Havaalanına giderken bindiğim taksi, gereksiz yere emniyet şeridine girdiği anda, arkada bir polis aracı belirdi.
Polis arabasının kornadan çok yaralı bir hayvan çığlığına benzeyen tehditkâr sesi, taksi şoförünü sağa geçerek yaptığı hatadan bir an önce dönmek için telaşlandırıyordu. Ama hemen solumuzdaki otobüs, ısrarla ona yol vermemek için önündeki otomobile tehlikeli biçimde yaklaşıyor, bazen de hafif sağ yaparak bizim şoförü korkutuyordu.
Yol verirdin-vermezdin dalaşı, metalik gövdelerin sanki birbirine omuz atma arzusuyla sürerken bir taraftan da arkadaki polis aracının yaralı çığlığı stres düzeyini iyice yükseltiyordu. Birkaç kez sağ yanımızdaki hendeğe savrulma tehlikesi geçirdik.
Arka koltukta oturarak olan biteni sanki benimle ilgisi olmayan bir film gibi izlediğimi fark ettiğimde kendimi garipsedim. Sonuçta ortada hayati bir tehlike vardı ve benim olayın kahramanlarıyla (bindiğim taksinin, solumuzdaki otobüsün ve arkamızdaki polis arabasının şoförleriyle) hiçbir yakınlığım yoktu. Bir şey olursa tümüyle suçsuz yere canım yanmış olacaktı.
Yapabileceğim tek şey, sesimi duyabilecek olan tek kişiye, yani taksi şoförüne sakin olmasını söylemek, bu anlamsız trafik dalaşmasını kesmesini istemekti.
Bu sırada o kendini iyice kaybetmiş, bir yandan elinin uzanacağı kadar yakınına gelmiş olan otobüse vurmaya çalışıyor, bir yandan da sıkı küfürler patlatıyordu.
Sonunda en az üç dakika sürmüş olan bu gerilim sonuçlandı. Emniyet şeridinden, otobüs baskısından ve yaralı hayvan sesinden kurtulmuştuk.
Daha doğrusu bana öyle gelmişti.
Ama perde daha kapanmamıştı. Şoförümüz şimdi de arkasında kalan otobüsün direksiyonundaki adama küfür ve tehditler savurarak onu “sağa çekmeye” ve “kozlarını paylaşmaya” davet ediyordu.
On beş dakika öncesine kadar yaşadığından bile haberdar olmadığım bu adama sonunda bağırmam gerekti.
Galiba işe yaradı. Düello iptal oldu.
* * *
Sakinleşme süreci, camdan uzatılan esmer kuru elin yukarı aşağı sallanması ve arkadaki otobüsün şoförünün annesiyle ilişki kurmak için kurulan ısrarlı cümlelerin otobanın anlamsız gürültüsüne savrulmasıyla gerçekleşti.
Adam kendine gelmek için benden sigara içme izni istedi. Biraz sohbet ettik. O sırada arabada “kullanmaktan asla çekinmeyeceği” bir silahı ve “evde ekmek bekleyen bir çocuğu” olduğunu öğrendim.
Her şeye rağmen net davranmanın ona büyük bir zevk verdiği hissediliyordu:
“Ailem, çocuğum tamam da, abi, şimdi burada bir haksızlık var. Ölürüm de, öldürürüm de, hapislerde de yatarım. Gözüm dönmüş benim. O an artık gerisi hiç önemli değil. Ben adaletsizliğe asla tahammül edemem.”
Büyük bir heyecan ve gururla kurduğu bu cümlelerdeki “haksızlık” ve “adalet” kelimelerine takıldım.
Adam yarım yüzyıl kadar Türkiye gibi bir ülkede yaşıyordu ve “haksızlıklarla adaletsizliklere karşı çıkan bir kişiliği” olduğunu sanıyordu.
Elbette ona muhtemelen asla karşı çıkmadığı , aldırmadığı veya korkarak kabullendiği haksızlıklardan ve adaletsizliklerden bahsetmeye çalışmadım.
Ama sigarasını tellendirip biraz daha sakinleştiğinde, neden ısrarla otobüs şoförünün anasına sövdüğünü öğrenmek istedim.
Aynadan merak ve kuşkuyla bana baktı. Sakin ve ciddi bir yüz ifadesi görünce birkaç saniye düşündü.
“Evet, haklısın, abi”, dedi.
Ve 2-3 saniye daha sessiz kaldıktan sonra devam etti:
“Aslında adamın anasını değil kendisini ... (becermek) lazım.”
Yine aynaya, bu kez masum bir çehreyle bakarak bana “Kusura bakma ve sakın beni yanlış anlama” diyerek güya vurguyu yumuşattı.
Sustum.
Ne diyeyim?
Neyi yanlış anlayayım?
Her şey çırılçıplak ortada:
Durup dururken trafikte birbiriyle dalaşan şoförler, birbirlerinin araçlarını ve daha çok da birbirlerini dövmek, “gerekirse” silahla öldürmek isteyen insanlar...
Ve değişmez bir “cezalandırma yöntemi” olarak ... (pardon, cinsel ilişki).
Sevgili okurlar, siz de “kusura bakmayın ve sakın yanlış anlamayın”.
* * *
RedHack’in Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın hesabını ele geçirmesinin ardından gözaltına alınan Taylan Kulaçoğlu serbest bırakıldı.
Ve gözaltında tutulduğu 12 gün içinde gördüğü işkenceyi anlatırken şunları söyledi:
“Bana dediler ki, ‘buradaki herkesin karısı olacaksın. Hepimizin elinden geçeceksin’.”
Galiba burada da yanlış anlaşılacak bir konu yok.
“Hukuk devleti”nde gözaltı sürecinde bir tehdit ve “cezalandırma yöntemi” olarak ... (pardon, yine cinsel ilişki).
Sevgili okurlar, tekrar “kusura bakmayın ve sakın yanlış anlamayın”.
* * *
Pek güncel bir örnek daha vermeden geçemeyeceğim.
Bir başka “Türk erkeği” de cinselliğini sosyal medyada “kullandı” bu günlerde.
Hem de kendince “dinsel” bir amaçla.
Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinin Gedik Köyü imamı Abdurrahim Yetim, Facebook hesabından bir mesaj yayımladı:
“Hayırlı cumalar, cumamız mübarek olsun. Cumaya gitmeyen erkekler bacımsınız.”
Hoppala!..
Demin birisi ötekilerin “karısı” oluyordu, şimdi de birçokları “bacı” oluyor... Fark?
Sonuçta “koskoca erkek”ten “kadın” (“bayan”?) çıkartma operasyonu... Aşağılanan, “pasif” olan, okkalı küfürler eşliğinde vücutlarına girilen “ikinci sınıflar”...
Ve erkekler; onları kullanan, kendine tabi kılan, istediğinde de ... şey eden ... (pardon, yine cinsel ilişki!).
Sevgili okurlar, tabii siz “kusura bakmayın ve sakın yanlış anlamayın”.
(Görevden alınan imam sonradan bir “sosyal medya mesajı” daha yazarak “maksadımı aştım” demiş. Benim OHAL’den tek beklentim, şu aptal “maksadını aşmak” kalıbını yasaklaması!)
* * *
Bu tür rezillikler üzerine çok şey yazıldı ve çizildi. Uzun analizlere gerek yok sanırım.
Kadınlarını aşağılamayı ve ezmeyi marifet sanan bir millet bizimkisi.
Ve “kocaman” bir erkekliği var.
Aklı fikri onda. Her şeyi onunla yapıyor. Sevmesi de oradan, dövmesi de.
Her bir Türk erkeği Allah tarafından özel yeteneklerle donatılmış durumda. (Seks kültürü ve eğitimi arasında bağlantı kurmaya çalışarak “entellik” edenler elbette bu ilahi gücü anlayamazlar.)
Bizim erkeklerimizin hepsi süperdir!
O kadar ki, ünleri dünyaya yayılmıştır.
Bir zamanlar “Alman Helga”yı, sonraları da “Rus Nataşa”yı fethetmişlerdir.
Vücutlarından taşan bu olağanüstü gücü elbette siyasi, hukuki, ahlaki ve dini amaçlarla kullanmak için de hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlar.
Bu arada zaman zaman medyada küçük haberler olarak zar zor gözümüze çarpan “Türk kadınlarının yarısından fazlası orgazmı bilmiyor. Kadınlarımızın yüzde 68'i yatakta partnerlerini küçük düşürmemek için tatmin olmuş gibi yapıyor” türü haberlere sakın aldırmayın.
Yalandır yalan!
Tatmin olmayan varsa, onun partneri kesinlikle Türk erkeği değildir. Eh, bizim kadınlarımızın “yabancı erkeklere gitmesi” de pek yakışık almayacağına göre, herhalde Marslılarla falan günaha girmişlerdir.
Yoksa Türk erkeği isterse her an herkesi ... (pardon, yine cinsel ilişki!).
Sevgili okurlar, valla artık siz bilirsiniz, ister “kusura bakın”, isterseniz de “yanlış anlayın”.