Cesaret kelimesi çok tekrarlandığında, daha fazla korkaklığı düşündürüyor bana nedense.
Siyasi liderler pek seviyor bu kelimeyi. İki sözün arasında virgül gibi kullanıyorlar.
İktidar, şu ya da bu konuda izlenen politikaların asla korkmadan sürdürüleceğini söyleyip duruyor. Sorunlarla ve düşmanlarla cesurca savaşılması gerektiğini belirtiyor. Terörizmle, dış mihraklarla, satılık kalemlerle, ahlaki çöküntüyle vs. hep cesaretle mücadele edilmesi yolunda çağrılar yapıyor.
Muhalefet boş durur mu? O da her konuda cesurluktan yana elbette. Üstüne, bir de iktidara karşı cesaret gösterdiğini ilan ediyor.
Her türlü siyasi, ideolojik, dini, felsefi görüşten ve farklı mesleklerle sosyal katmanlardan herkes durmadan birbirine cesur pozlar veriyor.
Herkes yiğit. Herkes gözü pek. Herkes kabadayı…
Korkusunu itiraf edecek kadar açık ve dürüst birini bulmak neredeyse imkânsız.
İşin ilginci, ülkedeki bu kadar “cesur” insanın toplamından, kangrenleşmiş sorunlarını gerçek anlamda çözüme kavuşturacak adımları atmaya bir türlü karar veremeyen korkak ve sünepe bir toplum çıkıyor.
Napolyon’un o ünlü cümlesini hatırlamamak mümkün mü: “Dünyada taklit edilemeyecek tek şey cesarettir.”
Ve Schiller’in sözüyle içeriği derinleştirelim: “Cesaret hayatı hiçe sayar, vicdanı değil.”
Nedir bu işin sırrı? Korkaklık nerede biter? Cesaret nerede başlar?
Cesaret çağrısı yapan kendiliğinden “cesur” sıfatını hak eder mi?
Çağrı yapılanlar korkak mıdır? Nedir bu her derdin devası cesaret?
Politik karşıtlarını yok etmeye çalışmak mı cesaret belirtisidir? Yoksa onlarla bir arada, ama onlardan daha iyi olmaya çaba sarf etmek mi?
En çok başkalarıyla mücadele eden mi daha cesurdur? Kendisiyle mücadele eden mi?
Cesurluk, insanın verdiği sözden ve davasından asla dönmemesi midir? Yoksa gelişmeyi ve değişmeyi başarabilmesi mi?
Darbe veya devrim yaparak var olan düzeni deviren cesur değil midir? Ya darbeye ve devrime karşı direnen?
Tüm sorunlara ve zorluklara karşın, sorumluluk duygusuna dayanarak iktidarda kalmak mı cesarettir? Yoksa vaktin geldiğini görüp istifayı basmak mı?
Herkesten çok farklı giyinmek, davranmak, konuşmak ve düşünmek midir cesaret?
Cesaret, Türkiye gibi bir ülkede eşcinsel olup, bu özelliğini açıkça söyleyebilmek midir?
Tanrıtanımazlığını açıklamakta mı yatar cesaret? Yoksa Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkmayanların imanlarında mı?
Anlaşılması çok zor bir sanat eseri üreten mi cesur sayılmalıdır? Yoksa onu anladığını düşünen mi?
Yepyeni bir kente, hatta ülkeye gidip orada yaşamaya karar vermek midir cesaret? Ya da, mesela, kırkından sonra bambaşka bir mesleğe soyunmak mı?
Taze bir dostluk kurmaya girişmek, yüreğini yeni bir insana açmak cesurca bir davranış mıdır?
Affedebilmek midir cesaret? Yoksa çürüyen ilişkiye neşteri vurabilmek mi?
Cesaret, sevdiklerine karşı her tür özveriyi gösterebilmek midir?
Ya kendi yaşamını hakkıyla yaşamaya çalışmak? O da cesaret değil midir?
En zor anlarında bile kendinde gülecek gücü bulan insana mı cesur denmelidir? Yoksa ağlamaktan utanmayana mı?
Karanlıktan korkmayan herkes cesur mudur? Riskin her türü cesaret belirtisi midir? Hırsızlar ve katiller cesur kişiler midir?
Yaşamın tüm sinir bozuculuğuna karşın, psikiyatra gitmeden direnebilmekte midir cesaret? Yoksa çekinmeden doktorun önüne çıkıp yardım isteyebilmekte mi?
Aileye, çocuklara, çevreye karşı duyulan sorumlulukla ve sabırla, içi çoktan küflenmiş bir evliliği her şeye rağmen sürdürmek midir cesaret? Yoksa kapıyı vurup gitmek mi?
Son mektubu yazmak mı cesarettir? Yoksa onu açıp okumak mı?
Hayatın tüm çekilmezliğine karşın, var olma savaşına canla başla devam eden mi daha cesurdur? Yoksa en değerli varlığından bile vazgeçmekten hiç çekinmeden intiharı seçen mi?