16 Mayıs 2014

Siz kimsiniz! Hangi hakla insanları döverek cezalandırırsınız!

Bir dakika!.. Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?

Bir dakika!..

Ne oluyor?

Nereye gidiyoruz?

Bu insanlık dışı, bu korkunç sahnelere alışmak zorunda mıyız?

Artık devlet yöneticileri her beğenmediği vatandaşa meydan dayağı atacak...

Yanlarındaki korkak ve yalaka tipler panik dolu şahsiyetsiz suratlarla ses çıkarmayacaklar...

Satılık ve tetikçi gazeteciler ya bunu görmezden gelecek ya da olağanüstü bir vicdansızlık sergileyerek savunmaya kalkacaklar...

Ve biz bu tür uygulamalara şaşırmaktan vazgeçeceğiz...

Öyle mi?..

Devlete değil, mafyaya ve sokak çetelerine ait olması gereken şiddet uygulamaları, ülkemizde "resmî üslubun gündelik olayları" haline gelecek...

Böylelikle Türkiye giderek bir "dayak ve falaka cumhuriyeti"ne dönüşecek...

Hastalık düzeyinde bozuk ruhsal sağlığınızı bu tür "stres atma yöntemleri" ile mi rahatlatacaksınız?

Vurdukça muma mı çevireceksiniz herkesi?

Bu mu istediğiniz?..

Yapmaya çalıştığınız bu mu?..

 

*  *   *

 

Polisler uzun süredir gaz kusuyor sokaklarımızda. Özellikle son bir yıldır.

İnsanları dövüyorlar, öldürüyorlar, gözlerini çıkarıyorlar.

İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya... Her yerde göstericiler dayak yiyor, tazyikli sularla ve biber gazlarıyla "ayak üstü resmî işkenceler"den geçiriliyor.

Ne yazık ki, buna alıştık artık...

Şimdi başka rezilliklerin perdesi açıldı.

 

*   *   *

 

Önceki gün iyi giyimli, gençten bir oğlan, yüzlerce insanını kaybeden Soma'da güvenlik güçleri tarafından zorla yere yatırılmış bir protestocuya kalleşçe saldırdı ve birkaç tekme attı.

Sıkı fotoğrafları var çocuğun; vole atar gibi vuruyor yerdeki "ikinci sınıf vatandaş"a.

Meğer Başbakan'ın yardımcılarından biriymiş, danışman mı müsteşar mı, her neyse işte...

Adı da Yusuf Yerkel'miş.

Önce ciddi bir ifadeyle "Sonra açıklama yapacağım" buyurdu ("Açıklama"ymış, ne kadar da "gelecek vaat eden" bir delikanlı değil mi?) Epeyce susup abilerine danıştıktan sonra dün "Beni provokasyona düşürdüler" gibisinden - içinde elbette özür kelimesi geçmeyen - arsız birkaç cümle kurdu.

Sosyal medyada en çok tepki gören "adam" ve konulardan biri şimdilerde bu.

"Gel, teke tek dövüşelim" diyen de var, istifasını talep eden de.

Yusufçuk hedefte...

 

*   *   *

 

Açık konuşalım mı?

Bu oğlanın kellesini istemek kolay; onun içindir ki, kalabalık bu konunun üzerine atladı.

Hatta Çalışma Bakanı, Enerji Bakanı ve benzeri sikletteki diğer görevlilerin kovulmasını istemek de nispeten zor değil.

(Gerçi Başbakan, 17 Aralık telaşıyla "Reza Zarrab fanatiği" bakanlarını feda ettiğine bile artık pişman ve cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde dünya yıkılsa geri adım atmamaya yeminli.)

Peki, ya Tayyip Erdoğan'ın istifası?..

 

*   *   *

 

Önce bağırmalarına ve tehditlerine, sonra yüzü-boynu kızararak azarlarına ve insanların üzerine yürümelerine alıştığımız asabi Başbakanımız artık farklı bir aşamaya geldi. Sinirini bozanlara karşı kas gücüyle mücadele etme arzusunda.

Bu arzusunu - tam olarak istediği lezzette olmasa da - kısmen gerçekleştirdi Soma'da.

Önce renk vermemeye çalıştı. Sokaklarda protesto edildiğinde ve güvenlik gereği bir markete sığınmak zorunda kaldığında, zorunlu kaçışını "efe adımlarıyla" icra etmekten geri kalmadı.

Arada sağa sola laf attı. Yanındaki koruma ordusu yokmuş gibi davranarak "Hadi, bir de benim yanımda yuh çekin bakayım!" diye dayılandı.

Ardından dayanamadı. Birilerine saldırmaya çalıştı. Kim gelirse artık o anda. "Kaçma, ne kaçıyorsun lan?" falan derken delikanlının birini dövdü. O dövünce korumalar da, her ihtimale karşı "iyice üzerinden geçtiler". (Çocuk öylesine korkmuş ki, dün Kanal D'de kendisini döven Başbakan'dan neredeyse özür dileyecekmiş gibi konuştu.)

 

*  *   *

 

Bu patlamaların nedeni ne?

Sanırım bizim tam olarak anlayamadığımız bir şeyler dönüyor ortada...

Galiba iki tane hayat var:

Biri, onların senaryosuna göre işleyen / işlemesi gereken hayat... ("Oyların çoğunu aldık" tezi üzerinden tüm iktidar çarklarını ele geçirme... Devlet aygıtından inşaat ihalelerine kadar bütün siyasi ve ekonomik mekanizmalara kumanda etme... Hem herkese sonuna kadar sözünü geçirme, hem de sınırsız nemalanma... Parlamentoda, yargıda, medyada, işçiler arasında, işadamları çevresinde ve kültür dünyasında asla çatlak ses çıkmamasını sağlama... Dünyaya kulaklarını tıkama... Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, parti başkanlığı v.s. koltuklara aynı anda oturma ve "tarihi olma" hissini güçlendirecek her türlü tabloda kafasını öne çıkarma...)

İkincisi de, bu senaryoya uymayan sıradan hayat... (Bütün farklı görüşlerden tutun da, hesapta olmayan her türlü gelişmeye kadar.)

Soma'daki korkunç felâket de bu "planlanmamış olaylar" arasındaydı. Ve bu "tatsızlık" bir an önce geride bırakılmalıydı.

Ölenler ölmüştü işte, yapacak bir şey yoktu. Ama ölünecekse ve ölenlere üzülünüp ağlanacaksa da, bunun sessiz sedasız olup bitmesi gerekiyordu.

Siyasi planları bozacak hiçbir şey olmamalıydı. Asla izin verilemezdi buna.

Alt tarafı "birkaç yüz yoksul adam" ölmüştü. Üstelik bunların kaderi zaten ölüm sınırındaydı. Olağan şeylerdi bu kazalar. Benzerleri geçen yüzyıllarda büyük devletlerde bile çıkmamış mıydı? Ailelerine biner lira aylık bağlanır, cenaze törenleri falan da düzenlenir kapanırdı bu "sıkıntılı sahneler".

Ve "asıl senaryo"ya dönülürdü.

 

*  *   *

 

Kolay olmuyor işte...

Yüzlerce madenci ölmüş.

Hem de kaderden falan değil, iş kazalarında dünya şampiyonu bir memlekette çalıştıklarından dolayı. İktidarlarla bazı işadamlarının daha çok para kazanılarak "kalkınılması" için yoksul insanların hayatlarının tehlikeye atılmasını doğal gördükleri bir ülkede yaşadıklarından dolayı.

Başbakan onca işini bir kenara bırakıyor ve lütfedip Soma'ya vakit ayırıyor. "Olay yeri incelemeleri" yapıyor. "Olağan şeyler bunlar" saptamasında bulunuyor. "Literaturda var" gibi cilalar da atıyor. "Hayırlısıyla cenazeleri kaldıralım da bitsin bu iş" temennisini dile getiriyor. "Ancak puslu havayı sevenlere, ölüm üzerinden siyaset yapanlara izin vermeyeceğiz" diye ekliyor.

Sokağa çıkınca protesto sesleri duyuyor. "Erdoğan istifa" demeye cüret edenler bile ortalarda dolaşıyor.

Oysa o sadece alkışlara layık. Ve "Türkiye seninle gurur duyuyor"lara...

Bir kez daha çileden çıkıyor.

Dev bir koruma ordusunun ortasında "cesur delikanlılık" yapıyor.

Ardından saldırıyor...

 

*   *   *

 

2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin en güçlü resmî yöneticisi, sokak kabadayısı gibi yumruklarını konuşturuyor.

Hoşuna gitmeyen kişileri anında pataklayarak cezalandırmaya başlıyor.

Günümüz dünyasında olağanüstü bir şeydir bu, biliyor musunuz? Benzersiz bir "yönetim uygulaması"dır!

Böyle giderse daha neler görürüz dersiniz?

Yarın daha neler olur?

Eleştirel laflar edenleri kırbaçlarlar mı?

Çekip vururlar mı yoksa?

Alışalım mı, diyorsunuz? Halimize şükredelim, öyle mi?

Haklısınız, İdi Amin muhaliflerini yiyordu.

 

@AksayHakan

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"