olduğu belirtiliyor. Buna göre, Türkiye genç işsizlik bakımından önemli sorunlar yaşıyor, eğitim sisteminde göze çarpan kimi eksiklikler, gençlerin durumunu olumsuz etkiliyor. Rusya ise bu konuda Türkiye’nin tam zıddını yaşıyor. Rusya’da genç nüfusun iş hayatına girişinin azalması, etkin iş gücü potansiyelinde düşüş yaşanmasına sebep oluyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Raporu’nda yüksek eğitim ve deneyim konusunda 139 ülke arasında Rusya 50., Türkiye ise 71. sırada yer alıyor.
Uluslararası entegrasyon ve küresel ekonomiye katılım açısından bakıldığında, gerek Rusya gerekse Türkiye, nüfusları ve kalkınma düzeyleri göz önüne alındığında, uyuma oldukça açıklar. Her ikisi de son dönemde AB ile güçlü bir mal ticareti gerçekleştirir duruma geldi. Avrupa 1990’lardan beri Rusya ihracatının %50’den biraz fazlasını alan bir konumda, Türkiye için bu oran %50’nin biraz altında. Ürün çeşitliliğine bakıldığında Türkiye biraz daha karmaşık: yüksek ve orta teknoloji ürünleri ihracatın %40’ını oluşturuyor. Rusya açısından ise ihracatın %80’i petrol, gaz ve çoğunlukla ham metal üzerine oturuyor.
Raporda ifade edilen bir başka konu ise, Türkiye ve Rusya’nın AB ile ilişkilerinin yakın dönemdeki gelişme ihtimali. Metnin yazarı Hanson, iki ülkenin de yakın zamanda AB ile iyi ilişkiler kuramayacağını iddia ediyor ve gelişimi engelleyen iki etkenden söz ediyor. Bunlardan ilki, AB’nin ekonomik açıdan ilgi uyandıran bir pazar olma özelliğini giderek yitirmesi, ikincisi ise, AB’nin dış ilişkilerde kendi normlarını dayatması.
Çalışmada, Rusya ve Türkiye’nin artık tam bir müttefik görüntüsü verdiğinin de altı çiziliyor. Moskova-Ankara hattında gelişen sıkı ittifakın sembolleri olarak ise, “Üst Düzey İşbirliği Konseyi” gibi çalışma gruplarının oluşturulması ve Akkuyu’daki nükleer santralı Rusya’nın yapacak olması gösteriliyor. Ayrıca, iki ülke arasında vizesiz seyahat döneminin başlamasına da vurgu yapılıyor.
Kuşkusuz, Chatham House’un çalışması, Avrupa’daki önyargılardan arınmış değil. Ankara ve Moskova arasında son yıllarda büyük bir ivme kazanan ilişkiler, Batılı uzmanlar tarafından “riskli” bulunuyor. Türkiye’deki Kürt sorunu ve medya özgürlüğü, Rusya’daki yolsuzlukla mücadele ve liberalizasyon sürecine dikkat çekiliyor, ardından da “iki Avrasyalı ülke arasında Avrupa’dan bağımsız olarak yakın ve derin ilişkilerin sağlanmasının önemli bir tehdit oluşturacağı” fikri savunuluyor.