28 Eylül 2024

Muhalif olmak, onurlu ve saygıdeğer olmak için yeterli midir?

Bir seyirciden gelen sert ama anlamlı mesaj beni on yıllar öncesine götürdü

Yunan mitolojisinde, Sisifos kayayı tepenin en yüksek noktasına çıkarmaya mahkûm edilmiştir

Biliyorum, başlıktaki soru hem zor hem hassas.

Türkiye’deki duruma ve muhalefete geleceğim.

Ama önce Rusya’ya bakalım.

Çünkü T24’te Rusya ve diğer eski Sovyet ülkelerinden bahsettiğim Kuzey Raporu video programına bir seyirciden sert ama anlamlı bir mesaj geldi.

Mesajın çıkış noktası, benim son programda anlattıklarımdı.

Defalarca söylediğim ve yazdığım gibi, Rusya’da muhalifler çoğunlukla ya “içerde” yani hapistedir, ya da “dışarda” yani yurtdışında kaçaktır.

Parlamento içindeki göstermelik muhalif partiler (Komünist Partisi ve vaktiyle milliyetçi Jirinovski’nin kurduğu parti de dahil) iktidara karşıymış gibi görünür ama “son tahlilde” hep Kremlin’in dediğini destekler.

Bunun için onlara “sistem içi muhalefet” ya da “dekoratif partiler” dendiği de olur.

Başkan Putin yaklaşık 25 yıl içinde adım adım böyle bir “muhalefet” dizayn etmeye çalıştı.

Ve başardı.

Yurtdışındaki muhaliflerin durumu bence içler acısı.

Şöyle bir bakınca zekâları, eğitim ve tecrübeleri, maddi imkânları yerinde görünüyor.

Ama durmadan kendi aralarında kavga ediyorlar. Dört kişi bir masaya otursalar kısa sürede beş fraksiyon yaratırlar.

En son, şubat ayında hapiste ölen veya öldürülen Navalni’nin yandaşları ile vaktiyle 10 yıl hapiste yatıp çıkmış olan iş insanı Hodorkovski’nin hareketi birbirine girdi.

Ben de “muhalefetin sefaletine” dikkat çekerek onları parçalama ve kullanma konusunda lider Putin’in “başarısını kutlamak mümkündür” dedim.

Bir seyircimiz, Rusya’daki baskı ve eziyetlere, kuşkulu ölümlere değinerek böyle bir yönetimin muhalifi olmanın, “onurların en büyükleri arasında” olduğunu yazmış.

Doğrusu bu sözler içime oturdu ve beni epeyce düşündürdü.

*  *  *

Yıllar öncesine uzandım.

Daha 18 yaşıma gelmeden türlü risklere giren bir “devrimci” olmuş, hapiste yatmasam da birkaç kez polisin eline düşmüştüm.

Kurşunlardan, bombalardan kıl payı kurtulduğumu da ekleyerek şanslı olduğumu söyleyebilirim.

Kaybettiğimiz arkadaşlarımız oldu. Onlar cesurca kendilerini feda ettiler.

Biz de cesurduk. Çoğumuz…

Yöneticilerimiz bizi yüreklendirmek için bu cesaretimizin ve fedakârlığımızın altını sık sık çizerdi.

Çok fazla fraksiyona, türlü türlü parti ve hareketlere bölünmüştük.

Her birimiz gerçeği sadece kendisinin bildiğini savunur, kendine en yakın olanları bile acımasız eleştirirdi.

Koskoca bir düzene savaş açma cesaretini gösterebildiğimiz için kendimizi onurlu ve saygıdeğer görürdük.

Ne var ki mücadele ettiğimiz iktidar, sadece güvenlik güçleri ve ekonomik, politik avantajları bakımından değil “siyasi zekâ” açısından da bizden üstündü. Üstelik bizim uğruna kurban olmaya hazır olduğumuz halkımızı, o bizden çok daha iyi tanıyordu.

Bizim dilimiz ve davranış tarzımız bile halka çok uzaktı.

Bu zorlu denklemlerin içinden sadece cesaret, onur, vicdan gibi üstün değerlerimizle çıkmamız mümkün değildi.

Başaramadık…

Yıllar, hatta on yıllar geçti. Türkiye birçok açıdan fazla değişmedi. Maalesef -her şeye karşın- muhalefet de…

Bir kısmı hâlâ 70’li yılların söylemini sürdürmeye yeminli. Bazıları yenilenmeye çalışıyor ama çabalar henüz sonuçlara yansıyacak kadar etkili değil.

Kimileri muhalefeti göstermelik açıklamalar ve üç beş iktidar eleştirisi sanıyor.

Bu arada iktidar, yıllar ve on yıllar önceki gibi, zaman zaman tank misali, dozer misali muhaliflerin üzerinden geçiyor.

Çok sayıda muhalif hapiste. Bazıları yurtdışında.

Muhalefet başarısız. İktidar başarılı.

Muhalefetin iktidarı yenmesi için daha çooook çalışması ve epeyce bir fırın ekmek yemesi gerekiyor.

Gün hâlâ göğüslere cesaret, fedakârlık, onur madalyaları takma günü değil.

Bu özelliklere büyük saygı duysam da kayıplara ve her türlü zarara içtenlikle üzülsem de, yukarıda aktardığım eleştiri içime oturmuş olsa da, benim fikrim budur.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir Erdoğan kaldı bir de Putin

Suriye'de asıl kazananın İsrail olduğunu vurgulayan Rus lider, Batı'ya ilginç bir "füze düellosu" yapmayı önerdi

Suikastlar, füze saldırıları ve şüpheli bir barış umudu: Trump

Ateşkes anlaşması, eğer zerre kadar sempati duymadığım Trump sayesinde yapılacaksa, onu da önemsemek durumundayız

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

"
"