17 Şubat 2012

Süper seçimler, süper demokrasiler

Geçen pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerinden yine bomba gibi bir sonuç çıktı

Geçen pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerinden yine bomba gibi bir sonuç çıktı: Yüzde 97.14. Ve öteki yedi başkan adayını silindir gibi ezen Türkmenistan lideri Gurbangulı Berdimuhammedov, yedi yıl daha koltukta kalmaya yasal hak kazandı.

 

Dünya tarihinde kimler böyle veya buna yakın “süper” sonuçlarla seçim zaferi kazandı, bugünlerde bazı gazeteler bunu yazdılar, kimi dergiler Orta Asya ülkelerinde “bunun hep yapıldığından” dem vurdular, şık listeler yayımlamayı seven Forbes, bu kez tarihte ezici zaferlerle “kimle geldi kimler geçti” diye hatırlatmalar yaptı.

\

Bu son liste güzel bir siyasi nostaljilere kapı araladı, ama eksiksiz ve tartışmasız olmaktan epeyce uzaktı.

 

Çok uzağa gitmeye ve sayfaları sararmış kitaplar karıştırmaya hacet var mı? Benim hayatımın bir bölümünde, 80’li yıllarda Sovyetler Birliği’nden seçim zamanları yükselen baskıcı bir tek kelime bugün bile kulaklarımda çınlar:

 

- Oybirliğiyle!..

 

Veya:

 

- Neredeyse oybirliğiyle!..

 

Yüzde 97, yüzde 98, yüzde 99, hatta yüzde 99.98, yüzde 99.99…

 

Sovyet halkının yöneticilerine duydukları “güven”le kullandıkları oyların sonucu böyle açıklanır, seçimler birer “ulusal bayram”a, yani siyasi şova dönüştürülürdü.

 

Leningrad Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’nin pislikten kırılan “kurilka”sı (sigara içme odası), kuşkulu ve meraklı tiplerle entel gevezelerin ürkek sohbetleriyle duman altı olurdu:

 

- Yüzde 99! Peki, kalan yüzde 1, devletin demokratik hoşgörü oranını mı yansıtıyor? Yoksa “Sovyet ve sosyalist düzen”e karşı olan rejim düşmanlarının taşıdığı tehlikenin oranını mı saptıyor?..

 

*      *      *

 

Brejnev döneminin renkli seçim balonları, 80’lerin sonuna doğru Gorbaçov’un attığı adımlarla sönüverdi. Seçimler kelimesi ile seçmek fiili arasındaki bağlantı keşfedildi. Sonrası siyasi rekabet ve mücadele dönemi olmaya başladı. Tabii bir anda ve her yerde aynı tempoda değil…

 

1991 sonrasında Rusya, Ukrayna, Moldova, Gürcistan gibi ülkelerde seçimler, şu ya da bu ölçüde demokratikleşmenin önemli izlerini taşırken, birçok Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyeti, eski Sovyet geleneklere sımsıkı bağlı kalmaya devam ediyordu. Ve ediyor. Türkmenistan’daki son seçimler bunun en belirgin kanıtı. Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Azerbaycan, Belarus gibi ülkelerde de seçimler sık sık “göstermelik” uygulamalar ve baskıcı yöntemlerle düzenlendiği doğrultusunda dile getirilen eleştirilerle geçiyor.

\

Tabii, bu iki ülke grubu arasındaki sınırlar çok kalın değil. Örneğin, demokratikleşmede birçok eski Sovyet cumhuriyetinden ileride sayılan Rusya’da seçimlerin özgür ve adaletli olmadığı yolundaki kitlesel tepkiler, 4 Aralık parlamento seçimlerinden sonra şaşırtıcı bir hızla güçlendi. 4 Mart başkanlık seçimlerinin en önemli gündem maddelerinden biri yine aynı: Seçimler ne kadar özgür ve demokratik ya da ne kadar göstermelik ve hileli geçecek?..  

 

*      *      *

 

Yüzde 99’luk veya “ona benzer” sonuçlarla kazanılan zaferler tarihini yad etmeye gelelim.

 

Elbette, “bu şeytanlık” sadece eski sosyalist ülkelerden kaynaklanmıyor. Mesela, 1984’te Kamerun’da Paul Biya yüzde 99.98’lik oyla seçilmişti. Aynı aday 1988 seçimlerini yüzde 98.75, 2011 seçimlerini de yüzde 77.99 oyla kazanmıştı. İlerleme gözle görülüyor galiba, ne dersiniz?

 

Türkmenistan’ın “efsanevi” lideri Safarmurad Niyazov (Türkmenbaşı) “süper seçimler” denilince mutlaka hatırlanması gereken liderlerdendir. 1992’de yüzde 99.5 oy alan Niyazov, 1999’da “ömür boyu devlet başkanı” ilan edilmişti. Halkın coşkun sevgi seli yeri göğü inletirken, seçimlerle uğraşmanın âlemi var mı?

 

Filipinler’de Ferdinand Marcos, 1981’de yüzde 88 oy almıştı.

 

Özbekistan Devlet Başkanı İslam Karimov’un 1991’deki seçim zaferinin oranı yüzde 86’ydı. Özbek lider, daha sonra üç seçimde daha “ezdi geçti”.

 

Fransa’da 2002’de Jacques Chirac’ın zafer oranı da yüzde 82.21’di.

 

2006’da İmamali Rahmon yüzde 79.3’lük oy oranıyla Tacikistan Devlet Başkanı olmuştu.

 

Polonya’da Lech Valesa 1990’da yüzde 74.25’le başa gelmişti.

 

Vladimir Putin’in Rusya Devlet Başkanlığı’na ikinci kez gelmesi, 2004 yılında yüzde 71.3’lük oy desteğiyle mümkün olmuştu.

 

Bu yıl Finlandiya’daki seçimleri Suali Niinistö’nun yüzde 62.6’lık oranla kazandığını da ekleyelim.

 

*      *      *

 

Bu ve başka “tarihi” seçim sonuçları üzerine lehte ve aleyhte birçok yazı yazılmış, yorum ve incelemeler yapılmıştır kuşkusuz.

 

Galiba, 21. Yüzyıl’da yüzde 100’e yakın veya ezici başarı sayılan oranlarla alınan seçim sonuçları, yalnızca seçim süreci üzerine güvensizlik doğurmakla kalmıyor; bazen seçimleri kazanan iktidar güçlerinin, “demokrasinin sandık kriteri”ni giderek azınlıklar ve muhalifler üzerinde baskıya dönüştürmesine de araç olabiliyor.

 

Onun için demokratik düzenlerde seçimlerin taşıdığı özel öneme saygı göstermekle birlikte, seçim sonuçlarını “Eh, epeyce oy aldım, artık istediğim her şeyi yapabilirim”  anlayışıyla baskıya dönüştürmek, sonuçta demokrasiyi tek bir güne ve tek bir işleme (seçimler) indirgeme tehlikesi taşıyor.

 

Demokrasi sınavı sadece dört, beş veya yedi yılda bir verilmiyor. Hayatta her gün gündeme geliyor. Ve iktidarları belirlemenin en uygun yöntemi olan oylama süreci, o tarihi andan bir süre sonra (bazen birkaç ay, bazen birkaç yıl) toplumun vicdanında bambaşka bir köşeye konulabiliyor.

 

Bu konuda, yüzde 92’lik halk desteğiyle onaylanan Evren Anayasası’nı hatırlamak yeterli olabilir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"