Duydum ki beni terk ediyormuşsunuz, S. Hanım.
Silmek üzereymişsiniz arkadaş listenizden.
Pardon, duymadım aslında; kendim okudum.
Uzun yıllar önce beğendiğiniz bir yazımın ardından güzel bir mektup yollamıştınız bana (e-maile “mektup” dememin bir sakıncası yoktur umarım sizce de).
O mektupta “bu zamanda insani duygular hakkında, insanca yazılar yazan az gazeteci kaldı” demiştiniz.
Sonra beni Facebook’taki arkadaşlarınız arasına “eklemiştiniz”.
(Face’ten “arkadaş olmak” ne kadar ilginç, değil mi, S. Hanım? Biri “arkadaşlık isteği” gönderiyor; öteki “onaylıyor” ve hooop... “arkadaş” oluveriyorsunuz. Oysa gerçek hayatta arkadaş olmak ne kadar zorlu bir uğraştır... Yıllar alır... Çoğu kez siz “onaylamak” isteseniz de olmaz, bir türlü kurulmaz “arkadaşlık”. Facebook’ta her şey ne kadar kolay ve hızlı!..)
Sonraki yıllarda defalarca güzel sözler okudum sizden. “İnsani hikâyeler” üzerine “edebî tat” aldığınız yazılardan duyduğunuz memnuniyetinizi dile getirdiniz kaç kez.
Ne demiştiniz 2-3 yıl önce:
“Hayat üzerine kaleme aldığınız pazar yazılarınızı çok seviyorum. Ve kadın-erkek ilişkileri üzerine yazılarınızı... Rusya hakkında yazdıklarınız doğrusu pek ilgimi çekmiyor, ama herhalde bir uzman olarak sizin yazmanız gereken konu bu. Rus kadınları üzerine yazdıklarınız daha hoş bence...”
Bundan kısa süre sonra tatlı sert bir uyarı almıştım sizden:
“Her şey iyi güzel, ama şu Kürt konusunda sizi biraz takıntılı buluyorum. Bilmem neden destekliyorsunuz Kürtleri... Belki de köken olarak Kürtsünüz, oralarda doğdunuz. Ama bugün yazdıklarınızın teröristlerin ekmeğine yağ sürmemesi için dikkatli olmalısınız.”
Daha sonra benim “takıntılı” olduğum Kürt konusu hakkında yazdıklarım sizi kızdırmıştı.
Bir defasında selamsız bir mesaj “sallamıştınız” bana doğru:
“Bakın, Hakan Bey. ‘Selo sempatisi’ falan, bir yere kadar anlarım. Ancak bunlar vatanı bölmek istiyorlar. Buna izin veremeyiz. Sizin insani yazı yazmak adına Kürt bölücüleri hoş görmenizi de kaldıramıyoruz. Lütfen yazılarınızı daha özenli yazın.”
Doğrusu çok sert bir mesajdı bu, S. Hanım. Sadece “bakın” diye başladığı için ve – hiç gereksiz yere – birinci tekil şahıstan üçüncüsüne geçtiği için (“kaldıramıyoruz”) değil. İstemediği bir içeriği okuduğundan dolayı “sevdiği” bir yazarı, “daha özenli yazın” (neredeyse “yazarken dikkatli olun”) diye uyarmak, herkesin yapacağı bir şey değildi.
Nasıl demeli, pek “arkadaşça” bir üslup sayılmazdı bu...
* * *
Hayır, S. Hanım, size kırılmıyorum. Biliyorum, “bazı konularda” çok hassassınız. Kimi meselelerde “kırmızı çizgileriniz” var. “Milletin birliği ve vatanın bütünlüğü” çocukluğunuzdan beri sizin “kutsal”ınız... Sizce ne olursa olsun vatan toprağı parçalanmamalı. “Gerekirse çok kan dökülmeli” ama “kutsal topraklar” bizde kalmalı. (“Bizde”? Kimde? Türklerde? Türkiye Cumhuriyeti’nde? İktidarda?..)
Gerekirse dökülecek kan ne kadar olabilir, ne kadar “gerekebilir” sizce?
Kanı dökülebilecek insanları bizzat tanıyor musunuz, S. Hanım?
Askerlik çağında oğlunuz var mı, mesela?
Varsa/olsaydı “gerekirse onun da kanı dökülüversin canım” diyebilir misiniz/miydiniz bu kadar kolayca?
S. Hanım, ben sizin yakın geçmişinizin “insanca yazılar yazan gazetecisi”, hâlâ insandan ve hayattan daha önemli hiçbir şey olmadığını düşünüyorum.
Toprak da buna dâhil.
Ve insanlarımızın hayatlarının sönmesi “ge-rek-mi-yor” diyorum.
Gerekmiyor...
Ölmesin bu insanlar artık!..
Ölmesinler parlak, milliyetçi, vatansever sloganlarla.
“Vatan” için de ölmesinler.
Vatanlarında mutlu yaşamaları olsun esas mesele.
* * *
Sevgili S. Hanım,
Değerli okurum – ve henüz, hâlâ daha – “Face arkadaşım”,
Hayır, ben Kürt değilim.
Kürt akrabam falan da yok (olmasını isterdim, ama yok).
Dahası Kürt sorununu yıllar boyu yeterince anlayamamış, hissedememiş bir gazeteciyim maalesef.
Bugün de Kürt sorununu en iyi ve en fazla yazanlar arasında falan değilim; bunu ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz.
PKK ve terörizm eleştirisi yaptığım yazıları da hatırlarsınız mutlaka.
Ama bu Kürt nefreti ve Kürt korkusu bizi bitirecek; bunu görüyorum ben, inanın.
İçerde de rahat yok bize bu nefret ve korku yüzünden...
Dışarıda da (bakın, sözde IŞİD operasyonumuz, buram buram Kürt düşmanlığı kokuyor ve Suriye’de, Irak’ta derinlere girmek istedikçe savaş riskini büyütüyoruz; korkarım asıl parçalanmamız bu yolda olacak)...
Biliyorum, S. Hanım, siz AKP karşıtısınız, cumhuriyetçisiniz, laiksiniz, Atatürkçüsünüz... Ama bol miktardaki paylaşımlarınız arasında AKP iktidarının “Güneydoğu’daki uygulamaları”na karşı çıkan tek bir satır bile bulamıyorum nedense...
“Güneydoğu’da olup bitenler” üzerine neler düşündüğünüzü hiç bilmiyorum.
Ama sizinle “arkadaş” olduğumuz süre içinde – eğer kaçırmadıysam – paylaşımlarınızda “oralarda yaşananlara yönelik duygusal empati” göremedim.
Yıllar önce Kürt kızı Ceylan Önkol çobanlık yaparken zırhlı bir araçtan açılan ateş sonucu parçalandığında neler düşündünüz, S. Hanım?..
Ya da ondan birkaç yıl sonra Cizre’de Cemile Cizir Çağırga adında bir çocuğun cesedi annesi tarafından mecburen buzdolabında saklandığında?..
Ya da Cizre’de bir binanın bodrumundan onlarca kişinin cansız bedeni çıkarıldığında?..
Nurcan Baysal’ın yazılarını okuyor musunuz, S. Hanım?
Nurcan’ın kelimelerinin nasıl ağladığını hissediyor musunuz?
Kelimelerden süzülen kanın ve çilenin ağırlığını fark ediyor musunuz?
S. Hanım, sizinle Facebook’taki arkadaşlığımızın son bulmasına az kaldı sanırım.
Muhtemelen size söylediğim son sözler bunlar...
* * *
Yakında sizi kaybedebilirim.
“Arkadaşlıktan düşebilirim” kısa süre içinde.
Beni “prensipleriniz uğruna” feda edebilirsiniz.
Edin...
Elinizi korkak alıştırmayın.
S. Hanım,
Ortaokulun duvar gazetesini falan saymayalım, ama...
Herhalde 25-30 yıldır yazıyorum ben.
Birçok gazetede ve sitede yazdım.
Çok okur kaybettim.
Ama en fazla okura sahip olduğum zaman, bugün.
Gideceksiniz, biliyorum.
Gidin, eğer istiyorsanız.
Bu sizi bugün için daha fazla tatmin edecek, bunu görüyorum.
Hele bir de bu “gidiş”i sert bir “protesto” eşliğinde yapmak, içinizdeki bütün gizli suskunlukları bastıracak bir ses çıkaracak...
Tatmin olacaksanız lütfen yapın bunu.
Ve mutlu olun.
Ama...
Sizden ricam...
Ne olur...
“İnsani duygulardan” ve “insanca yazılardan” uzak kalmayın...
Unutmayın ki...
“Güneydoğu’nun talihsiz insanları”nın da bir hikâyesi var.
Ve haddinden fazla acıyla dolu bir hikâye bu.
Beni terk edin isterseniz...
Ama adalet duygusunu terk etmeyin.
Ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin öteki vatandaşları”nı terk etmeyin.
İnsanlığı terk etmeyin.
Ve insancıllığı...
Ve vicdanı...
Ve kendinizi terk etmeyin, S. Hanım.
Sağlıcakla kalın.