T24, uzun bir hazırlık döneminin ardından ciddi bir değişim ve atak sürecine giriyor.
“Bugünden sonra” neler olacak? Önümüzdeki günlerde ve aylarda nasıl bir tablo ortaya çıkacak? “Yeni T24” ile eskisi arasında ne gibi farklar bulunacak?
Bilmiyorum. Başta takım kaptanımız Doğan Akın olmak üzere, değişimin mimarlarından duyduğum tüm akıllı açıklamalara rağmen tam olarak bilmiyorum. Sanki kimse tam olarak bilmiyor. Ama cesur adımlarla çıkılan yolda epeyce şeyin kısa sürede farklılaşacağını hissetmek zor değil.
Sanıyorum, bir süre sonra hepimiz göreceğiz ki, gazetemiz de, onun medya dünyasındaki yeri ve toplumsal etkisi de eskisi gibi olmayacak.
‘MEYDAN OKUMA’NIN GEREĞİ
Bir internet gazetesinin ilerlemesi nasıl olur? Herhalde, haberciliğinin, yorumlarının, gazetecilikte hızlı ve yaratıcı çabalarının gelişmesiyle olur; “çehresinin” ve teknolojik altyapısının mükemmelliğe doğru giderek değişmesiyle olur.
Ve okurlar... Bir gazetenin marka değerini ve karakterini, okurlarından bağımsız olarak ele almak zor. Galiba T24’le birlikte okurları da değişecek, gelişecek. Belki yeniliklerden hoşlanmayan az sayıda okur, gazete ile yollarını ayıracak. Ama bence çoğu keyifle yola devam edecek. Ve eminim ki, çok sayıda yeni okur ortaya çıkacak.
“Gidiş” nereye doğru olur? T24’ü “keşfeden” ve ona sımsıkı sarılan bazı okurlar, son günlerde “biz sizden zaten memnunduk; aman fazla değişmeyin” diyerek “iyiniyetli bir muhafazakârlık” sergiliyorlar. Türkiye medyasında son 10 yıldaki değişikliklerin ezici kısmının olumsuza doğru olduğunu düşünürsek, bu okurların - muhafazakârlığını değil belki ama - kaygılarını paylaşmanın zor olmadığını görebiliriz.
Ama T24, doğduğu andan itibaren bir “meydan okuma” girişimi. 2,5 yılda gelinen noktadan daha ileriye sıçramak için, bazı riskleri de göze alarak yeni bir meydan okuma çabasına ihtiyaç olduğu kesin.
Hem bizdeki mevcut siyasi iklim, hem de evrensel olarak medyanın farklı düzlemleri arasında internetin şahlanışı koşullarında, bağımsız internet gazeteciliği konseptine sarılan T24, bu alanda ciddi bir liderlik misyonu ile başa çıkabilmek için yürümekten koşmaya geçmek zorunda.
Evet, anladık, okur giderek internete yöneliyor. Peki, yöneldiği yerde ne bulacak? Bağımsız internet gazeteciliği iddiasıyla yola çıkan gazeteciler, bu okurlara neleri ve nasıl sunacak? Okunulurluğunu, tercih edilirliğini nasıl arttıracak? Medya kalitesini geliştirirken ekonomik gücünü ve dolayısıyla mesleki imkânlarını nasıl pekiştirecek?
T24, sınırlı imkânlarla yola çıkan ve sınırlı imkânlarla yayın hayatına devam eden saygın bir gazete. Ama bu sınırlarını epeyce geliştiremezse, (hatta, gelin, burada daha keskin konuşalım:) sınırlarını parçalayıp ileriye doğru radikal bir hamle yapamazsa, “yoksul ama dürüst” olduğunu tekrarlayarak fazla ileri gidemez.
Bunun için de nasıl olacağını benim “tam olarak anlamadığım” bu önemli atağa ihtiyaç var galiba. Ve eskisinden daha geniş bir okur kitlesini kucaklamak da önemli bir zorunluluk olsa gerek.
Aslında şu anda bile T24, ulusal çapta yayın yapan 35-40 “kağıttan” gazetenin en az dörtte birinin tirajlarına kıyasla daha fazla okura sahip. Yeni dönemin getireceği değişikliklerle birlikte, önümüzdeki aylarda çok daha kalabalık bir okur kitlesine kavuşabilir. İşte o zaman “meydan okuma”nın keyfi bir başka olacak sanırım!..
GAZETE VE OKURU
Belki 25-30 yıl kadar önce, Leningrad Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’ne bir derste, Lenin’in şu satırlarını tartıştığımızı çok iyi hatırlıyorum:
“Gazete, gazetecinin (bir ara) yazıverdiği, okurun da (bir ara) okuyuverdiği bir şey değildir. Partili gazetecilik, gazeteciden de, okurdan da ciddi katkı bekler.”
Benim hayatımda “partili gazetecilik” dönemi çoktan kapandı. Dahası, iyi bir gazetecinin gerçeklere ve mesleki ahlâka her türlü görüşten, ideolojiden ve partiden daha fazla bağlı olması gerektiğini öğrendim.
Ama işin öteki tarafları hâlâ önemli. Yani, gazetecinin ve yazarın da, okurun da baştansavmacı değil, özenli olması gerektiği konusu.
Gazeteci de insan sonuçta. Her gün aynı heyecanı ve ilhamı yakalayamayabilir. Ama işini her gün iyi yapmakla yükümlü. Bir haberin veya yazının mutlaka okura yeni bir bilgi veya da farklı bir bakış açısı, ya da edebi bir lezzet vermesi gerek. Yoksa zaten bir süre sonra okunmaz oluyorsun. Ya da okur, “onca işi arasında” sana da şöyle bir göz atıyor. Haber veya yazının başlığına, ilk satırlara, sonuna, belki altı çizili bir bölüme, varsa görsel unsurlara… İlginç bir şey varsa, kapıyı aralayarak içeri giriyor. Yoksa bir ekspres tren gibi, hızla öteki sayfalara ve gazetelere doğru yoluna devam ediyor. Onun için gazetecinin becerisi, okurun ilgisini çekerek onun birikimine bir şeyler daha ekleyebilmekte.
Ya okur? O kendini nasıl konumlandırıyor? “T24 okuru” olmak nasıl bir şey? Sahi, “T24 okuru” kim acaba?
Benim üzerinde sık sık düşündüğüm bu son sorunun cevabı vermek kolay değil. Hele konuya siyasi kriterlerden girersek işin içinden çıkılmıyor. Çünkü sanırım siyasi gündemin yoğun ve keskin olduğu ülkelerde medya organları, zaman zaman siyasi partiler gibi algılanabiliyor. Oysa T24 siyasi bir parti değil. O bir gazete. Bağımsız bir gazete. Çalışanları ve yazarları arasında farklı görüşlerden insanlar var. Elbette okurları da farklı.
Bazen okur yorumları arasında kendi siyasi görüşüne uygun bulmadığı yazıları kıyasıya eleştiren satırlara rastlıyorum. Belli ki bazı okurların kafasında “T24 sadece bir renkten olmalı, ötekine asla savrulmamalı” türü şablonlar var.
Oysa T24’ün temel görevi, “doğru bir siyaset” önermek değil ki, iyi gazetecilik yapmak. Haberiyle, analiziyle gerçek gazetecilik ürünleri sunmak. Birçok medya temsilcisinin “ne olur ne olmaz” diyerek yer ver(e)mediği haber ve yazılara sayfalarını açmak...
OKUR YORUMLARI
Okur yorumları demişken. Ben okurların okudukları gazeteyi ciddiye alıp eleştirmesini, beğendiği ve beğenmediği şeyler üzerinde düşünüp kafa yormasını, en önemlisi, gazeteye ve yazarlara görüşlerini iletmesini çok önemsiyorum.
Uzun süredir izlediğim kadarıyla T24’ün belirli bir aktif “katılımcı” okur kitlesi var. Bunların bir bölümü, okuduğu haber ve yazıyla ilgili kendi katkısını dile getirerek içeriğin zenginleştirilmesine gerçekten yardımcı oluyor. Bir bölümü, argüman kullanmadan lehte veya aleyhte görüş belirtmeyi gerekli ve yeterli görüyor. Destek, semtapi ve teşekkür ileten nezaket mesajları da oluyor. Bir de özellikle okuduğu köşe yazarını aşağılama, onu azarlama, hatta hakaret etme denemesinde bulunanlara, yazının altında bulduğu kutunun sunduğu özgürlükle “yazarlık öyle olmaz, böyle olur” tutkusuyla kırıp dökenlere rastlanıyor. Bunların hepsi, hayatımız kadar olağan...
Ben gazeteye gönderilen tüm ileti ve notların (küfürler ve “küfürümsüler” hariç) yayımlanmasından yanayım. Hatta son günlerde bazı okurların önerdiği gibi, okur yorumlarının daha düzgün ve gelişmiş bir formatta aktarılmasına fırsat sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Ama doğrusu, isimsiz (en azından rumuzsuz) yorum yapılmasından rahatsız olduğum anlar oluyor. Biliyorum, kimileri, bunu yazma cesaretini ve özgürlüğü arttırıcı bir faktör olarak algılıyor. Ama bu durumun, aynı zamanda bazı okurları nezaket kurallarından ve özenden uzaklaştıran, onlara yer yer “karanlıkta tükürüp kaçma” fırsatı veren bir etkisi olduğundan kuşkuluyum. Oysa uygar bir yazışma ve tartışma ortamında okurlar (ve yazarın kendisi) birbirlerine daha fazla içerik katkısında bulunabilirler. Uygar iletişim için de insanların kendini tanıtması gerekir gibime geliyor.
Cep telefonundan sosyal medyaya kadar teknolojinin birçok nimetini kuşku ve tembellikle olabildiğince erteledikten sonra hayatına alan birisi olarak, okur yorumlarının Facebook’tan gelmesi şartını, bazı okurlar gibi benim deyadırgadığımı belirteyim. Ama bunun yukarıda biraz anlayıp anlatmaya gayret ettiğim yeni dönemin hedefleriyle ilgili ciddi yararları da olabileceğini düşünerek “deneyelim ve görelim” diyorum.
Çünkü T24’ün bugüne kadar izlediği bağımsız gazetecilik yolundan sapmadan gücüne güç katması amacının yanında, her şey “teferruat” gibi geliyor bana.
Birçok işyerinde ve bu arada medya kurumunda çalışıp bunların neredeyse tümünde huzursuz olan ve/veya huzursuzluk çıkaran, çalıştığı yerle arasına her zaman mesafe koymayı “komplekslilik” derecesinde marifet saymış biri olarak, galiba ilk kez bir yayın organına bu kadar sahip çıkıyorum. Çünkü ona, kaptanına, gittiği yolun doğruluğuna inanıyorum.
Eminim, bu satırları okuyanların önemli bir bölümü de bu duygularımı paylaşıyordur.
Onun için yeni dönemde yadırgayacağımız birçok şey olsa da, genel gidişin gazetemizi ve umutlarımızı güçlendireceğini aklımızdan çıkarmayalım derim.
Umarım başarırız.