18 Mart 2012

Ölmeden önce ‘sahiden’ yaşamak…

Bazen ölümü değil, hayatı hatırlatan bir hastalıktır kanser. (Veya öteki ölümcül hastalıklar.)

Bazen ölümü değil, hayatı hatırlatan bir hastalıktır kanser. (Veya öteki ölümcül hastalıklar.)

Kanser olduğunu öğrenen hastanın hayata bakışı çok kısa sürede değişir. O ana kadar sürdürdüğü yaşam ve hep başa aldığı şeyler ile derinlerde bir yerde önemsediği değerler ve durmadan ertelediği amaçlar yer değiştirir.

Çoğu kez iş ortamı, patronuyla ve meslektaşlarıyla ilişkileri, yaşadığı gerginlikler, giriştiği kavgalar, duyduğu hırs, kıskançlık ve kin, her şey ama her şey bir anda anlamsız gelir.

Yıllardır özel hayatını işgal eden sahte ve kof bağlar, yalancı sorumluluklar, ciddi bir gerekçeye dayanmayan tembel sabırlar, hepsi aniden gereksiz ve ağır birer yüke dönüşür.

\

Az kalmıştır artık. Numara yapacak, başkalarının dayattığı rolleri oynayacak zaman yoktur.

Yıllardır ertelenen istekler hatırlanır.

Mesela, çocuklukta büyük bir sporcu olmaktır hayal. Sonra sanatın bir dalıyla uğraşmak, en azından kendince bir müzik enstrümanı çalmaktır. Dünyayı gezmek, başka hayatlara merhaba demektir bir kıyısından.

Ölümün yaklaştığı haberiyle birlikte bir sorgulama süreci başlar.

Bu zamana kadar nasıl yaşadım? Neleri doğru yaptım, neleri yanlış? Neler gerçekten önemli? Neler gerçekten anlamlı? Ve neler gerçekten “gerçek”?..

Hayat gözden geçirilir ve yeni baştan yaşanmaya, daha doğrusu farklı bir yaklaşımla finale gidilmeye çalışılır.

(Elbette kanser olduğunu öğrenince karamsarlığa teslim olan veya saldırgan seçeneklere yönelenler de vardır. Ama onlar değildir bu yazının konusu.)

Ve ölümcül hasta, kalan kısa sürede istediği, en çok önemsediği, kendine en çok yakıştırdığı şeyleri yapmaya başlar.

Sevmesini, cesur olmasını, affederek ya da özür dileyerek barışmasını, ertelemeden denemesini, huzuru için mücadele etmesini ve özgür olmasını öğrenmeye gayret eder.

Kalan kısa sürede mutlu olmaya çalışır.

İşin ilginci, bu tür hastaların bir kısmında gerçek bir mucize görülür. Ve iyileşmeye, ölümcül hastalığı adım adım geriletmeye başlarlar. Çünkü “yeni hayat” yalnızca morallerini değil, sağlıklarını da düzeltmiştir. Vücutları, organları, hücreleri bambaşka tepkiler vermiştir bu derin değişikliğe.

Öyleyse nedir mesele? Yanlış hayatlar veya Steven Pressfield’in deyişiyle “Yaşayamadığımız hayatlar, bizden kanser şeklinde mi öç almaktadır acaba? Eğer öyleyse, bu hayatları yaşanır hâle getirerek kendi kendimizi iyileştirebilmemiz mümkün müdür?”

 

*      *      *

 

Robin Sharma'nın ünlü kitabında “Ferrari’sini satan” başarılı ve karizmatik avukat Julian Mantle, geçirdiği kalp krizinden sonra Hindistan’da ne aramış ve ne bulmuştur? Himalayalar’da yaşayan Sivana bilgelerinden neler öğrenmiştir?

“Mutluluğun sırrı basittir: Gerçekten yapmayı sevdiğiniz şeyi bulun ve sonra bütün enerjinizi onu gerçekleştirmek için harcayın.” cümlesinin anlamı nedir? 

 

*      *      *

 

Birkaç aylık ömrü kaldığını öğrendikten kısa süre sonra verdiği “son ders” ile internette büyük bir üne kavuşan Amerikalı profesör Randy Pausch, “Hayatınızı doğru yaşarsanız hayalleriniz sizi bulur, doğru yaşarsanız hayalleriniz sizin olur.” derken neyi kastetmiştir?

(Son dersin videosunu izlemenizi öneririm.)

 

 

*      *      *

 

Beş ay kadar önce ölen Steve Jobs'un 2005 yılında Stanford Üniversitesi'nde yaptığı “Aşk, iş ve ölüm” üzerine o ünlü konuşmasındaki “üçüncü hikâyesi”ni hatırlıyor musunuz?

“17 yaşında bir özdeyiş okudum. Şöyleydi: 'Her gününüzü son gününüz gibi yaşarsanız, sonunda bir gün haklı çıkarsınız.' Belleğime kazındı bu söz ve aradan geçen 33 yılda her sabah aynaya bakarken kendi kendime hep aynı şeyi sordum: 'Bugün hayatımın son günü olsaydı, az önce yaptığımdan farklı bir şey yapmak ister miydim?' Birazdan ölebileceğimi hep aklımda tutmam, bana önemli kararlar almamda yardım eden en büyük keşfim oldu. Çünkü hemen her şey, dışarıdan beklediklerimiz, kibirlerimiz, gururlarımız, başarısızlık korkularımız ölümün karşısında silinip gidiyor ve geriye öz kalıyor. Bir gün ölümün geleceğini hatırlamak, kaybedecek bir şeyleriniz olduğu korkusunun tuzağına düşmemenin en iyi yoludur. Zaten çıplağız. Kalbinin sesini dinlememek için hiçbir neden yoktur. 

Yaklaşık bir yıl önce kansere yakalandığım anlaşıldı. Doktorlar büyük olasılıkla bunun tedavisi olmayan bir kanser olduğunu, en fazla 6 ay ömrüm kaldığını söylediler. Doktorum eve gidip işlerimi çekidüzene koymamı tavsiye etti. Bu, 'Ölüme hazırlan' demek oluyordu. 

Bu deneyden sonra, ölümün benim için sadece entelektüel bir kavram olduğunu anladım: Kimse ölmeyi istemiyor. Cennete gitmek isteyenler bile, oraya ulaşmanın biricik yolu olan ölümü arzulamıyorlar. 

Oysa ölüm hepimizin ortak yazgısı. Hiç kimse ondan kaçamadı. Ve böylesi çok iyi; çünkü ölüm muhtemelen hayatın en iyi keşfi. Hayatı yenilemenin etkeni. Bizi eskiyenden kurtarıp, yenisine yer açıyor.

Zamanınız sınırlı, sizin olmayan bir hayat sürerek onu boşa tüketmeyin. Başkasının fikrine boyun eğerek yaşamaya zorlayan dogmaların tutsağı olmayın. Dış dünyanın uğultularının içinizdeki sesi bastırmasına izin vermeyin. Kalbinizin ve içgüdülerinizin sesini dinleyecek cesarete sahip olun. Onlar; kalbiniz ve içgüdüleriniz sizin gerçekten ne olmak istediğinizi biliyorlar. Gerisi boş.” 

 

*      *      *

 

Dünyanın en önemli film yönetmenlerinden biri olan Akira Kurosawa’nın 1990’da, 80 yaşındayken çektiği “Düşler” filmini belki çoğunuz bilirsiniz. Son düşteki cenaze sahnesinde insanlar, şarkılar ve danslarla düzenlenen kutlamayla mezarlarına uğurlanırlar. Orada yalnızca doğru bir hayat amacı değil, aynı zamanda “ölüm bilinci” konusu da ele alınır. (Merak edenler, en azından filmin bir bölümünü izleyebilir.

\Peki, ya Kurosawa’nın daha 1952’de yaptığı “İkiru” (Yaşamak) filmini bilir misiniz?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Tokyo’da yaşayan ve 30 yıldır aynı işleri yapan bir devlet memuru olan Kanji Watanabe, mide kanserine yakalandığını öğrenince hayatını sorgular. “Aslında onun bir cesetten farkı yoktur, öleli de 20 yıldan fazla olmuştur.” Korkar; ama ölmekten ziyade, hayatını hiç yaşamamış olmaktan korkar. Bankadaki bütün parasını çeker. Meyhaneleri, kumarhaneleri, genelevleri dolaşır, fahişelerle söyleşir. Bir gece kulübünde – ömrünün son dakikalarında da mırıldanacağı - “Hayat kısa, âşık olun bâkireler” adlı şarkıyı söyler.

Bir süre sonra işine döner. Ama daha önceleri iş yapmaktan çok yıllarca “iş yapıyor rolünü oynayan” adam, bu kez insanlar yararına faaliyetler gerçekleştirmeye başlamıştır. Ölmeden önce hayatına anlam katma mücadelesine girişmiştir.

Watanabe, hep aynı soruya cevap aramaktadır: “Altı ay ömrünüzün kaldığını öğrenseydiniz, ne yapardınız?..”

Şimdi ben bu soruyu siz okurlara yöneltsem, ne cevap verirdiniz acaba?

Gününü gün etmek, bütün paranızı keyfinizce harcamak, gezmek, sevmek, istemediğiniz her şeyden kaçmak, uzaklaşmak, yeni şeyler öğrenmeye girişmek… Başka?.. Başka neler söylerdiniz?..

Ve acaba içinizden kaçı “Bugün nasıl bir hayat yaşıyorsam, kalan son altı ayda da aynı şeyleri yaparım” derdi?..

 

Yazarın Diğer Yazıları

33 yıl sonra: Kimleeer kimlerle beraber?

BDT, AEB, KGAÖ, ŞİÖ, BRICS, KEİ ve TDT üyeleri ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin yeri üzerine

Beni başkan yaptıracaksınız, beni başkan yaptıracaksınız, beni başkan yaptıracaksınız!

Erdoğan ve Bahçeli’nin “yepyeni Kürt açılımı” hakkında kısacık bir yazı

Burada savaş yok, yani yok gibi, yani var ama…

Rusların savaştan etkilenmediğini savunanlar da var, tersini düşünenler de

"
"