AKP'nin 4. Kongresi’ne bazı televizyon ve gazetelerin temsilcilerini göndermesi mümkün olmadı.
Neden olmadı?
Çünkü onlara izin verilmedi.
Kim vermedi?
AKP? Kongre organizatörleri? İşgüzar parti görevlileri?
Hayır. Bizzat AKP lideri ve Başbakan Tayyip Erdoğan.
Bazı gazetecilerin akreditasyon işlemlerinin yapılmaması, AKP’nin kimi yöneticilerini bile rahatsız etti. Örneğin, Bülent Arınç, Cumhuriyet gazetesine getirilen engellemeye üzüldüğünü açıkça söyledi.
Ve dün akşam Erdoğan konuya “açıklık getirdi”:
“Bize sürekli olarak hakaret edenleri özel böyle bir günümüze davet etmek zorunda değilim” dedi.
Ve devam etti:
“Gayet netim. Burada herhangi bir savunma içerisinde değilim. Bize sürekli olarak hakaret eden, her türlü saygısızlığı sürekli olarak gösterenleri, ben de kendi özel böyle bir günümüze davet etmek zorunda değilim. Bundan dolayı da davet etmedik. Olay bu kadar basittir. Yani bu işi bu kadar seviyorlarsa zaten bunca televizyonlar yayınladılar. Oradan takip eder, gerekli değerlendirmeleri yine yaparlar. Yani sadece onların şeyi, Arena'ya girememişlerdir, olay budur.”
Bu açıklamayı nasıl anlayalım?
1. Kongreyi izlemelerine izin verilmeyen medya temsilcileri Başbakan’ın hoşuna gitmiyor. Erdoğan, onların kendisine sürekli hakaret ve saygısızlık ettiğini düşünüyor.
2. Erdoğan AKP Kongresi’nin kendilerinin “özel bir günü” olduğu sanıyor. Onun için, özel günlere kimin çağırılıp kimin çağırılmayacağına ev (gün) sahibinin karar vermesinin doğal olduğunu savunuyor.
3. Başbakan olayın çok fazla büyütülmemesi imasını da eksik etmiyor. Çünkü birçok televizyon kanalı zaten saatlerce kongreyi verdi. Erdoğan’a “hakaret edenler” bile her şeyi gördü. Dolayısıyla, sadece “Arena’ya giremedim” diye protestoyu sürdürmelerinde anlam yoktur
4. Başbakan’a göre “olay (bu kadar) basittir”. Yani bu durumda abartacak bir şey yoktur. Bazı gazetecilerin kongreye girememesinin nedeni, bilinçli ve soğukkanlı bir engellemedir ve böyle davrananlara (“hakaret edenlere”) karşı bu tür önlemler alınmasına alışılmalı, bundan gereken ders çıkarılmalıdır. Nokta.
Gerçekten de bu kadar “basit” mi her şey?
Bu tür uygulamalara alışmak zorunda mıyız?
Başbakan’ın ceza kestiği herkes “aklını başına devşirip uysallaşmak” zorunda mıdır?
Demokrasi ile yönetilmiyor muyduk?
Erdoğan’ın hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyip yazan gazeteciler, cezalandırılmalı mıdır?
Hani Washington Post’a “Şimdi ifade özgürlüğünün zirvede olduğu bir dönemden geçiyoruz” demiştiniz? Bu mu özgürlük? Nedir bu “zirve”nin yüksekliği? Başbakan’ı eleştirmek ne zamandır suç oldu?
“Hakaret” konusunun ayrı olduğunu herhalde hepimiz biliyoruz. Başbakan’ın kendisine “hakaret ettiği” gerekçesiyle dava ettiği birçok gazeteci var. Ama herkes değil. Kongreye girmesine izin verilmeyen herkes de değil. Demek ki, hakaret ile eleştirinin farkını aslında Erdoğan da biliyor. Ama böyle söylemek işine geliyor.
“Canım, Arena’ya giremediysen ne olmuş! Nasılsa televizyonlar her şeyi göstermedi mi!” Gösterdi de, bu durum birilerine sansür uygulandığı gerçeğini değiştirmedi.
“Sen benim kutsal vücuduma yaklaşamazsın; beni görürsen de ancak benim izin verdiğim kamera ve fotoğraf makinelerinin süzgecinden geçerek görebilirsin.” Öyle mi?
Gelelim - belki savunulan tezin çok sağlam olmamasının da etkisiyle - fazla düzgün olmayan bir Türkçe ile dile getirilen “kendi özel böyle bir günümüz” konusuna.
Ülkeyi 10 yıldır yöneten iktidar partisinin, devletin ve cumhuriyetin önümüzdeki on yıllarını biçimlendirme iddiasıyla düzenlediği parti kurultayı “özel bir gün” müdür?
Parti kongresi, kabul günü müdür, Allah aşkına? Eğer öyleyse elbette Ayşe Hanım’ın çağrılıp Fatma Hanım’ın çağrılmaması ev sahibesinin keyfine bağlıdır. Ama burada söz konusu olan, ülke hayatının önemli bir siyasi forumudur. Taşıdığı önem, ev sahiplerinin keyfiyetini aşmaktadır.
Hani “balkon konuşması” ve benzeri mesajların “kucaklayıcı içeriği”?
Hani kongrede dile getirilen “bu salonda 75 milyon var” iddiasıyla hedeflenen “herkesin partisi” olma tezi?
Hani “öteki yüzde 50”ye saygı?
Hani son zamanlarda giderek kutsallaşan “cumhurbaşkanlığı” mevkiinin içinde iyice büzülerek “başkan” kelimesinin gölgesi altında neredeyse kaybolup giden “cumhur”a gösterilmesi gereken saygı ve özen?