29 Nisan 2012

Merhaba Puşkin Meydanı. Hatırlıyor musun beni?

Kaç yıldır tanışıyoruz seninle? 80’lerin başındaki ürkek ve şaşkın selamlaşmamızı ve sonraki birkaç yılda “turistik” dokunuşları saymazsak…

Kaç yıldır tanışıyoruz seninle?

80’lerin başındaki ürkek ve şaşkın selamlaşmamızı ve sonraki birkaç yılda “turistik” dokunuşları saymazsak…

Hani, birçok sırrı paylaştığımız zamanlara dönersek…

89… 90… 91… 92… 93…

Bu yıllarda neredeyse “ikinci mekânım” olmuştun, hatırlar mısın?

İş görüşmelerim sendeydi… Aylaklığım sende… Özel hayat hikâyelerimin çoğunun baş harfi sende yazıldı… Ülkeyi ve halkı “incelemek-gözlemlemek” denilen şeyi de en çok senin bağrında yapmaya çalıştım.

Sen merkezdin… Ülkenin merkezi olan kentin “en bir” merkezi…

Hayır, Kızıl Meydan değil, sendin; senin merkezliğin resmî sınırların dışında ve turizm-kültür çizgilerinin çok daha üzerindeydi. Sen hayatın ta kendisiydin…

Bugün de öylesin…

Yine capcanlı, cıvıl cıvıl, rengârenksin. Pek yaşlanmamışsın görüşmeyeli. Yani benim kadar değil. Ve makyajını biraz yenilemiş – birkaç yerde biraz aşırıya kaçmış - olsan da, aslında pek değişmemişsin…

\

*      *      *

 

Beni hatırlıyor musun?

Fıskiyelerin karşısındaki banklarda saatlerce oturup seni ve bir kenarına ilişen insanları anlamaya çalışan meraklı adamı?

Senin sarhoşlarınla içen, yaşlılarınla sohbet eden, gevezelerinle siyaset çekiştiren, gençlerinle gülüşen, kızlarınla tanışan 30 yaş civarındaki “daimi aboneni”?

Hani parkında bu kadar hareketlilik yaşar, sonra bazen alt geçitten yolun karşısına çıkıp heykelin dibindeki banklarda eve dönmeden büyük bir sükûnetle otururdum ya…

O zamanlar Moskova’nın “en moda yeri” sayılan Mc Donald’s da sıkça uğradığım duraklardandı; hava iyi olunca seni daha iyi izlemek için bahçesine kurulurdum.

Sana geldiğimde hep bir çiçekçi kadın karşılardı beni mis gibi kokularla. Önceleri benim şimdiki yaşlarımdaydı herhalde. Sonra yüzü iyice çizgilendi, saçları ağardı, yürüyüşü aksadı. Birkaç defa çiçek almıştım ondan. Çoğu zaman da gülümseyerek reddetmiştim. Görmezden geldiğim de olmuştu gerçi. Şimdi özür dilemek isterdim ondan, çiçek almadığım ve görmezden geldiğim günler için. Acaba yaşıyor mudur?

Bir de gözleri pek görmeyen ve bir şeyler satarak geçinmeye çalışan bir dede hatırlıyorum. Artık çoktan toprak olmuştur. Bir keresinde onun körlüğünden faydalanıp 100 ruble veriyorum diyerek 1000 ruble tutuşturmuştum eline ve hızla uzaklaşmıştım. Bugün burada olsa ellerini öpmek isterdim.

Senin karanlık köşelerinde karşıma çıkan, durmadan aklımı çelmeye çalışarak beni kendi vücutlarını kiralamaya özendiren taşralı fahişelerin nerede şimdi? Genellikle şakalaşırdık. Ama birkaç kez terslemiştim onları. Görsem onlardan da af dilemek isterdim bugün.

Senin bana sunduğun en lezzetli tablolarından biri yollarından ve parkından akın akın geçip giden kadınlardı. Rus kadınları!.. Gerçekten de ne kadar güzeldiler!.. Bir erkeğin bütün ömrünü hiç düşünmeden armağan edebileceği kadar güzel… Şimdi bakıyorum da, hâlâ aynı güzellikteler. Ama bunlar herhalde benim gençlik aşklarımın ve hayranlıklarımın kızları. Ya anneleri? Onlar nerede şimdi? Bunca yıldır neler yaşadılar acaba? Aralarında beni hatırlayanlar çıkar mı?..

 

*      *      *

\

Peki, sen beni hatırlıyor musun, Puşkin Meydanı?

Ya sen, yeşil ve mağrur Puşkin heykeli?

Yeni açan çiçeklere lafım yok. Ama onları çevreleyen kısa mermer duvarlar, tarihî kaldırımlar, yasaklı yerlerin önünde sallanan ağır ve süslü zincirler, kim bilir kaç ampulünün ölümünü gören romantik lambalar ve buranın en eski müdavimleri sayılan ulu ağaçlar… Sizler beni hatırlıyor musunuz?

O kadar yıl geçti ki ben sizi fark etmeyeli…

Çoktandır kendimi senin kollarında bu kadar heyecanlı, bu kadar aciz ve bu kadar hüzünlü hissetmemiştim, Puşkin Meydanı!..

Ve böylesine hatırlanmak isteyecek kadar yalnız ve kırılganım bugün.

Yaşlandım mı ne?

Ya sen?

Yüzyıllar geçti… Ve yüzyıllar kadar ağır ve hızlı bir tarih yazıldı buralarda son 20-25 yılda.

Yepyeni kelimelerin ve sloganların kullanıldığı gösteriler yapıldı. Artık “polis” olan eski milisler, bu meydanda gençleri “iz bırakmadan dövmeye” ve köhne minibüslerine tıkmaya alıştılar. Bayraklar ve balonlarla yeni resmî bayramların kutlandığı da çok oldu burada.

Sen hepsini yaşadın, sessiz ve soğukkanlı tavrınla içine sindirdin, inanılmaz sabrınla gıkını bile çıkarmadın.

Senin üzerinde nice soygunlar yapıldı, saldırılar düzenlendi, cinayetler bile işlendi. Ve o kadar çok yalan söylendi ki: Siyasi yalanlar, iş yalanları, aşk yalanları…

Sen hep sustun…

Yazdın mı her şeyi bir kenara? Yoksa yazacak kadar “kayda değer” bulmadın mı?

Senin üzerinden Çarlık Rusyası geçti, Puşkin Meydanı! Koskoca Sovyetler Birliği senin kollarında can verdi! Çarların ve genel sekreterlerin ardından kaçıncı devlet başkanı değişiyor. Ne diyorsun memleketin haline? Neden susuyorsun?

Belki de sen haklısın. Konuşanlarla susanların geldiği yer aynı galiba bu hayatta. Öyle olduğu için de susanlar hep daha bilge görünüyor.

Ben de susayım artık.

Bir zamanlar seni sahiplenmiş, senin parkına ve banklarına ortak olmuş, sunduğun iyi ve kötü nimetlerden yararlanmış, senden koptuktan sonra bir süre seni sıkça hatırlayıp bir ara hakkında yazı bile yazmış (Moskova'da bir pazar günü) bir eski dostun olarak epeydir seni ihmal ettiğim için beni bağışla.

Ve olur a, bir gün sana uğrayamayacak kadar uzak olurum…

Kal sağlıcakla!..

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"