Bu memleketin insanları ortalama ne kadar okuyor, ne düzeyde eğitim görüyor, işinde ve günlük hayatında ne ölçüde fikir üretimi gerçekleştirebiliyor, bilemiyorum...
Ama eleştiri yapmakta son derece aktif ve bereketliler.
Herkes her konuda keskin eleştiriler getirebilecek kapasitede.
Türkiye vatandaşları açısından bu yetenek bir tür “Allah'ın lütfu” sanırım.
Özellikle benim arkadaşlarım ve tanıdıklarım arasında bu beceri tavan yapıyor.
Onunla da kalmıyor; alay, yergi, karikatürize etme sanatı vs. derken eleştirinin yöneltildiği “sübje”yi yerle yeksan ediyor.
Son haftalarda “o sübje” ben oluyorum; konuya girmekte zorlanmam ve lafı uzatarak sizi en baştan yanıma alma telaşım ondan.
***
Neymiş efendim, bu yaşta bu işe neden girmişim?
Televizyona çıkacağım da boyum mu uzayacakmış, saçlarım mı gürleşecekmiş?
“Bu saatten sonra” sanki “yıldız” mı olacak mışım?
Hem zaten gerçek TV yıldızları benim yaşımda seyircilerine veda edip huzur içinde emeklilik hayatına geçiyormuş.
Bense yaşıma başıma bakmadan, “hem de bu şartlarda” (?) televizyon ekranlarında ortaya çıkma densizliğinde bulunmuşum!..
***
Evet, sanık benim.
30 yıllık gazetecilik geçmişim falan diye böbürlenip aslında hiçbir deneyim sahibi olmadığım program yapımcılığı ve – üstelik bir de – sunuculuğu işini üstlendim.
Cezam neyse çekmeye hazırım, sevgili yargıçlarım....
Ama idamımdan önce son sözüm şudur:
İnsan hayatta istediği, becerebileceğini düşündüğü/sandığı alanlarda deneme yapabilmeli.
Beceremezse bile, “denememişlik” sızısı yerine deneyip de “başaramamışlık” duygusu daha tercih edilir bir hezimettir bence.
Öyle insanlar var ki, kendi meslekleri dışında onlarca iş daha yapabiliyorlar.
Ayrıca “doğal olarak” siyaset, spor, silah, araba ve cinsel meseleler konusunda uzman olabiliyorlar.
Bütün bunların yanı sıra, mesela, mükemmel yemek yapabiliyorlar.
Ne bileyim, kırılan musluğu değiştirebiliyor veya kapının mandalını onarabiliyorlar.
Benim hayatta becerebileceğim şeyleri toplasan dördü beşi geçmez.
Onların da çoğu gazetecilikle ve yazmakla ilgilidir.
Bu kadar “dar alanda” kalıp çok fazla şansa sahip olmayan birisi olarak televizyonculuğu denemek benim “anayasal hakkım” diye düşündüm. Affedin!..
***
Habercilikten köşe yazarlığına, internet sitesi yöneticiliğinden dergiciliğe ve radyoculuğa kadar, gazetecilik binasının birçok koridorunda pabuç eskittim.
En uzun süren işlerimden biri de, Moskova'dan Türk televizyonlarına muhabirlik yapmaktı.
İnternet güzel iş tabii; çağdaş, hızlı, keyifli, öteki gazetecilik türlerine göre daha sınırsız, uçsuz bucaksız.
Ancak Türkiye'de “medya” deyince en etkili mecra, tartışmasız televizyon.
İnsanlarımız “o kutu”da ne gösterilirse büyük ölçüde ona göre bilgi ve yorum sahibi oluyor.
Üstelik dünyanın en çok televizyon izleyen halkları arasında ön sıralardayız. Kimine göre günde ortalama 4, kimine göre 5 saatlik “televizyona bakma” (!) alışkanlığımız var.
Televizyonun cazibesi, siyasi iktidarların ona gösterdiği aşırı düşkünlük ve tutkudan da belli değil mi?..
***
Rusya...
Her Allah'ın günü onunla yatıp kalkıyoruz: Siyasette Rusya, ticarette Rusya, turizmde Rusya, insani ilişkilerde Rusya...
Eh, herhalde Türkiye gibi bir “büyük ülke”de yüzlerce, binlerce Rusya uzmanı olmalı, değil mi ama?
Ne gezer!..
Şimdi Rusya konulu televizyon programlarına çağırmak için konuk listesi yaparken nasıl zorlandığımı bir bilseniz...
Bu ülkenin uzmana pek ihtiyacı yok galiba.
Sezgisi ve inancı var ya, o yeter!
Bunların gazı yeter; bu sayede hiçbir yerde “bizim haberimiz olmadan sinek bile uçamaz”.
Her gün saatlerce Rus kaynaklarını okur ve izlerken neredeyse yüzlerce araştırma kuruluşunun ve binlerce uzmanın adına rastlıyorum.
Orada Türkiye üzerine konuşabilecek birkaç yüz kişi çıkar.
Bizde ise...
Evet, haklısınız, gerekirse herkes “dibine kadar” konuşur. :)
***
Tele1 adlı yeni televizyon kanalında üç haftadır yaptığım haftalık programın adı Dünyanın Öteki Yüzü.
(Merak edenler ve kıyasıya eleştirmek isteyenler için program arşivleri şurada)
Rusya, eski Sovyet coğrafyası, Şanghay Örgütü'ne kadar uzanan “Doğu tarafları” ve elbette bölgemiz Ortadoğu dikkatimizin merkezinde.
Dış politika genellikle sıkıcı olduğundan dolayı, araya renkli bölümler koymaya çalışıyoruz.
Küçük ve yeni kanalın oldukça mütevazı imkânları bir yanda, bizim nitel ve nicel yetersizliklerimiz, acemiliklerimiz bir başka yanda...
Ama sonuçta bir şeyler ortaya çıkıyor.
Denemeye devam! Kanal yaşadıkça, program sürdükçe devam!..
***
“Yahu neden bu kanalı seçtin?”
Ne diyeyim size?
“Şöyle diyeyim” (kendi cevabına/konuşmasına önceden bu tür yapay bir “anons” ekleyenlere bayılıyorum):
“CNN International'den, CBS'den, CNBC'den, BBC'den gelen teklifleri uzun uzun inceledim ve bana en yüksek ücreti öneren Tele1'i seçtim!..”
Tamam mı?
Bu konularda gerekli gereksiz “dostça tavsiyeler” verenlerden nostaljik uyarılar yapanlara kadar herkesin, ülkenin ve gazeteciliğin somut durumuna bakmasını, sıkıntılarımızı en azından biraz olsun hissetmesini çok isterdim:
Binlerce gazeteci işsiz. Çalışanların önemli bölümü parasız veya çok düşük ücretlerle görev yapıyor. Bir gazetecilik projesini hayata geçirmek, günümüz Türkiye'sinde neredeyse imkânsızlık sınırında büyük zorluklarla çevrili.
Onun için ezbere konuşmamaya çalışalım!
Lütfen!..
***
“Peki, kardeşim şimdi sen ‘şucu’ veya ‘bucu’ mu oldun?”
Cevabım net: Bir şeyci değilim ve olmadım. Ben gazeteciyim.
Veya “şöyle diyeyim”:
Ben GAZETECİLİK yapmaya çalışıyorum.
Hakkıyla gazetecilik yapabildiğim koşullar ve süre içinde her yerde çalışırım.
Bugün artık birçok medya kurumunda "konuk" olma ihtimalim bile yok. Varsın olmasın. Yazılarımla T24'te, programlarımla Tele1'de varım ya...
Geçmişte Güneş'ten Cumhuriyet'e, Akşam'dan Birgün'e kadar siyasi yelpazenin çok değişik alanlarında yer alan gazetelerde ve kanallarda çalıştım.
Birincisi, oralarda yazdıklarımdan, söylediklerimden dolayı bugün utandığım hiçbir şey yok.
İkincisi, çalıştığım hiçbir yerde “bir ekibin” veya “siyasi çizginin” adamı olmadım; deyiş yerindeyse “yalnızdım”. Ve bundan şikâyetçi de değil(d)im.
Çünkü bence gazeteci bağımsızdır.
Bana geçmişte ve bugün hep siyasi açılardan eleştiri getirenler için tekrar vurgulayayım:
Ben gazeteciyim.
Bağımsızım.
Sizin ve hiç kimsenin ekibinden değilim.
Ve doğrusu, beni “kendinizden sayacak” kadar sevmemenizi tercih ederim. Çünkü o kadar çok sevgi, kısa sürede ciddi tahribat getiriyor bu ülkede.
***
İşte “TV yıldızı olma” kararımın nedenleri ve ilk haftalardaki duygularım böyle.
Yazıyı kişisel bir konuya ayırarak bu köşeyi “özelleştirdiğimi” düşünenlerden af ve hoşgörü dilerim.
Sadece konuyu sizlerle paylaşayım, biraz dertleşeyim dedim.
Ha, “hikâyenin sonunda” - ani bir başka senaryo ortaya çıkmazsa - yapacağım şey şimdiden belli, onu da hemen söyleyeyim:
Emekli olacağım.
Ve huzur içinde yaşayacağım.
Yani inşallah...
Ama şimdi, biraz daha “aktif huzursuzluk” iyi gelecek gibi.
Hepinize huzurlu pazarlar...