Vallahi zor bir iş olmalı.
Bir o yana dön, bir şeyler konuş...
Bir bu yana dön, tersini söyle...
Üstelik öyle oturduğun yerden de yapmıyorsun bunu.
Zırt pırt yollara düşüyorsun.
Bir Paris'tesin, bir Ankara'da, sonra ver elini Brüksel, ardından yine memleket havaları...
Neyse ki "Reis" bu işlere alışık birini koltuğa oturttu; malum, "hariciye" meseleleriyle iştigal ediyordu şimdiki Başvekilimiz.
Ama yine de kolay değil, Allah için...
* * *
Bir grup "haddini bilmez karikatürist" öldürüldü.
Ne vardı ki bunda, her gün dünyada bir sürü insan öldürülüyordu.
Ama "iki yüzlü Batı" pek bir hislendi nedense, pek bir abarttı bu ölümleri.
Ve bütün "uygar" ülkelerden birçok liderin Paris'teki protesto mitinginde milyonların önünde yürüyeceği ortaya çıkınca bizimkilerin biraz canı sıkıldı.
Yani şimdi "uygarlık noktasında" onlardan aşağı kalır yanımız yok tabii de...
Gitmesen dedikodu yaparlar arkandan...
Bir de araya IŞİD'li teröristleri falan desteklediğin söylentisini katarlar...
Sonra ayıkla pirincin taşını!
Mecburen Paris'e gidip o soğuklarda ve kalabalıkta yürümek icap etti.
Üstelik yanında bir sürü iri kıyım adam...
"Reis" gitseydi daha iyiydi, ama o "Benim seyivemde değil, sen git" dedi bir kere.
Şimdi yürü yürü bitmez!
Ne var sanki, yürüyünce geri mi gelecek ölenler!..
* * *
Hah, kameralar, fotoğraf makineleri çoğaldı!
Canını dişine takma zamanı!
Başvekilimiz ikinci sıradan omuz ve dirsek hareketleriyle ön tarafa geçip "dünya lideri olma" amacına ulaştı.
O arada itekleyerek aralarına yerleştiği iki kişiden, sağındaki uzun boylu adam (İtalya Başbakanı) bana mısın demedi (gerçi sonradan "Gazetecileri hapse atan Türkiye liderinin burada olması sırıtıyor" diyerek acısını çıkarmış), ama solundaki hanımefendi (İsviçre Konfederasyonu'nun çiçeği burnunda Başkanı) biraz rahatsız oldu; bizimkinin telaşla çarptığı çantasını kendine doğru çekerek garantiye aldı; belli mi olur, bu tür kalabalıklarda her şeye rastlanıyor.
Ve Başvekilimiz ön sırada keyifle - pardon, ölüler var, keyif olmaz - sorumluluk duygusuyla yürüyerek görevini yerine getirdi.
"Uygar dünya" ile birlikte "Biz de teröre karşı, özgürlüklerden yanayız" diye haykırmış oldu.
Ertesi gün Berlin'deki basın toplantısında, densizin biri "Türkiye, IŞİD'e karşı daha sıkı önlem almayı düşünmüyor mu?" diye sorunca Başvekil'in sinirleri boşaldı. Gergin bir ses tonuyla dün yürüyerek verdiği mesajı durarak tekrarlamaya çalıştı. Ama Batılılar'ın hâlâ ülkesine tepeden bakıp radikal İslamcılarla mücadele dersi vermeye kalkışmasına içerledi.
* * *
Niye böyleydi bu Batı?..
Üstelik Fransa Devlet Başkanı, ev sahibi olarak oraya gelen bütün liderleri öpmüş, herkesle sarmaş dolaş olmuşken kendisine soğuk bir selam vermiş ve tokalaşmakla yetinmişti.
Gücüne gitmişti doğrusu.
İnsan bir öperdi...
O kadar yoldan gelmişti...
Üstelik münasebetsiz Türk gazeteciler bu olayı görüntülemiş, sonra üstüne gitmişlerdi:
- Herkesi öpen Fransız lider, bizimkini niye öpmedi?
Oysa sorunun cevabını "Reis" büyük bir öngörüyle daha 27 Kasım 2014'te yaptığı bir konuşmada vermişti:
- Batılılar, inanın, bizi sevmiyorlar!
* * *
Başvekil memlekete döner dönmez değişti. (Acaba daha uçağa binince mi oluyor bu değişim, yoksa memleketin hava sahasına girince mi?)
Charlie Hedbo'dan seçki yapan Cumhuriyet Gazetesi'ne çattı ve "Neredeyse gelin bize saldırın diyorlar" gibi garip bir söylemle onu hedef tahtasına koydu.
Sonra Brüksel'e gitti. Orada tekrar başa sararak "basın ve ifade özgürlüklerini" ölümüne savundu.
Ardından döndü. "Cumhuriyet'le ilgili gereği yapıldı. Bizim ülkemizde (dikkat edin, "bizim", "sizin" değil!) Hz. Peygamber'e laf edilmez, ettirmeyiz" gibi bir şeyler söyledi.
Bilmiyorum, ben bu satırları yazarken ya da siz okurken Başvekilimiz nerede olacak ve hangi fikirleri savunacak.
Vallahi zor bir iş olmalı.
Bir bu yana gel, bir şeyler konuş...
Bir o yana git, tersini söyle...
Üstelik gittiğin yerdekiler sevmiyorlar da seni!
Öpmüyorlar bile!..
@AksayHakan