25 Ekim 2013

Nâzım Hikmet'in bilinmeyen bir şiiri, ilk kez T24'te

Nâzım Hikmet'in ölümünden 50 yıl sonra, biri "kayıp", diğeri "unutulmuş" iki şiirine kavuşuyoruz bugün...

\

Söz önemli.

Biliyorum, yorgun kulaklarımıza tutunamayacak kadar uçarı bir rüzgârı var bu kısa cümlenin.

Onca "boş laf" edilen bir memlekette buna inanmak zor.

Ama...

Söz önemli.

Özellikle de önemli sözler söyleyen bir yürekten ve beyinden çıktıysa.

Hele bir de şairse söyleyen, bu toprakların yetiştirdiği şairlerin en büyüklerinden biriyse hele.

Uzun sözün kısası:

Nâzım Hikmet'in on yıllar önce yazdığı "yeni" sözlerle tanışmanızı öneriyorum.

Eski... Ama "yeni"...

Çünkü Nâzım'ın kayıp bir Türkçe şiirinden geriye sadece Rusça çevirisi kalmış. O çeviri üzerinden yeniden Türkçeleştirilmiş bir şiir.

Hiç olmazsa böyle de olsa, büyük şairin bilinmeyen bir şiirine ulaşmamız mümkün olmuş.

Yazının sonunda yer alıyor bu şiir.

Bir de ikinci bir şiir var.

"Kayıp" olmasa da, "unutulmuş" bir şiiri ortaya çıkmış Nâzım'ın.

Yıllar boyunca basılan onca kitaba giremeden boynu bükük kalmış dizeler...

Onlar da yeniden hayat kazanmış.

Sonuçta Nâzım Hikmet'in doğumundan 111, ölümünden 50 yıl sonra, onun iki şiirine yeniden merhaba demek amacımız.

*  *  *

Bugün bu iki şiiri bize, edebiyat dünyamıza kazandıran, M. Melih Güneş. Kelimenin abartısız anlamıyla bir "Nâzım Hikmet uzmanı". Çoğu Nâzım'la ilgili, on kadar kitabın yazarı veya hazırlayıcısı. Ayrıca bu yılın başındaki “Alnımın Çizgilerindesin Memleketim” adlı sergi gibi bir dizi kültürel etkinliğin mimarı.

Asıl mesleği mimarlık olan Melih, Rusya'da çalışırken "üstüne vazife olmayan bir iş"e bulaştı. Nâzım'ın eşi Vera Tulyakova ve onun kızı Anna Stepanova ile - orada hiçbirimizin beceremediği kadar - güçlü bir dostluk kurdu. Ve bu dostluğu, Nâzım'ın yaratıcı mirasının adım adım açılmasına, kültürel servetimize katılmasına başarıyla dönüştürdü. Nâzım Hikmet’in Türkçe'de yayımlanmamış ve/veya yitik sanılan eserlerinin bulunması ve yayımlanması, Melih'in en değerli çabalarından.

Bugün Ankara'da, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi'nin büyük şairin 50. ölüm yıldönümü dolayısıyla düzenlediği “Vatan, Dünya ve İnsanlık Şairi Nâzım Hikmet'in Türk ve Dünya Edebiyatındaki Yeri” başlıklı uluslararası sempozyumda Melih Güneş, Nâzım'ın başka eserlerinin yanı sıra, biri kayıp, öteki unutulmuş olan iki şiirini Türkiye kamuoyuna sunacak. Birçok seçkin aydının ve medya temsilcisinin önünde “Nâzım Hikmet'in Külliyatı'ndaki Eksikler ve Yitikler” başlıklı konuşmasında seslendireceği şiirleri, biz T24'de şimdiden okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Bir de yine Melih'in yardımıyla edindiğimiz (yazının başında yer alan) Nâzım'ın pek bilinmeyen bir fotoğrafına dikkat çekmek istiyoruz. Masasında Pablo Picasso'nun yaptığı Henri Martin portresi olan bir fotoğraf bu. Ayrıca yazının alt kısımlarında göreceğiniz küçük görseller var: Biri Nâzım'ın şiirinin Rusça çevirisinin basıldığı gazeteden alındı, diğerleri ise Henri Martin'i kurtarma kampanyası süresince yapılan afişlerden... 

*  *  *

Melih Güneş, Nâzım Hikmet’in 1921-1961 yılları arasını kapsayan şiirlerinden seçerek oluşturduğu, 1961 yılında Rusça yayımlanmış kitabını incelerken Türkçe son baskılarda göremediği “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” bölümündeki bir şiirinin, Ekber Babayev’in hazırladığı Sofya baskılarında olduğunu fark ediyor. Şairin kendi seçtiği şiirlerinden oluşan Rusça kitapta, Senin Adını Kol Saatımın Kayışına Tırnağımla Kazıdım ile Bugün Pazar şiirlerinin arasında yer verdiği 1938 tarihli şiir, Aydın Aydemir'in yazdığı 1970 yılında basılan Nâzım kitabında da bulunuyor. Şiir Nâzım Hikmet’in sağlığında basılan, iki ciltlik İtalyanca çevirilerin Poesie cildinde ve SSCB’de Rusça basılan Şiirler ve Uzun Şiirler kitabında da yer alıyor. Türkiye’de önce 1946 yılında, Orhan Burian’ın Kurtuluştan Sonrakiler adlı kitabında ve kitabın yeni baskısında da görülüyor. Daha sonra şairin toplu eserlerinde kendine yer bulamayan bu şiir, uzun yıllar sonra şimdi hayat buluyor:

 

Sana fevkalâde mühim

​​​bir fikir söyliyeyim:

Yerine göre değişiyor insanın huyu.

Ben burada dehşetli seviyorum

Kapımın sürgüsünü açıp

​​duvarlarımı yıkan uykuyu.

Sanki bir dost elinin itişiyle

-hani o beylik benzetişiyle-

girer gibi rahat

​​ılık bir suya

bırakıyorum kendimi uykuya.

Rüyalarım mükemmel:

​​Hep dışardayım.

Kâinat güneşli, kâinat güzel.

Rüyalarımda daha bir kerre bile hapis olmadım,

bir kerre bile dağdan

​​yuvarlanmadım uçuruma.

“Uyanışların korkunç oluyor ama

​​​diyeceksin.

Hayır, karıcığım,

rüyanın payını rüyaya verecek kadar

​​​​cesaretim var.

*   *  *

\

Gelelim “Henri Martin'in Sesi”ne. Şiir kayıp. Yani Türkçesi yok. Lev Oşanin'in çevirisiyle Rusçası 21 Ağustos 1951 yılında bir Sovyet gazetesinde (Literaturnaya Gazeta, yani Edebiyat Gazetesi) yayımlanmış.

\

Melih, Vera Tulyakova Hikmet Arşivi’ndeki 60 yıllık gazete küpürleri arasında rastlamış şiire. Nâzım'ın Dünya Gençler ve Öğrenciler Festivali’ne katılmak üzere Berlin’e yaptığı ziyarette, Fransa ve destekçilerinin, Vietnam ve destekçilerine karşı savaş açtığı Birinci Hindiçini Savaşı kahramanlarından, o yıllarda tutuklu bulunan ve Picasso, Sartre gibi isimlerin de destek verdiği Henri Martin için yazdığı bir şiir bu.

 

Melih Güneş'in "anlamsal çevirisi" ile sunuyoruz:

 

\

 

HENRİ MARTİN’İN SESİ

 

Sen buradasın Henri Martin

Türkülerle ve bayraklarla karşıladık seni

Arkamızda bütün Berlin

Türkülerimiz gençliğin türküsüydü

yaşamın türküsü

barışın türküsü

alnına çizgi, saçına ak düşmemişlerin türküsü.

Güvercinler havalandı bayraklarımızın gösterdiği yoldan gökyüzüne.

 

Sen önümüzdeydin, yakışıklı ve yürekli,

Deniz gibiydin, deniz misali güneşin ışıltısında

Bizse kıyıydık, dağlardık,

fırtınalı ve güçlü bir rüzgâr gibi haykıran

sesinle gürleyen bir ormandık.

 

Konuştun bizimle.

Biliriz sesini biz senin.

Yüzünü bildiğimiz gibi en yakın dostumuzun,

biliriz sesini Henri Martin.

Sesin dedi ki bize:

“Fırsat vermeyin kardeşlerimizi öldürmelerine,

Çekip çıkarın onları hapisane duvarlarından”

 

Biliriz sesini biz senin kardeşim,

O ses...

O ses öyle bir şeydi ki...

ölüm hakimlerinin yüzüne inen bir tokat gibiydi.

 

Ve hükümden sonra sevdalın senin

bir tüy gibi narin,

başladı ağlamaya.

Senin erkekçe sesin

okşadı onu şefkatli bir sitemle

süngülerin arasından,

demirden çember örmüş olan süngülerin...

Dedi ki sesin senin:

“Tut gözyaşlarını asker karısı

sterme düşmana”

 

Biliriz sesini biz senin Henri Martin.

Biz ki doğruya kulak verenlerdeniz

biz ki hakkımız var sevdalanmaya, çocuklar doğurmaya, yaşlanmaya,

​​huzurlu bir ihtiyarlığa,

yanıbaşımızda oynayan torunlarla...

Biz ki, ne öldürmek ne öldürülmek isteriz

Biliriz sesini biz senin Henri Martin, avcumuzun içi gibi.

 

Sen buradaydın Henri Martin,

burada, Berlinde, herkesin gözü önünde.

Ağustosun beşinde bu bin dokuz yüz elli bir yılının.

Biz siyahı, sarısı, beyazı, yüz dört ülkeden delikanlı ve kız,

​​dinmeyen alkışlarla karşıladık seni

​​türküler ve yükselen bayraklarla,

​​sana çiçekler sunduk.

 

Ve iki kat daha fazla sevdik biz Fransa

anaların nice bahadırlar doğurduğu

senin gibi...

 

@AksayHakan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"