Yaklaşık 30 yıl dışarıda kalırsan ve ileri yaşta memleketine dönersen, kendi halkını anlama yolunda bazen epeyce çaba harcaman, bazen de aptal durumuna düşmemek için anlamadığını belli etmemek amacıyla rol yapman gerekiyor. Gerçi bu işin eğlenceli yanları da var: Zaman zaman gördüklerine veya kendine gülebiliyorsun. En önemlisi, çevrendeki birçok insandan farklı olarak bazı şeylere şaşırabiliyorsun.
Gerçi zaman hızla geçiyor ve son 2,5 yıl içinde ortama gittikçe alışarak “şaşırma ve irkilme refleksleri zayıf, yeni olanı algılama kapasitesi düşük, istikrarlı tepkisiz ciddi insan” olmaya başladığımı üzülerek hissediyorum. Ama daha hâlâ “vay be!”, hatta “bu kadar da olmaz!” diyerek tekrar tekrar sorguladığım örnekler çıkıyor.
Bunların en tazelerinden biri, dün okuduğum bir habere ilişkindi. Haberin başlığı bende kuşku uyandırdı: “Ramazan Bayramı'nda 2,5 milyardan fazla kısa mesaj gönderdik”. Malûm, bol haneli sayılarda çok hata yapılır; 2,5 milyar olamaz, diyerek haberi dikkatle okudum. Durum değişmedi. Sonra öteki sitelere, başka kaynaklara da baktım. I-ıh, gerçek bol haneliymiş. Gel de şaşırma şimdi!
Habere göre, bayram tatili olarak tanımlanan 18-21 Ağustos tarihleri arasında ülkemizde cep telefonu operatörlerinin abonelerine sunduğu kampanyaların da etkisiyle, toplam 2 milyar 510 milyon SMS atılmış.
Efendim, siz şaşırmadınız mı? O zaman anormalliğin bende olduğu kesinleşti demektir.
Haberin devamı da var tabii. Örneğin, bu sürede cep telefonundan konuşma verileri de kolay inanılacak cinsten değil. Sadece bir operatörde toplam 1,1 milyar dakikalık görüşme, bedava dakikalar, ucuzluklar, rekor sayıda MMS’ler falan, iş uzayıp gidiyor...
Ama ben daha ilk cümleyi algılayamadım. Nasıl olur da dört günde 2,5 milyardan fazla kısa mesaj atılır?..
Bu ülkenin nüfusu 75 milyon. Kaç kişinin cep telefonu var? Tam belli değil. Ama cep telefonu abone sayısı “yaklaşık 67 milyon” olarak açıklanıyor. Tommiks gibi “çift tabancalılar” kaç kişidir, cep telefonu kullanmayan yaşlıların ve bebeklerin sayısı nedir vs., bilemem.
Ama 67 milyon telefondan dört günde 2,5 milyar SMS de beni şaşırtmaya yetiyor doğrusu!
* * *
Geçen gün de başka bir şeye şaşırmıştım: Cep telefonu kullanımında Avrupa birincisiymişiz. Ve bu haberi veren satırlarda, sanki bir övünme ve sevinç duygusu gizli. Biliyorum, “ecnebileri geride bırakmak” bizim için her zaman “milli gurur kaynağı” olagelmiştir. Birinci ol da, konu isterse, sokaklara tükürme alışkanlığı olsun.
Şimdi de böyle. Mesele, cepten fazla konuşmak. Yani bir açıdan “teknoloji kullanma” gibi “biz çoktan çözdük abi bu işleri” boyutu var da, konuya yakından bakarsanız durum o kadar da iyimserlik vermiyor bence.
Bizzat Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım tarafından yapılan açıklamaya göre, Türkiye, mobil telefon kullanımında, abone başı 299 dakika ortalama aylık konuşma süresiyle Avrupa'da ilk sıraya yükselmiş.
“Bilgi teknolojileri ve iletişim alanında uyguladıkları stratejiler neticesinde, 2015 yılı hedeflerinin, 2012 yılında gerçekleştiğini” söyleyen Bakan, Türkiye'yi bilişim alanında “Afrika seviyesinden alıp Avrupa seviyesinin bile ilerisine taşıdıklarını” dile getirmiş.
Bakan, devamla geniş bant erişim abone sayısının 19 milyonu geçtiğini, bunun 11 milyonunun mobil internet kullanan aboneler olduğunu, Türkiye'de 50 milyon internet kullanıcısı bulunduğunu belirtiyor. Ve cep telefonu kullananların içinde yüzde 58’inin (39 milyon kişi) 3G abonesi olduğunu, bunun da yüzde 30 civarındaki Avrupa ortalamasının çok üzerinde olduğuna dikkat çekiyor.
Yani daha bir sürü “rekorlarımız” var, velhasıl “bizi AB’ye almayanlara gününü göstermişiz” falan da, ben hâlâ ilk cümlede takıldım kaldım. Aptallığımı mazur görün! Neden bir başka ülke değil de Türkiye “cepten konuşma birincisi”.
İnsanî gelişme endeksinde çoğunun gerisindeyiz. Ama “cepte” öndeyiz…
* * *
Sokaklarda, parklarda, toplu iletişim araçlarında, işyerlerinde, restoranlarda “mecburen” dinlediğim cepten konuşmalar aklıma geliyor:
- Aloo! Ne haber?
(…)
- İyilik valla. Senden ne haber? (Demin sordun ya!)
(…)
- Ne olsun işte, yaşayıp gidiyoruz. Çoluk çocuk nasıl?.. (Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyor musun?)
Veya:
- Ben şu anda metrodayım. (otobüsteyim, vapurdayım, servisteyim.) (Sanki yer bildirimi çok zaruriymiş gibi.)
(…)
- Yok yok, metrodayım diyorum. (Ve aynı ulaşım aracında bir sürü insan daha var be adam, bağırmasa!)
(…)
- Haa, metrodayım ondandır, iyi çıkmıyor. (İlk bir dakika geçti, hâlâ kayda değer bir enformasyon yok ortada.)
“Avrupa rekortmenleri”nin ortalama 299 dakikasının kim bilir kaçı bu tür cümleler gidiyor acaba?
Artık “cep” bizim hayatımızın temel parçalarından biri; elimiz, kolumuz gibi. “Cebimizi” unutarak evden çıktığımızda kendimizi eksik, hatta çıplak hissediyoruz. Her yerde cep telefonumuzu sergilemek, oturduğumuz masada önce ona yer bulmak, hatta yalnızken “cebimizi” kurcalamak veya gerekli-gereksiz konuşma yaparak çoğalmaya çalışmak: Tüm bunlar hep zamane alışkanlıklarımız…“Türk imajı”nda en az bıyık kadar cep telefonunu da yer var artık.
Ülkemizde 10 yılda cep telefonuna 21 milyar dolar para harcanmış. Dünyanın en büyük dördüncü cep telefonu pazarıymışız. E, vallahi bravo! (Bunlarla da hava atabiliriz, herhalde; değil mi?)
* * *
Teknolojisi dışında fazlaca tasvip etmediğimiz Batı’yı cep telefonu kullanımında geride bırakmamızda o kadar da övünecek bir yan yok. Aynen ortalama günde yaklaşık 4,5 saat televizyon seyrederek bu alandaki uluslararası sıralamalarda iddialı olmamız gibi. (Bu “kutu” karşısında bu kadar uzun süre oturabilmemiz de şaşırtıcı değil mi sizce?)
Ama aynı liderliği, mesela, kitap okumada gösteremiyoruz. Türkiye’de düzenli kitap okuyanların oranı sadece binde bir civarındaymış. BMÖ İnsani Gelişim Raporu’ndaki kitap okuma sıralamasında Türkiye’nin yeri 86. basamaktaymış. Türkiye’de kitap, genel ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235. sırada yer alıyormuş.
Konuşma, izleme, okuma derken bir de yazma konusu var ki, aslında orası da apayrı bir sorun. Çünkü yazmayı genelde eziyet gibi gören toplumda mümkün olduğunca “konuşma” tercih ediliyor. İş yazmaya gelince, kullanılan zaten sınırlı kelime dağarcığı iyice ufalıyor ve dil bunalıma giriyor.
Milyonlarca yurttaş (buna birçok gazeteci de dâhil), “de”ler ve “ki”ler ne zaman birlikte yazılır ne zaman ayrı, sorusuna ömür boyu cevap bulamayacakmış gibi görünüyor.
Türkçe’yi katleden ve benim durmadan kulağımı tırmalayan, kimine şaşırdığım, kimine kızdığım onlarca ve yüzlerce uydurma kelime ve anlatıma ise hiç girmeyeyim.
Yazı boyu süren şaşkınlığım için lütfen beni kınamayın. Baştan söyledim, ben buraların acemisi sayılırım.
Ama doğrusu, siz de ara sıra biraz şaşırsanız, hiç de fena olmaz hani…