Bir grup vahşi erkek, yediği dayaklardan ve gördüğü işkencelerden sonra zaten ayakta durmakta zorluk çeken 22 yaşındaki kızı toprağa oturttu.
Kız çarşaflıydı ve sırtı dönüktü.
Dönüp bir baksaydı veya çarşafını aralasaydı, muhtemelen o vahşi erkeklerin bütün senaryosu bozulacaktı.
Ama dönmedi Necibe, bakmadı, hiçbir hareket yapmadı.
Sadece bekledi.
Bütün vahşet ve keyfiyetini savaşın ve dinin kuralları gerisine saklamaya alışık sahte komutanlardan biri, dua ettikten sonra, önünde dikilip köle gözlerle kendisine bakan esmer gence bir işaret yaptı.
Köle, kıza doğru birkaç adım attı. Durdu. Sonra büyük bir güvensizlikle birkaç adım daha atarak isabet şansını yüzde yüze çıkarmaya çalıştı.
Tüfeğin ilk kurşunu bu sahnede sanki hiçbir şeyi değiştirmedi. Sonra alelacele başka kurşunlar yağmaya başladı.
Ölümü beklerken geriye dönmeyen kız, yediği kurşunların gittiği yere doğru değil, inadına geriye, cellâtlarına doğru yıkıldı.
O sırada köle bakışlı esmer genç, iradesi dışında birkaç adım geriye sıçradı.
Sonra kendini toparlayıp kalan kurşunlarını da kızın üzerine boşalttı.
Toplam dokuz kurşun girdi genç kızın bedenine.
İnfaz sırasında açık tribün gibi kullandıkları bir tepede oturan 100-150 kişiden bir bölümü, büyük bir heyecanla izledikleri bu görüntülerden sonra bağrıştı. Aralarında gülenler ve gözleri parlayanlar da vardı. Uzun süre anlatacakları bir anıları olmuştu, ne güzel!..
Nefret ettikleri Batı’nın teknolojisi sayesinde bazıları bu unutulmaz anıyı cep telefonuna kaydetti.
Seyirciler “Allah-ü ekber!” çığlıklarıyla dağılırken, sözde komutan ve onun korkak celladı yere sağlam bastıkları izlenimini veren adımlarla sallana sallana bir yerlere gittiler.
Necibe orada 22 yaşında ve nefessiz kalakaldı.
* * *
Cep telefonlarından birinden CNN’e iletilen, oradan da çeşitli internet sitelerine yayılan korkunç görüntüleri birkaç kez izledim.
Nefret, tiksinti, kızgınlık, kınama, üzgünlük ve başka duygular… Hepsine yer vardı burada…
Ama bende en çok ileri çıkan duygu meraktı.
Necibe’nin yüzünü merak ediyordum.
Göremedim.
Ve bilgimin önüne set çekildiğinde hep yaptığım gibi, gerisini kendi hayalimle tamamladım.
Necibe’ye bir yüz buldum.
Kimdi bu yüzün sahibi, biliyor musunuz?
Burada fotoğrafını gördüğünüz Şarbat Gula’ydı.
Hatırlıyor musunuz? Daha Afgan-Sovyet savaşında öksüz kalan, Pakistan’daki bir mülteci kampında Steve McCurry tarafından çekilen dünyanın en ünlü fotoğraflarından biriyle, 1985 Haziranı’nda “Afghan Girl” başlıklı National Geographic dergisinin kapağından yeşil, iri, ürkek, güvensiz ve korku dolu gözleriyle bütün dünyayı büyüleyen “Afgan kızı”nı?
Necibe’ye o güzel yüzü yakıştırdım.
Gerçi Gula’nın kaderi farklı oldu. 2002 başlarında yine aynı derginin muhabirleri tarafından bulunan “Afgan kızı”nın evlenip üç çocuk doğurduğunu ve geri döndüğü ülkesinin uzak bir köşesinde görece sakin bir hayat yaşadığını öğrenmiştik.
* * *
Necibe’nin bizim göremediğimiz güzel yüzü, Taliban’ın iki savaşçısını kendine hayran bırakmıştı. Bilmiyorum, o, bunlardan birini veya bir başka erkeği seviyor muydu… Ya da bunlardan biriyle evli veya sözlü müydü…
Ama bir kadın yüzünden iki erkeğin, iki değerli savaşçının karşı karşıya gelmesi ve düzenin bozulması, komutanlarının hoşuna gitmedi. Şeriat kurallarından bir şeylere uydurarak (medyada genelde “zina” diye geçti), kendilerince “sorun yaratan” faktörü, yani kızı ortadan kaldırmayı seçtiler.
Bu kanlı ve utanılası olay, uğrunda birçok devletin on yıllardır savaştığı Afganistan’ın başkentine topu topu 100 km mesafedeki Parvan’da gerçekleşti.
Ülkesinin bir bölümü Taliban ve çeşitli kabileler, öteki bölümü ABD ve NATO müttefikleri tarafından ele geçirilmiş olan Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai sıkı bir kınama açıklaması yaptı. Hemen ardından gözlüklerini takarak aynı günlerde Afganistan’a verileceği açıklanan 16 milyar dolarlık mali yardımla ilgili hesaplarına döndü.
300 binlik yerel ordu ve polis birliklerinin yanı sıra, 130 bini aşkın askerle ülkeyi işgal etmiş olan ve iki yıl sonra resmî törenlerle buralardan sıvışmaya hazırlanan NATO ve ABD komutanları da aynı derecede başarılı açıklamalar yaptılar.
Gazeteci bozuntuları “Afganistan’da aşk üçgeni” türü başlıklarla kalemlerini konuşturmaya giriştiler.
Haince sırtından vurulmuş olan Necibe, orada 22 yaşında ve nefessiz kalakaldı.
* * *
Kimdi bu Necibe?..
Acaba çocukluk ve gençlik yılında, kadınları hiçe sayan inançlar uğruna gözünü bile kırpmadan hayatını feda edeceğine ilişkin yemin etmiş miydi?
Ya da ne bileyim, Afganistan’ın dünyanın en büyük, en güzel, en değerli ülkesi olduğuna inanıp “Ne mutlu Peştun’um diyene!” türünden bir şeyler haykırmış mıydı?
Acaba sevmiş miydi?
“Zina” gibi “dinin izin vermediği cinsellik” kavramıyla mahkûm edilen bu kız, gerçekte cinselliği tatmış mıydı?
Yüzü güzel miydi acaba? Gula’nın gençliğine benzer miydi?