Muzaffer Sarısülük, oğlunun mezarına kıvrılıp yatmış...
Bu bir korku filmi değil, can yakan bir gerçek hayat hikâyesi...
Ama belki de bir korku filmi, aynı zamanda...
Muzaffer Bey, oğlu Ethem Sarısülük'ün ölümünü haberlerden okumuş. Uzun bir yolu yürüyerek kat etmiş; şehirleri, dağları geçmiş. Cenazeye son anda yetişmiş.
Mezarda nöbet tutmak isteyen gençleri oradan göndermiş. Ve “kıvrılıp yatmış” oğlunun yanına. Mezara yani. “Son kez yanında oldum” diye tamamlıyor hüzünlü cümlelerini.
Ağlamayı, ağıtlar yakmayı, tabutlara sarılmayı, bayraklara tutunmayı, dualara sığınmayı, kederli bakışlarla uzaklara dalarak ölen sevdiklerimizle vedalaşmayı başardık hepimiz...
Ama “mezarda kıvrılıp yatmak”...
Bu kelimeler akmayan gözyaşlarıyla düğüm düğüm tıkanıyor boğazımızda...
Bir korku filmi olmalı bütün bunlar... Bitmeyen bir kâbusun ortasında kaybettik yolumuzu...
Yarın yine bağırıp çağıracak Başbakan... Yine kışkırtacak halkı... Yine aşağılayacak on binlerce insanı ve henüz soğumayan birkaç cesedi... Yine savunacak resmî şiddeti, gaz bombalarını, mermileri...
“Yedirtmem”, diyecek yine, “yedirtmem ben polisimi!”
Bunu böyle demek zorunda. Çünkü kendisini “yedirtmemek” için polise güvenmek zorunda. Ve polislerin işlediği suçları görmezden gelerek onlarla birlikte kendini kurtarmak zorunda...
* * *
Her bir konuşmasında politikacıdan sanatçıya, iş adamından gazeteciye herkesle teker teker uğraşarak laf yetiştirmeye ve insanları tek sıra dizip azarlamaya, pataklamaya bayılan Başbakan için Muzaffer Bey ve oğlu Ethem çok kolay lokmalar...
Muzaffer Bey'i kolaylıkla “bir deli” olmakla suçlayabilir. Adam 20 yıldır uygarlıktan uzak, tek başına yaşıyor ve traş falan da olmuyor. Koca Başbakan'ın muhatabı olabilir mi hiç! Deli işte! Deli!..
Ethem desen... Bir kere, eylemde vurulmuş o! Yani olmaması gereken bir yerde, yapmaması gereken bir şey sırasında. Zaten solcuymuş! Başka eylemlerden de görüntüleri var. Rahatlıkla “vatan haini” de dersin ona, “bayrak yaktı” diye de yazdırırsın yandaş basınına, ilgisiz bir yerlerden fotoğraflar bulup “vaktiyle eline silah almış zaten” diye de saçarsın zehrini... Kolay yani! Çok kolay! “Terörist edebiyatı” güçlüdür bizde zaten. Ethem'i de o kılıfa uydurmak çok basit! Çocuk oyuncağı hatta!..
Ethem'in ailesine tehditler geliyormuş. Cinayetin tanıkları göz altına alınıyormuş. Yargıdan acayip demeçler geliyormuş. Ethem'i öldürdüğü belli olan polisi salıveren yargıç, “Vicdanım rahat!” diyormuş... “Vicdanı”... Vicdan!..
Yüksek mevkilerden anlaşılmaz açıklamalar yapılıyormuş. Mesela, Başbakan Yardımcısı Arınç, Ethem'i öldüren polise tam 37 taş isabet ettiğini saymış veya saydırmış. Onun için, eline gelen bir taş yüzünden yanlışlıkla adam öldürmüş olabileceğini ima ediyormuş. İyi de nasıl saydınız bu taşları siz? Biz o kadar aptal mıyız? Bu kadar mı aşağılıyorsunuz bir halkın zekâ düzeyini, kendi beyninizi bütün akılların zirvesine yerleştirerek?
Ethem'i fedâ etmeye karar verdiler bir kere. Ederler de. Zor değil. Birkaç manevra ve bir-iki açıklama yeter. Her zaman böyle olmaz mı zaten bu topraklarda?
Polis de doğru dürüst ceza almaz. Hatta ödül bile verilebilir kendisine. Burası Türkiye!
Cezasını vicdanından bulsun, falan gibi safça laflar da etmeyin lütfen! Vicdandan söz etmeyin! O dediğiniz kokusuz çiçekli cümlelerde rastladığımız bir yalan renktir bu memlekette! Gerçek hayatta karşılığı pek yoktur.
* * *
Ethem ölür gider. İstanbul'da gazlananlar, Antalya'da dayaktan geçirilenler, Ankara'da coplananlar, İzmir'de saçından sürüklenenler... Vurulanlar, dövülenler, sövülenler...
“Geç bunları, anam babam! Geç bunları bir kalemde! Bilirim ben yaptığımı...”
Daha epeyce sürecek bu kâbus. Yalanları yüksek tonda dinlemeye devam edeceğiz daha epeyce. Ezilip aşağılanmamızın sonu gelmeyecek yakın bir tarihte.
Çünkü kocaman ve kapkaranlık bir gölgenin altında kaldı hayatlarımız. Giderek zalimleşen bir karanlık bu!..
Ses duymuyor. Söz anlamıyor. Cana acımıyor.
Ona biat eden kalabalık da aynı karanlık büyünün etkisi altında. Onun koltuğunun altında bir yerlere “iliştirdiği” medyanın “uysal ve eğitimli kalemleri” de işini iyi yapıyor...
Ama bizim duyduğumuz, anladığımız, hissettiğimiz şeyler var.
Bizim için bir tek ölüm bile sizin iktidarınızdan daha önemlidir!
Ve “delirtilmiş” bir kederli babanın, hesabı kolay sorulmayacak bir cinayete kurban giden oğlunun mezarına kıvrılıp yatması yüreklerimizi dağlar bizim!
Öyle çok soylu, çok üstün, çok onurlu birileri olduğumuzdan falan değil!..
Sadece “insan” olduğumuzdan ve “vicdan” kelimesini sözlüğümüzden silmediğimizden dolayı...