Adım başı düşmanlık kıvılcımları.
Adım başı gerilim.
Kutuplaşma.
Ötekileştirme.
Aşağılama.
Trump, Müslümanlara karşı tutum alarak işe başladı.
Birçok ülkede, malum, milliyetçilik, ırkçılık kol geziyor.
Biz de aşağı kalmıyoruz elbette.
Bu topraklarda Türk, Müslüman, Sünni değilsen vay gele başına.
Şu ya da bu azınlıktan olanın çekeceği var.
Bir de savaş ve izlenen yanlış Suriye politikası nedeniyle 3 milyon civarında Suriyeliye ev sahipliği yapıyoruz.
Aslında “ev sahipliği” de denmez pek.
Sadece kapıları açıp “haydi girin” dedik.
Bir kısmına iyi kötü yaşama şartları sağlamaya çalıştık.
Kimine göre toplamın sadece onda biri, 300 bin kadar Suriyeli kamplarda yaşıyor; ihtiyaçları bir ölçüde karşılanıyor.
Ötekiler her tarafa dağılmış durumda.
Türkiye’nin her kentinde, dahası neredeyse her kasabasında ve köyünde Suriyeli göçmene rastlamak mümkün.
Bunların ezici çoğunluğu yaşam derdinde.
Kimisi ucuz işçi, kimisi dilenci, kimisi sadece ayakta kalabilmek ve çocuklarına bakabilmek için ne olsa yapacak halde.
Trajedi yaşıyorlar.
Kolay mı, savaştan kaçmışlar!..
Başlarına yağan bombalardan kurtulmaya çalışmışlar.
Elbette içlerinde çeşit çeşit insan olabilir; ama bu, çoğunluğun savaş kurbanı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu insanları anlamaya çalışmak, empati kurabilmek gerek.
Ama biz, bize benzemeyeni sevmeyiz.
Onlar Müslüman ve Sünni olsalar da Türk değiller, değil mi?
Hem zaten “onlar yüzünden işsizlik artıyor”.
Ayrıca aralarında “hırsızlık ve başka suçlara karışanlar da var”.
Var, var olmasına, var da...
Sen kapılarını açtın.
Ve onlar da girdi.
Şimdi belki onları istemiyorsun, ancak...
Sevginin Gücü filminde küçük Mathilda’nın (Natalie Portman) Leon’a (Jean Reno) söylediği gibi:
“Ama kapıyı açtın...”
Kürt sorununu, Ermeni, Yahudi ve diğer azınlıkların problemlerini çözme doğrultusunda ciddi adım atamayan bir devlet ve toplum, kısa süre içinde 3 milyona ulaşan Suriyeli konuklara ne verebilir, ne önerebilir?
Zor...
Bir de çabucak, kolaylıkla sapabileceğimiz düşmanlık, ırkçılık, saldırganlık yolu var.
Bir ara İzmir’de küçük bir Suriyeli çocuk nasıl acımasızca dövülmüştü, hatırlarsınız.
Başka kavgalar ve linç girişimleri de olmuştu.
Ve maalesef daha çok olacak.
İşte böyle bir ortamda, ülkeye alternatif sunmakla görevli muhalefet partisinin yöneticilerinden biri, CHP’nin Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz ne diyor?
“Türk askerleri Suriye El Bab’da şehit olurken, Türkiye’de askere alınabilecek yaşta Suriyeliler, kafelerde, publarda Türk kızlarıyla geziyor.”
Ne güzel muhalefet, değil mi?
Suriye’ye müdahaleye mi karşı çıkıyor?
Orantısız insan kaybına mı üzülüyor?
Askerlerin ölüme gönderilmesini mi protesto ediyor?
Ne istiyor?
Ve neden Suriyeli delikanlıların Türk kızlarıyla gezmesine “takmış” durumda?
Suriyeli gençler Türk kızlarıyla gezemez mi?
Gezmezse sorun hallolur mu?
Gezenlere yönelik saldırılar artarsa, bunda böylesi söylemlerin de payı olmaz mı?
Bu da bir tür ayrımcılık, kışkırtıcılık, sorumsuzluk değil mi?
O Suriyelilerden birisi de çıkıp “Türk erkeklerinin Suriye’den gelen kadınlara neler yaptığını, onları nasıl satın aldığını, çaresizliklerinden yararlanarak ne şekilde kullandığını” sorsa ne diyeceksiniz?
Neden Türkiye’deki Suriyelilerin sorunlarının nasıl çözüleceği üzerine politika geliştirmiyorsunuz?
Nasıl iş bulurlar? Sosyal yaşama nasıl adapte olurlar? Nasıl eğitim görürler (anadillerinde, Arapça eğitim de dâhil)?
Bunlar yok.
“Kızlarımızla neden geziyorlar?”
“Gidip savaşsınlar.”
“Mehmetçik yerine onlar ölsün.”
İktidarın Suriye’de savaşa girmesine karşı muhalefetiniz bu mu?
“Dış Politikadan Sorumlu” olmanız, size bunları mı söyletiyor?
Ne oldu?
Yine mi yanlış anlaşıldınız?
Sözleriniz çarpıtılıyor mu?
Yoksa dedikleriniz “maksadını aştı” mı?
Bırakın bunları, Sayın Yılmaz!
İnsanların yaşam tarzına karışmayın!
Özel hayatlarına müdahale etmeye kalkmayın!
İktidara - kim kimle gezebilir, aynı bankta oturabilir, aynı evde yaşayabilir, trende aynı kompartımanda yolculuk edebilir vs. konularda – gösterilen tepkinin bir benzerini de siz hak ediyorsunuz.